İdeolojik mücadele derken...

Hayatın her alanında olduğu gibi siyasette, ideolojide ve teoride tasnif (kategorizasyon, bölümleme) yapıyoruz.
 
Tasnif, çevremizde karmaşık, iç içe geçmiş görünen olguları anlayabilmek ve anladığımız olgular toplamıyla ilişki biçimimizi belirlemek için gerekli. 
 
Siyaset-ideoloji-teori alanında da çevrendekini anlama ve ilişki biçimini belirleme işi elbette önem taşıyor. 
Sosyalist siyasette tasnif daha Komünist Parti Manifestosu'ndan itibaren gündemimizde. 
 
Manifesto, komünist tarafın diğer sosyalist akımlarla farklarını ortaya koyup kendi kimliğini tarif etmek ve bu akımlarla ve işçi sınıfıyla ilişki biçimini geliştirmek üzere tasnif yapmıştır. Gerici sosyalizm, burjuva sosyalizmi, ütopik sosyalizm gibi tanımlara başvurur. 
 
Türkiye'de 60'lardan bugüne gündemimize gelen çeşitli tasnifleri hatırlayalım:
 
Milli Demokratik Devrim (MDD) tezini savunanlar-Sosyalist Devim (SD) tezini savunanlar..
 
Yeni Sol (Avrokomünizm)-Geleneksel Sol.
 
Devrimci Demokrat-Sosyalist Sol.
 
Ulusal Sol-Liberal Sol-Sosyalist Sol.
 
Manifesto'dan itibaren, neredeyse tüm tasniflere konu olan sol kategoriler, o ya da bu biçimde varlıklarını sürdürüyor.
 
Yani Burjuva Sosyalizmini ya da Milli Demokratik Devrim tezini savunan birileri hâlâ mevcut.
 
Ancak bugün, sol içerisindeki mevzilenme ve buradan yola çıkarak toplumsal alandaki mücadelenin belirlenmesi işleri, bu kategoriler üzerinden yapılmıyor. Yani Milli Demokratik Devrim tezi, her ne kadar birileri tarafından sahiplenilse de bunun ideolojik ve siyasi izdüşümleri, bir mücadele konusu olmayı gerektirecek önemi taşımıyor. 
 
Öyleyse tasnif söz konusu olduğunda işlevsellik ilkesi de devreye giriyor.
 
Her yeni tasnif, bir öncekinin bilgisini içeriyor, o bilgiyi kapsayıp aşarak yeni bir tanım yapıyor. Güncel ihtiyaçlara karşılık gelen yeni tanımlar oluşuyor. 
 
İddiamız şudur ki, Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu dönem bir yeni tasnif ihtiyacını dayatıyor.
 
Türkiye'de sosyalist sol kendine alan açmak ve içinden geçilen sürece müdahale etmek istiyorsa, birkaç işi bir arada yapmak zorunda. Burada yalnızca iki tanesini dile getirmekle yetineceğim. 
 
Birincisi, Türkiye topraklarıyla, Türkiye tarihiyle, onun ilerici değer ve dinamikleriyle sağlıklı bir ilişki kuracak.
 
Özellikle 12 Eylül'den sonra solun kendi topraklarıyla kurduğu ilişkide zorunlu olarak yaşanan tahrifat, "bu ülkeye ait olmama" hissiyatı ve bunun getirdiği dışsallık değişmeli. Bu; bayrak, cumhuriyet gibi kavramlar ekseninde yıllarca yürütülen manasız tartışmalar döneminin artık kapanması anlamına geliyor. 
 
İkinci olarak sol, aydınlanma kimliğinin taşıyıcısı, onu yeniden üreten bir ideolojik-politik kavga yürütmek zorunda. Burada bir yandan, hem Türkiye'nin hem de dünyanın aydınlanma birikiminin içselleştirilmesi, öte yandan, yeni bir aydınlanma kavgasının "özgürlük" kavramı ve halkçılık ile ilişkisinin yeniden kurulması gerekiyor. 
 
"Türbana özgürlük" eylemleriyle anılan bir dönemde, örneğin, bu ilişki başka türlü kuruldu. Böyle olması gerekirdi. İşimiz daha zordu ama sağlıklı bir yanıt üretebildik. 
 
Ancak şimdi, kadın sorunu, eğitim sorunu, yaşam tarzına müdahale sorunu gibi ülkenin çok yakıcı meselelerinde özgürlüğün aydınlanmaya, aydınlanmanın da özgürlüğe ne çok ihtiyaç duyduğu geniş kesimlerce anlaşılmış oldu. 
Başka bir dizi işimiz de var elbette... Hatta belki bir bölümü daha büyük önem taşıyor. Sınıfın örgütlenmesinde hangi bölmelerin öncelik kazandığı sorusuna yanıt vermek, güncel ihtiyaçlara karşılık verecek şekilde bağımsızlık talebinin altını doldurmak, Türk-Kürt kardeşliği üzerine inşa edilecek bir geleceğin temellerinde söz sahibi olmak gibi...
 
Öte yandan yukarıda (bir) ve (iki) şekilde belirttiğim sorunlar hiç de yabana atılır cinsten değil.
 
Özellikle Türkiye'nin son 4-5 yıllık sürecinin, İkinci Cumhuriyet yalpalamasının beraberinde getirdiği bu yeni ihtiyaçlar bizim tasnifimizde de bir değişiklik gerekliliğini ister istemez beraberinde getirecektir, getirmiştir. 
Daha önce de yazmıştık. Ulusalcılık, örneğin, ya da ulusal sol kategorisinin varlığını sürdürüp sürdürmediği oldukça tartışmalı bir konudur. 
 
Bir dizi direnişle birlikte, Haziran Direnişi'nin ardından ulusal solculuk diye bir ideolojik kategori, siyasi çözümleme ve müdahale ihtiyacımız açısından işlevliliğini kaybetmiştir. Örneğin Cumhuriyetçi hassasiyet, Haziran Direnişi'nde çok belirleyici bir rol oynamış ancak, bu hassasiyete sahip kitlelerin direnişe katılımı ile hem baştaki Gezi Parkı'nı savunma ölçeği, hem de "ulusal sol" kategoriye ait negatif unsurlar alt üst olmuştur.
 
Ulusalcı sol kategorisinin taşıyıcısı siyasi özne(ler) bu alt üst oluşa ve altlarından kayan zemine çare üretememişlerdir.   
 
Liberal sol için de durum çok benzerdir. 
 
"AB'ye evet", "türbana özgürlük", "darbeye dur de", "yetmez ama evet" dönemleri zaten geride kalmıştı. Akademide, yayıncılıkta, basında hegemonik bir güce sahip, özgürlük kavramını iğdiş eden ve bu kavramla ilişkimizi ister istemez farklı kurmamıza neden olan sol liberalizm yenilmişti. Yine uzun direniş dönemi ve nihayet Haziran Direnişi, sol liberallere Türkiye'nin kaç bucak olduğunu bir daha geri dönülmez bir şekilde gösterdi.
 
Burada bir noktaya dikkat çekmek isterim. 
 
Yukarıda söylediklerim, "liberalizm diye bir şey yok", "ulusalcılık diye bir şey yok" şeklinde okunmamalı. 
 
Esas mesele şudur:
 
Dönüşen bir cumhuriyetçi bir damarın temsiliyetini üstlenmek istediğiniz, özgürlük ile laiklik arasındaki bağları kuvvetlendirebileceğiniz bir dönemde, birincil ideolojik mücadele konuları olarak liberalizm ve ulusalcılıkla mücadeleyi başa yazmanız yanlış olur.
 
Sol-sosyalist kimliği cumhuriyet hassasiyetine sahip ya da özgürlüğü/özgürlükleri için mücadele eden kesimlere mesafe üzerinden inşa etmek mümkün değildir. 
 
Daha önce birkaç defa daha yazmıştım, tekrar etmekte bir sakınca görmüyorum. Kendini üçgenin ortasına yerleştirip, köşelerdeki unsurlara atışlar yaparak bir siyasi-ideolojik mücadele dönemi, özellikle de liberal-ulusal sol tanımları bakımından kapanmıştır. 
 
Üçgenin ortasındaki nokta ancak, yukarı doğru bir hareketle yani, yukarıda kimi kodlarını verdiğimiz ideolojik çerçeve içerisinde vereceği siyasi mücadeleyle, köşelerde boşluğa düşmüş cumhuriyetçi ve özgürlükçü unsurları ortak bir mücadeleye taşıyabilir.

Bir bakarsınız üçgen, piramit olmuş.


Not: Devrim tartışmasını önümüzdeki Perşembe günü bu köşede siyasal ve ideolojik mücadelenin söylemi-dili konusuyla sürdüreceğiz.