İç savaş: Yazgı mı anahtar mı?

ABD Erdoğan’ın üzerine gözünü daha da karartıp gider mi? AB ile ipler tamamen kopar mı? İktidar, dışarda savaş kartına başvurur mu? Kürt siyasetiyle yeniden masaya oturulur mu? Ülke 2019 seçimlerini görebilecek mi? Türkiye “batı ekseninden” kopup sahiden Avrasyacı olur mu? Bir iç savaşa sürüklenir mi? Akşener hareketi “merkez sağı” toparlayabilir mi? Rejim, Kılıçdaroğlu’nun kendisidâhil kapsamlı bir CHP operasyonuna gerçekten niyetli mi?

Bu sorulara başkaları da eklenebilir.

Bir ülkenin uzun ve orta vadeyi geçtik yakın geleceğinin bu ölçüde belirsizliklerle dolu olması, yanıtları tartışmalı bu kadar çok sorunun ortalıkta dolaşması normal bir durum değildir.

Durum buysa, iki başlık üzerinde durulması gerekir: Bu “anormalliğin” asıl kaynağı nedir ve durumu sadeleştirecek bir anahtar bulmak mümkün müdür?

***

Anormalliğin kaynaklarından biri, dünyanın bugünkü ahvalidir.

Dünya kapitalizminin, ülkelerdeki “uçları”, “aşırılıkları”, yerleşik standart dışı yönelimleri belirli bir merkeze çekip orada evcilleştirmeye yarayan siyasal ve ideolojik donanımı artık eskimiş, önemli ölçüde etkisizleşmiştir. Günümüzde merkezkaç yönelimler görece ağırlık kazanmıştır.

AKP rejimi, dünya kapitalizminin bu durumunun farkındadır; kendisi için bir fırsat olarak değerlendirmektedir ve şansını denemeye kararlı görünmektedir. Aslında mevcut durum dünya kapitalizminin “yeni normali”dir; dünya ölçeğindeki yeni normalin ülkelerde “anormallik” şeklinde yansıma bulması ise “normal” sayılmalıdır.

Türkiye’de olduğu gibi…

“Anormal” görünenin ikinci kaynağına,sıkça dile getirilenlerden biraz daha farklı bir noktadan yaklaşmaya çalışacağız:

Türkiye’de yakın geleceğe ilişkin belirsizliklerin ve soru işaretlerinin bu kadar ağır basması, rejimle muhalefet arasındaki ilginç bir “dengenin” ürünüdür. Rejime yönelik muhalefetin azımsanamayacak niceliği, ülkenin önemli merkezlerindeki ağırlığı ve zaman zaman sergilediği kararlılık ile örgütsüzlüğü, dağınıklığı ve amorfluğu arasındaki uyuşmazlık, rejimi kimi tercih ve niyetlerinde ihtiyatlı davranmaya, hatta kararsızlığa zorlamaktadır.

O zaman, “biraz daha farklı” dediğimiz bakış açısı şudur: Türkiye’nin bugün yaşadığı belirsizlikler, rejimin kendi sıkışmışlığı, tıkanmışlığı ve kafa karışıklığı kadar, karşısındaki muhalefetin durumunun, giderek oradaki kafa karışıklıklarının sonucudur. 

Böyle mi gidecek?

***

Yazının en başında sıralanan soruları tek tek ele alıp olur ya da olmaz gibi yanıtlar çıkarmaya çalışmak elbette mümkündür.

Ancak, bu yanıtların bir bütünlüğe işaret etmeden kendi bölmelerinde yalıtık kalmaları da bir o kadar mümkündür.

Böyleyse, tekil soruları hem bütünleştirecek hem de sadeleşme sağlayacak bir anahtar bulunabilir mi?

Bulunabilir diyoruz ve anahtar kavram olarak “iç savaşı” öneriyoruz.

Lütfen dikkat: Burada, mutlak bir determinizmle Türkiye’nin bu noktaya sürüklendiğini, iç savaşın kaçınılmaz olduğunu söylemiyoruz. Gündemde olan ve asıl ağır basanın iç savaş merkezli bir temrin, deneme ya da test olduğunu vurguluyoruz. Diyoruz ki iç savaş bugün çeşitli yönelimlerin ve olasılıkların, gündemdeki soru işaretlerinin çevresinde biriktiği bir düğüm noktasıdır.

Örneğin çok yakınlarda Hatun Tuğluk’un defni sırasında yaşananlar, özellikle İçişleri Bakanı’nın sergilediği tutum, bir iç savaş temrini ya da testidir. Önünü açacaksın, nereye gidiyor/gidebilir bakacaksın, sonra gerekirse fren yapıp ilerisi için dersler çıkaracaksın…

Evet, iç savaş: Bir yerde salt “ihtimal dâhilinde” oluşuyla daha da keyfi dayatma ve zorlamaları davet edecek, bir başka yerde ise belki de sonucundan mutlak emin olunduğu için denenecek bir anahtar…

Akla yakın görünüyorsa, bu söylenenler muhalefet açısından ne anlama geliyor?

Bir, “işler buraya gidiyor, aman olmasın” deme yolu, bir de “bu yola izin vermeyiz, zorlarsan da başına yıkarız” yolu vardır. Rejim, muhalefetin birinci yolu seçmesini istemekte, bunun için temrinlere, denemelere yönelmektedir.  İkinci yol ise “hodri meydan”, “pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” demek değildir.

Rejimi ülke bir iç savaşa sürüklenmeden geriletip bu rejime son vermenin en etkili yoludur.

Ancak elbette, örgütlenmek, amorfluğu “çeşitlilik” saymayıp bundan bir an önce kurtulmak koşuluyla…