Hikmet Kıvılcımlı’nın “18 Brumaire”i

Birkaç gün önce İstiklal’de karşılaştığım, uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım, “27 Mayıs’ı devrilen DP’lilerin bakış açısından yazmışsın ama bu yeter mi?” dedi. Demek görüşmesek de yazılar aracılığıyla haberleşmemiz sürüyordu, Samet Ağaoğlu’nun Yassıada kitabı üstüne yazdıklarımı okumuştu. Sorusunun cevabını kendi verdi. “Günümüzde zaten 27 Mayıs sistemin ideologlarınca hep onların bakış açısından anlatılıyor. Son elli yıllık tarihimizin günah keçisine dönüştürüldü. Sen asıl olayı tarihsel maddeciliğin bakış açısından ortaya koyan Hikmet Kıvılcımlı’yı okumalı ve onun dobra analizini gündeme getirmelisin.” Bir yazar için okurdan emir almak da böyle bir şey olmalıydı. Neyi nasıl yazacağına kadar adamı hizaya getirirler işte böyle.

Arkadaşım devam etti: “Hikmet Kıvılcımlı’nın ’27 Mayıs ve YÖN Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi’, Marx’ın ‘Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i’yle benzeştirilse yeridir. Lois Bonaparte’ın 1848 Devrimi’nin sınıfsal gelgitleri içinde nasıl iktidarı ele geçirdiğini inceleyen Marx’ın yaptığını, Kıvılcımlı, 27 Mayıs’la iktidarı ele geçiren genç subayların, bunu nasıl finans-kapital’in adamlarına teslim ettiğini göstererek yapar. Örgütsüz, programsız, iktidar perspektifsiz devrimlerin nasıl yenilgiyle sonuçlanacağını tarihsel gerçeklerin ışığında özümsemek için her iki kitabı karşılaştırmalı okumak gerekir. Sınıfların devrimdeki konumlanışını olayların akışı içinde görmek isteyene bu iki kitap olağanüstü veriler sunar.” Ev ödevimi almıştım, ne diyeceğimi bilemedim. Arkadaşım hızını almış Marx, Hikmet Kıvılcımlı diye nutkuna devam ediyordu. Söyledikleri önemliydi. Ev ödevime bir an önce başlamak için izin istedim.

Asker ve siyaset iç içeliği
Hikmet Kıvılcımlı’nın Türkçenin incelikleriyle yüklü şimşekli polemik üslubu gerçekten de ilaç gibi geldi. Tarihsel maddeci bakış açısının doğruları kestirmeden, apaçık ortaya çıkaran, bilinci ablukaya almış sisi pası dağıtan bir etkisi var. Burjuva biliminin, politikasının, hatta sanatının 50 yıldır 27 Mayıs’la, “ordu ve siyasetle” ilgili ezbere dönüştürdüğü safsatalar, Kıvılcımlı’nın kitabında, yüzlerce yıllık bir tarihsel sahnenin ışığına getirilince tuzla buz oluyorlar. 

Son on yılın gözde kavramı, AKP muhiplerinin bir maymuncuğa dönüştürdükleri “askeri vesayet”in ne boş bir kavram olduğunu biliyoruz ama hangi sınıfsal çıkarların üzerini örttüğünü Kıvılcımlı’nın şu yazdıklarında apaçık görmek mümkün. “Asker: Finans-Kapital politikasına kul köle oldukça bu ‘siyaset’ yapmamak oluyordu. Asker, Halk ve Devrim yararına sosyal sınıf ilişki ve çelişkilerini mi değerlendiriyor? Aman Tanrım! Yangın var! SİYASET yapılıyor, maazallah ‘asker siyasetle iştigal ediyor.’ Bu kıyamet alametini yazdıysa bozsun. Tü, tü, tü!.. Tövbe estağfurullah: SİYASET ha? Asker dediğin yalnız gericiliğin ve sermayenin emrine sokulmamış ‘siyasi pozisyon içinde bulunan teşekküller’i kovuşturabilir. Yoksa dünya batar. Asker siyasetle… asla ve kat’a, ne münasebet, ölse uğraşamaz, zinhar!” (Hikmet Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve YÖN Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, s. 262, Sosyal İnsan Yayınları, 2008, İstanbul) Boş lafa gelince, askeri, siyasetin dışında gören ve gösteren liboşlara, Kıvılcımlı’nın saptadığı şu temel gerçeği tekrarlamak yeterli: Bizim iki yüz yıllık yakın tarihimizi alırsak, askerin başında veya içinde bulunmadığı köklü bir siyasi dönüşüm yoktur. Bu nedenle, en yakın dönüşümlerden biri olarak,  27 Mayıs dersini çalışmak daha da önem kazanıyor.

Kıvılcımlı’ya göre 27 Mayıs hareketi, tarihsel ve toplumsal çelişkilerin zorlamasıyla ortaya çıkan, ancak siyasetin yönünü halktan yana çevirerek gelişebilecek ve ileriye açılacakken, yapanların küçük burjuva sınıfsal konumlarının kaypaklığı nedeniyle bunu başaramayan ve yenilgiye uğrayan bir ihtilaldir.

Hükümeti devirmekten kolayı yokmuş
27 Mayıs, her devrimin en yakıcı sorusuna yanıt vermeyi becerememiştir; iktidarı hangi toplumsal sınıf açısından alacaktır? 27 Mayıs’ı yapanlar,  “Yaptıktan sonra fark ettiler ki, hükümeti devirmekten kolayı yokmuş. Asıl güç olan şey, devrilenin yerine hangi hükümetin, hangi düzenin geçebileceğini bilmektir.” (s. 130) Hikmet Kıvılcımlı’nın, Osmanlı’dan yola çıkarak “kapıkulları” dediği devlet çalışanlarından oluşan Silahlı Kuvvetlerin genç subayları, “hükümet, düzen, iktidar” sorununu görmek istemedikleri için, kolayca aldıkları iktidarı, yedi bin yıllık sömürücü politikanın bilgi ve deneyimini taşıyan “finans-kapital” ve onun bağlaşığı “tefeci-bezirgan” sermayeye trajik biçimde teslim etmiştir. Kıvılcımlı döne döne bu gerçeği vurgular. Askerin siyasetle ilişkisinin emekçi sınıflar açısından yasaklandığı bir tabuyla yetiştirilmiş subaylar topluma sınıf çatışmalarının sahnesi olarak bakmaktan kaçtılar. Nasıl kaçmasınlar; “Modern toplumda burjuva tehakkümüne karşı çıkan tek İKTİDAR alternatifi, Proleterya Sosyalizmidir.” (s. 131) Burjuva devletin silahlı gücünü oluşturan küçük burjuvalar, bu devleti yıkarak bir işçi devleti kuracak kadar devrimcileşebilirler miydi? 

27 Mayıs’ı yapanlar, iktidarı bir toplumsal sınıf iktidarı olarak görecek siyasi bilince erişmemişlerdi. Ne yaptıklarını Hikmet Kıvılcımlı yazıyor: “27 Mayıs Devrimcileri bu çok aşırı basit gerçeği akıllarına getirmeden bir iktidarı devirdiler. Devrilen Finans-Kapital iktidarı mıydı? Açıkça oydu. 27 Mayısçılar öyle sanmadılar. ‘Kişileri’ devirdiklerine inandılar. O kişi kuklaları oynatan sınıfları görmediler.” (s. 131) İktidarda kişiler gördükleri için daha sonra onların benzeri kişilerle bir araya gelmekten ve aynı sınıfın çıkarına ortak işler yapmaktan kurtulamadılar.
Hikmet Kıvılcımlı, ilk baskısı 1970’te çıkan kitabında, 27 Mayıs’ta içkin ya da onunla gelen YÖN ideolojisini de inceliyor. 27 Mayıs gibi, YÖN de toplumu sınıflar ve düzen açısından net çizgilerle görmeyi beceremiyor. Kıvılcımlı, YÖN’ün “batılılaşmak” hedefi güderken, kapitalizmden başka bir şey demiş olmayacağını gösteriyor. “Devletçilik” programının eleştirisini, Türkiye tarihi ve Avrupa tarihi açısından bakıldığında, “Finans-Kapital”in “fideliğini” oluşturmaktan başka bir sonuç vermediği gerçeğine dayandırıyor. 27 Mayıs’ta gördüğümüz sınıfsal belirsizlik YÖN hareketinde de benzeri bulanık ve içiboş kavram ve programlara götürüyor. 

Polisiye kurgusuyla sınıf mücadelesi
Yazar 27 Mayıs’ı anlamaya ve anlatmaya çalışırken, hareketin önemli adamlarından Dündar Seyhan’ın “Gölgedeki Adam” adıyla yayımlanan anılarından çokça yararlanıyor. Kıvılcımlı, anılar, 27 Mayıs’çıların açıklama ve mektuplarından alıntılarla olayların gelişimini bir polisiye romanın heyecanlı kurgusuyla sınıfsal analizlere dönüştürüyor. Milli Birlik Komitesi’nin kendi içinde bölünmesi, 14’lerin tasfiyesi, Silahlı Kuvvetler Birliği’nin kuruluşu, subaylar ve paşalar arasındaki iktidar oyunları bu analizlerde toplumsal anlamına kavuşturuluyor. Satır aralarında, Kıvılcımlı’nın, 27 Mayıs’çıların devrimci cesaretine sevgisini de okuyabiliyoruz.

“Bu trajediyi, Gölgedeki Adam’ın hatıraları sonunda polis romanından daha heyecanlı akışıyla okuyabiliriz” (s.258) diyerek Kıvılcımlı da, polisiyeye benzetiyor. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan ayaklanmanın bedelini canıyla ödeyerek trajedinin bireysel cephesini simgeliyorlar. 

Trajedinin toplumsal anlamı ise çok daha acı; 27 Mayıs’ı yapanlar tarihsel, toplumsal ve sınıfsal yetersizlikleri nedeniyle devirdikleri iktidarı, yine aynı sınıfa teslim ediyorlar. 27 Mayıs karşıtına dönüşüyor. Kıvılcımlı neredeyse her cümlesinin altı çizilecek kitabında toplumsal sınıfları görmeyen 27 Mayısçıların düştükleri durumu şöyle çiziyor: “Öylesine görmediler ki, iş başa düşünce, devirdikleri adamların halkı kandırıp sömürme aygıtlarını ve avadanlıklarını yerden kaldırıp, yapma solunumla dirilttiler. Ve iktidarı bu Finans-Kapital dikta araçlarına kendi elceğizleriyle teslim etmeyi en akılcıl işi saydılar.” (s. 131) 

Sermaye sınıfı, tarihsel siyasi birikimi ve deneyimiyle daha 27 Mayıs bitmeden, 27 Mayıs’ın mezarını kazmıştı. Tasarruf bonoları ve köylüye arazi vergisiyle, 27 Mayıs’a, halkı kendi aleyhine döndürecek ve sermayeye kaynak aktaracak kararları aldırmışlardı bile. Sonraki tarihimiz 27 Mayıs’la hesaplaşma tarihi olarak da okunabilir. Bu tarihi okumaya Hikmet kıvılcımlı ile başlamak ufku keskin bir sınıfsal bakışa ve yüzlerce yıllık bir Türkiye tarihine açıyor.