İş cinayetleri ve hız kavramı üzerine: Hızlı çalış genç öl!

Yazının başlığı aslında hem yarım hem de farklı o ünlü cümleden. Hızlı çalış değil, hızlı yaşa, devamında ise “cesedin yakışıklı olsun” var. 24 yaşında yaşamını yitiren James Dean ile özdeşleşmiştir belki de bu söz: “Hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun”. John Steinbeck'in romanından sinemaya aktarılan, Elia Kazan'ın  Steinbeck’in romanından uyarladığı Cennetin Doğusu (East of Eden) adlı filmindeki rolü ile tarihe geçen ve "Dean Efsanesi"ni başlatan, Asi Gençlik filmi ile gerçekten fırtınalar koparan ve asi genç tipi denince akla ilk gelen James Dean. Ama bu söz genel kanının aksine onun filmlerine ait değildir. Humphrey Bogart’ın oynadığı Cinayet Mahkemesi adıyla gösterilen Knock Any Door (1949) filminde Nick Romano söyler bu sözü:  "Live fast, die young, and have a good-looking corpse".

Yetersiz sinema bilgimle bu kadar. Ama daha yeterli olduğun bir konuya girersem, işçiler hızlı yaşasa da genç ölse de cesetleri yakışıklı olamıyor. Yaşadıkları iş cinayetlerini anlatmak için sözcükler yetersiz kalıyor. Aslında işçiler hızlı yaşamıyor, hızlı çalışıyor. Hiç biri hızlı çalışmak istemiyor, hiç biri başını kaldırmadan çalışmayı insani olarak görmüyor. Büyük kentlerin gündelik yaşamının hızı da işin içine girince, hayallerimiz de ortaklaşıyor. Ya memleketimize dönmek istiyoruz, ya bir Ege kasabası hayali kuruyoruz, ya “bir bar, kafe açayım” diyoruz, kısacası huzur, dinginlik ve yavaşlık arıyoruz. Bugüne kadar sohbet ettiğim tekstil ve inşaat işçilerinde ağırlıklı gördüğüm İstanbul’dan kaçıp memleketlerine, özellikle köyde hala akrabaları varsa, köylerine gidip dingin bir yaşam kurma hayalleri, kendileri ekip biçecekler, karınlarını doyuracaklar, mis gibi havayı içlerine çekecekler; ne kadar da basit ve insani değil mi?. Beyaz yakalılarda kendi işini kurma, zamanını kendi ayarlama, bir sahil kasabasına yerleşme daha fazla öne çıkıyor belki. Neyse uzatmayayım, aslında hızlı, yoğun çalışmak istemiyoruz, ortalama 35-40 yıllık çalışma süremiz boyunca hep o dinginliğin hayalini kuruyoruz. Ama hız bizi sadece yaşamdan soğutmuyor, çoğu kez yaşamımızı alıyor…

3 olay üzerinden iş cinayetleri ve hızı tartışalım…

Hız kavramını tartışmak istememin nedeni, Evrensel gazetesinde yayınlanan iki haber. İkisinde de gencecik iki işçi kardeşimizi yitirdik, ikisinde de kar hırsıyla durmak bilmeyen makinalarda gencecik bedenler yitti gitti. Üçüncü olayda ise, ki eski bir olaydır, en azından 12 yaşındaki bir kız çocuğu yalnızca parmağını kaybetti. Makinalar çalıştı, çalıştı, bantlar döndü döndü, sonunda işçiler öldü…

İlk olayımıza bakalım. 36 yaşındaki Deniz Keklikçi, makinanın silindirine dolanan ipliği, makine 1.5 saat durmasın diye temizlemek isterken yaşamını yitirdi. Olay şöyle:

“Gaziantep’te Başpınar 2. Organize Sanayi Bölgesinde faaliyet gösteren Çelemler Sentetik Dokuma Sanayi ve Tic. AŞ fabrikasında 13 yıldır çalışan Deniz Keklikçi, önceki gün silindire dolanan şeffaf ipliği kesmek isterken ilk önce elini makineye kaptırdı, ardından göğüs kafesi silindir ve şase arasında sıkışarak parçalandı.

Keklikçi’nin can verdiği yer ise fabrikada en tehlikeli yer olarak biliniyor. Bu yüzden işçiler makinede oluşan olumsuz durumları bölüm çavuşlarına bildiriyor, gerekli müdahaleleri de çavuşlar yapıyor.

Ancak talimata göre silindire dolanan ipliğin temizlenmesi için makinenin kapatılması gerekiyor. Makinenin kapatılıp, silindirin temizlenme işleminin 1.5 saat alacağından bu işlem genelde “Silindire dolanan ipi kurtaracağını düşünüyorsan” makine çalışıyorken bıçakla keserek yapılması sağlanıyor. Çünkü patron açısından makinenin kapalı kalacağı süre zarar olarak görünüyor.“ (Evrensel Gazetesi)

Yine Evrensel gazetesindeki bir başka haberin konusu ise Borusan; bu kez yönetim “Yapacak bir şey yok dua edin” diyor. Bu kez yine hız, yine insan yaşamını hiçe sayan iş temposu bir işçinin yaşamını alıyor:

“Küçükçekmece Sefaköy’de bulunan Borusan Mannesmann fabrikasında Koray Çağlayan isimli bir işçi, iki 1 buçuk ton ağırlığında iki bandın arasında kalarak feci bir biçimde can verdi. Arkadaşlarını kaybeden işçiler, yönetimin iş çıkması için ciddi bir baskı yaptığını ifade etti.

Sabah 8'den akşam 8'e çalıştıklarını ifade eden işçiler, bu saatler arasında da kendilerinden çok tempolu bir çalışma istendiğini söyledi. İşçiler, “stresli bir ortam, yönetimden de baskı var. Makine durmasın istiyorlar. Hemen başına geliyorlar” diyerek fabrikadaki üretim şartlarını anlattılar.”

Üçüncü örneğimize geçmeden önce Fredrich Engels’ten, tam da cuk oturan bir alıntı yapalım. Engels sanki bu iki olay için yazmış yaklaşık 200 yıl önce:

“Durum şudur: Eğer çocuklar dikkat gösteremiyorlarsa, çalıştırılmaları yasaklanmalıdır. Yetişkinler kendilerini tehlikeye atıyorsa, o zaman onlar da tehlikeyi tüm boyutlarıyla kavrayamayan bir çocuk zekasına sahip büyükler olmalıdırlar; bunun için suçlanması gereken de onları, zekalarını geliştirmeleri için elverişli olmayan ortamda tutan burjuvazidir.

Ya da makineler kötü düzenlenmiştir; çevresine parmaklık konması gerekir; bunun sağlanması da burjuvazinin işidir. Ya da işçi tehlike tehdidine aldırmayacak kadar baskı altındadır, ücretini haketmek için hızlı çalışmak zorundadır, dikkat gösterecek zamanı yoktur ve bundan da burjuvazi sorumludur. Örneğin birçok kaza, işçilerin çalışmakta olan makineyi temizlemeleri sırasında olmaktadır. Niçin? Çünkü aksi halde burjuva, işçiyi, makineyi, kendi serbest kaldığı saatte durdurup temizlemeye zorlayabilir; işçi de doğal ki kendi serbest zamanının hiçbir anını kurban etmek istememektedir. Her serbest saat, işçi için o kadar değerlidir ki, o saatlerinden birini burjuvaziye feda etmektense çoğu zaman haftada iki kez yaşamını tehlikeye atar. Makinenin temizlenmesi için gereken zamanı patron, işçinin çalışma süresinden çıkarsın, o zaman hiçbir işçi, çalışmakta olan makineyi temizlemeyi düşünmeyecektir. " (Engels, F. 1845)

Son örneğimiz ise benim bir deneyimim, kitabımda da söz etmiştim Aşağıdaki örnek ölümle sonuçlanması bile çarpıcıdır ve bir dava dosyasındaki bilgilerden alınmıştır:

“Kazazede A.Y, olay tarihinde 12 yaşında olup, işveren tarafından tehlikeli iş yapılan bir makinada çalıştırılmaktadır. Olay günü makinanın hızlı konumda çalıştırıldığı, kazazedenin yavaşlatılmasını istemesine karşın hızlı çalışmaya devam edildiği tespit edilmiştir. Olayın meydana geldiği ambalaj sandığı başlığı imalatı zımbalama makinasının bandında bulunan orijinal takozların banta oturduğu tabandan daha geniş, yukarısının daha dar olduğu ve bu durumun bantta çalışan işçiler için daha az tehlike arzettiği, ancak daha küçük başlıkların imali için yapılan bu takozlara monte edilen demir çubukların, takoz yerine sıkıştırma işlemini yapması için yukarı çıkıntılı olarak yapıldığı, hızlı çalışma sırasında bunların bıçak etkisi yapmasının mümkün olduğu anlaşılmaktadır.”

Bu örnek oldukça çarpıcı bir örnektir ve anlatılmaya çalışılanı, bir başka ifadeyle sermaye sahibinin kararlarının doğrudan bir insanın canına nasıl kastettiğini göstermektedir.

“İncelenen davada yerden ortalama 1 m. yükseklikte yatay durumda iki taraftan modüllü otomatik bant zinciri içinde ortalama 22x27 cm. ebadında ayarlanmış mesafeler ile metal takozlar ile ayrılmış boşluklar içinde, önceden kesilmiş ahşap sandık kapak parçaları yerleştirilmektedir. Bu parçaları birleştiren üçgen şeklinde kesilmiş birleştirme tahtaları yerleştirmenin aksi yönünde bu bant üzerine konulup, makina bandı çalıştırıldığında, otomatik havalı zımba teli altına belirli aralıklarla gelen kapaklar otomatik olarak zımbalanmaktadır. Zımbalama işlemi bittikten sonra tezgah önüne çıkan parçalar makinanın hızına uygun bir şekilde bir elle alınmakta diğer elle yandaki istifleme tezgahına konmaktadır.”

Teknik bilgiyi özellikle veriyorum ki, bu ve benzeri pek çok modifiye edilmiş veya iş güvenliğine aykırı tezgahta çalışan işçi kardeşimin hali anlaşılsın.

Bu son örnekte de genç, ne genci bir çocuk çalışıyor, işin özeti şu; çalıştırılması kesinlikle yasak olan 12 yaşında bir çocuk, kendisine uygun olmayan, yetişkinler için imal edilmiş bir tezgahta aşırı hızlı bir şekilde çalışmakta, zımbalama işlemi giderek hızlanırken bir eliyle de kapakları yanındaki tezgaha koymaktadır. Ama bu da yetmemektedir, kasten adam öldürmeye veya yaralamaya teşebbüs gibi, küçük çocuğun eldiveni de yoktur, ama hala yetmemektedir, makina sistemine sonradan eklenen daha küçük ebatta kapak imalatına yarayan demir aparat, kazazedenin parmağına gelmiş, hızlı çalışmanın etkisiyle bıçak etkisi yaratarak parmağını koparmıştır.

Hazırladığım pek çok bilirkişi dosyasında sıkça rastlanan "pres makinasına el sıkıştırma" ve sonucunda uzuv kaybı ve benzeri iş kazaları bizzat, yönetmeliğe aykırı tezgah, yönetmeliğe uygun olsa da işin hızlanması için parça eklenen/çıkarılan tezgah ve aşırı hızlı çalışmanın bir araya gelmesi sonucu gerçekleşmiştir.

Bu üç örnekte, ikisi yetişkin ama genç, diğeri çocuk üç işçinin neden bu koşullarda çalıştığı sorusunun yanıtı "zorunluluk"tan olacaktır. Evet, işçiler hızlı, yıpratıcı, onları mahveden ve kimi zaman öldüren bu çalışma temposu içinde yer almak zorundadır! Ama bu zorunluluk da bir yere kadardır. Epikür "zorunluluk yumuşatılamaz" derken, Marx Doktora Tezinde Seneca'dan alıntı yapar:

"Zorunluluk içinde yaşamak bir mutsuzluktur, ama zorunluluk içinde yaşamak bir zorunluluk değildir. Her yerde özgürlüğe açık birçok kısa ve kolay yol vardır." (Seneca'dan aktaran Marx, 1841: 40)

Kapitalizm bir zorunluluk değil, verili koşullarda "risk"ler, "talihsizlik"ler, "kaçınılmazlık"lar da zorunluluk değil ve bu kavramlardan kurtulmak ve özgürleşmek için, kavramların sınıfsal yönünü görmek, ardından bir adım daha atıp, işyeri ölçeğinden çıkıp, toplumsal örgü içinde iş cinayetlerini anlamak gerekiyor. Bu noktada da yine hız kavramına geri dönüyoruz. Şantiyelerde, özellikle “mega projelerde” inşaatın bir an önce bitmesi ve rantın elde edilmesi için projeler nasıl sıkıştırılıyor, kısa sürede bitirilmeye çalışılıyorsa, tezgahtar veya kasiyer kadın işçiler kamerayla izleniyor sürekli verimi ölçülüyorsa (hatta tuvalete gitmemeleri için ped takmaları öneriliyorsa); çağrı merkezi çalışanlarının kaç saniyede bir görüşmeyi tamamladığı, günde kaç müşteriye yanıt verdiği saniye saniye hesaplanıyorsa, Apple fason üreticisi Foxxcon’da Çinli işçiler hıza ve yoğunluğa dayanamayıp intihar ediyorsa, Japon sermayesi karoshi hastalığını işçi sınıfına “armağan” ettiyse, makina tezgahlarında bakım-onarım için bir an bile makine durdurulmuyorsa bu düpedüz cinayettir.

Hayatı hızlı yaşayalım, daha çok sevmek, daha çok gezmek, daha çok paylaşmak, gülmek, eğlenmek için, hızlı çok hızlı yaşayalım. Yaşam çok kısa evet çok kısa, ama yüz milyonlarca insan yaşamını yaşamaya değil, sermaye için üretmeye, hem de çok hızlı, onları tüketen, yıpratan, öldüren bir şekilde vakfediyor, vakfetmek zorunda kalıyor. Ama bu zorunluluk bize bir ucundan özgürlüğün de kapısını aralıyor, özgürlük zorunluluğun bilincine varmaktır ve bundan kurtulmaktır!

İşçi sınıfı çok yaşasın, ama çok derken uzun yaşasın, torunlarını, torunlarının çocuklarını hatta torunlarını görsün, hayal ettiği dinginliğe ulaşsın. Biz başka alem isteriz derken çok da farklı bir şey istemiyoruz. Hızlı yaşayalım, geç ölelim, cesedimizi boşverin ardımızda bıraktığımız anılar güzel olsun.

Kaynaklar

Belek, İ., (2010). Esnek Üretim Derin Sömürü, Yazılama Yayınları.

Engels F. (1845). Kişisel Gözlemlerden ve Sağlıklı Kaynaklardan, İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu, Eriş Yayınları, Birinci Baskı, Ankara, Sayfa 176-206 (Friedrich Engels’in Die Lage der arbeitenden Klasse in England (1845) eserinden)

Gürcanlı, G.E, 2014, İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü, Yazılama Yayınevi

Marx, K, (1841). Demokritos ile Epikuros'un Doğa Felsefeleri, Sol Yayınları, 2000, Ankara (Differenz der Demokritischen und Epikureischen Naturphilosophie, Doctor der Philosophie)

Yücesan-Özdemir, G., 2014. İnatçı Köstebek, Çağrı Merkezlerinde Gençlik, Sınıf ve Direniş, Yordam Yayınları

http://www.evrensel.net/haber/274733/antepteki-is-cinayetinin-altindaki-gercek-makine-1-5-saat-durmasin-diye

http://www.evrensel.net/haber/274682/borusanda-feci-is-cinayetine-yonetimden-yapacak-bir-sey-yok-dua-edin-yaniti