Haziran Hareketi'ne dair kaygılar

Türkiye’nin gündemini, Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturması, Cemaat operasyonları, AKP ile Kürt siyaseti arasında devam eden müzakere süreci,  gericiliğin toplumsal hayata, piyasacılığın kamusal değer ve varlıklarımıza saldırıları, Erdoğan’ın ipe sapa gelmez çıkışları, yaklaşmakta olan ekonomik krizin ayak sesleri ve bölgenin her geçen gün daha da kırılgan hale gelen dengeleri belirliyor.

Bu gündemlerin tozu dumanı arasında ilk toplantısını yaptı Haziran Türkiye Meclisi.

49 ilden 1500 delegenin katıldığı Türkiye Meclisi toplantısıyla, haziran direnişine damgasını vuran toplumsal siyasal itirazların, dayanışmanın, gericiliğe ve faşizme karşı direncin, rejime alternatif örgütlenme ve temsil arayışının somutlanacağı güçlü bir halk hareketi için ilk adım atılmış oldu.

Dumanı dağıtacak, yıldız-poyraz başladı da diyebiliriz.

Kuruluşun yarattığı heyecan ve umut, harekete dair beklentiyi artırıyor. Bu çok değerli fakat ara sıra beklentilerle, kuruluşun ihtiyaç ve özgünlükleri arasında ortaya çıkan doğal gerilimin, hareketin geleceğine dair bazı kaygıları da tetiklediğini gözlemleyebiliyoruz. Haziran gibi büyük toplumsal siyasal iddialara sahip bir harekette kaygılar eksik olmayacaktır. Bu anlaşılır olmakla birlikte, bazı değerlendirme ve yaklaşımları ortaklaştırmak belli başlı kaygıların giderilmesi için de önem taşıyor. Kaygıların karamsarlık üretmesine ve karamsarlığın umudu tüketmesine izin vermemek gerekiyor. 

Birinci kaygı, hareketin toplumsal düzlemde henüz ses vermemiş olması ile ilgili. Buraya bakarak, Hareketin mayasının tutup tutmayacağı sorusu soruluyor. Açık söylemek gerekirse erken bir kaygı olduğunu düşünüyorum.

Forumlar ve yerel meclis toplantıları, harekete desteğini ilan eden siyasi yapıların üye ve destekçileri dışında, birçok örgütsüz insanı ve yerel önderi bir araya getirdi.  Haziran henüz yolun başında güçlü yerel kuruluşlar gerçekleştirdi. Türkiye’nin mevcut gerçekliğine seslenebilmek için hazırlıklarını tamamlandı. Gerçek tartışmalar yürüten, gerçek toplumsal mevzilere göz diken, sade ve iddialı hedeflerle toplumun karşısına çıkıp,  başladığı işi bitirmek isteyen bu birikim önemsenmelidir.

Bu birikim Türkiye Meclisi toplantısında, toplumsal dinamiklerle buluşma ve bir an önce halkın gereksinmelerine karşılık gelecek bir siyasi çıkışın önderliğine soyunma heyecan ve kararlılığına sahip olduğunu gösterdi.  Bu mayanın tuttuğunun göstergesidir. 

İkinci kaygı, solun bazı hastalıklarının harekete sirayet etme riskiyle ilgili. Haziran yoldaşlığının yerini küçük hesapların alabileceğinden, bunun harekete zarar vereceğinden korkuluyor. 

Açıkçası yersiz bir kaygı olduğunu düşünüyorum. Gerekçesi solun küçük hesaplarla işinin kalmadığına dair bir kanaat taşıyor olmamdan kaynaklanmıyor. Küçük hesapların Haziran hareketini değil, hesap sahibini bitireceğine dair değerlendirmemden kaynaklanıyor. Çünkü Haziran’ın mevcut insan birikimi, örgütlü solun bu güne kadar tek başına yanından dahi geçemediği, çok geniş bir toplumsal alanda, hareketin siyasal iddialarının karşılığı olduğunu görüyor.  Bu sadece Haziran’da birleşenlerin iyimserliği diye düşünülmesin. Halkın, gerektiğinde barikata koşmayı bilmiş, polis şiddetinden nasibini almış ama boyun eğmemiş, gericilik belasına hiçbir koşulda teslim olmamayı kafasına takmış çok geniş bir bölmesi de birlikte mücadelenin kazandırdığını, tek başına olmanın kaybettirdiğini biliyor ve en az Haziran direnişi kadar “ciddi”  bir hareketin parçası olmak, örgütlenmek istiyor. Büyük iddiaların ve ölçeklerin gerçekliğinin olduğu “ciddi” bir yerde, küçük hesapların şansı yoktur. Buna güvenmek gerekiyor. 

Üçüncü kaygı ise ikinciyle bağlantılıdır. Samimi bir şekilde toplumsal dinamiklerle buluşmayı arzulayan kesimlerin, solun Haziran’dan yeterince ders çıkaramadığı ve mevcut tarzlarla bu işin başarılamayacağına dair kaygıları olarak özetlenebilir.

Bu kaygıların da tek başına “güven” ile aşılamayacağı doğrudur. Çünkü söz konusu “yenilenme” olduğunda bazen solun örgütlü kesimlerinin sağcıları aratmayacak ölçüde “muhafazakâr” ve “ben bilirimci” olduğu sır değildir.

Fakat ikinci örnekteki kaygıların giderilmesine dair önerdiğim formül burası için de geçerlidir.

Siyasi partilerin köklü ve gelişkin örgütlenme formları olduğu su götürmez bir gerçek. Söz konusu iktidarın bir sınıfın elinden sökülüp alınması olduğunda, henüz insanlığın işçi sınıfı partilerinden daha gelişkin bir örgütlenme aracına sahip olmadığını da eklemek yanlış olmayacaktır.  Fakat bugün mevcut sınıf partilerinin, AKP rejiminin alaşağı edilmesi görevi için tek başlarına yetersiz kaldıkları da bir gerçek. Haziran hareketi bu sade görevin güncel ihtiyaçlarına yanıt üretmek üzere kuruldu. Kuruluşa dair bu yaklaşım, aralarında “derin” stratejik ayrımlar olduğunu varsayacağımız özneler için bile temel doğrudur. Bu nedenle Haziran Hareketini belirleyen, ayrım noktalarını değil, ortak mücadele öncelikleridir. Ortak mücadele, ortak değerlendirme ve ortak tavır almayı gerektirir. Herhangi bir konuda, herhangi bir kişi ya da kurumun, hareketin bütününe mal edilmemiş bir “değerlendirmeyi” hareket adına taşıması da, bunu bir tavra dönüştürmesi de mümkün olmayacaktır. Haziran’ın değerleri bellidir ve bu değerlerin yarattığı yoldaşlık hukuku, bazı örneklerde, örgütlenme fikrine bile zarar veren hastalıkları alt etmeye muktedirdir. Gerisi “aramayı” bilenlerin ustalığına kalır. İleri bir mücadele hukuku nasıl tesis edilir diye soranların Haziran direnişine bakmaları yeterlidir.

Buraya küçük bir parantez açmak istiyorum. Ortak tavır ve mücadele arayışından ortalamacılık çıkabileceğine ilişkin bir kaygı da burada yazılanlar üzerinden üretilebilir. AKP gericiliğini geriletmek ve ileri mevziler elde etmek üzere kurulan hiçbir ortaklıktan ortalamacılık çıkmaz. Buna ilk önce AKP izin vermez.

Son olarak haklı bir kaygıyı daha ifade edip bitirelim. Bu da Haziran’ın Cumhuriyetçi kuvvetler ve Kürt siyaseti arasında sıkışıp, yaklaşmakta olan “seçim” başlığının basıncı altında kalması ve bağımsız bir siyasi özne olmayı becerememesidir.

Bu kaygıları haksız çıkacak olan ise Haziran’da buluşan düşünsel kuvvettir.

Haziran’ın kapsadığı düşünsel kuvvet, dünyayı ve Türkiye’yi doğru okuma ve hareketi doğru yerde konumlandırma birikimine fazlasıyla sahip. AKP rejiminin nasıl kurulduğundan, Parlamento muhalefetinin her bir unsurunun 2.Cumhuriyetin kuruluşunda ve Haziran direnişinin salladığı rejimin tutunabilmesindeki günahlarının neler olduğuna kadar, her bir siyasal başlıkta doğrulanan bu düşünsel kuvvet, Hareketin kuruluşunu takip eden, önümüzdeki zorlu siyasal uğraklardan da başarıyla çıkmasını sağlayacak temel dinamiğidir. Haziran Hareketinin ilkeleri, haziran direnişinde ayağa kalkan milyonların mücadelesinden süzülüp gelmiş, gerçekliğini büyük halk direnişi test etmiştir.  Haziran Hareketinin geleceği, bu ilkeler belirleyici olduğu ölçüde güvencededir.

Haziran hareketinin geleceği için taşınan her kaygı değerli çünkü Haziran, karanlıktan çıkışı müjdeliyor. 

Kaygıları bir kenara bırakalım demiyorum ama karamsarlığı bir kenara bırakalım ve Haziran’ı büyütmek ve örgütlemek için kolları sıvayalım.

Görevlerinin hakkını veren bir hareket kendi gerçekliğini de bulacaktır.

2014’ü geride bırakıyoruz.

Görünen o ki, 2015 kışı zorlu geçecek ama mevsim böyle kışladığına göre, bahar yakın demektir.