Haysiyet uğrağı

Son günlerde yaşadığımız olağanüstü baskı ortamında, duygularımız, öfkemiz, kederimiz, kaygımız, coşkumuz ve evet bazen de umutsuzluğumuz dönüp dolaşıp bizi çıplak bir ‘haysiyet uğrağına’ bırakıyor.

Haysiyet uğrağı…

Bu uğrakta mücadele konumuz; bu aşağılık düzen ve onun en pespaye temsilcisi AKP rejimi, bizim pek muhtelif tefekkürlerimizi aşıp moleküllerimize, yapıtaşımıza, bizi biz yapan, bizi devrimci yapan en temel noktalara uzanıyor; tabire uygun biçimde ‘kanımıza dokunuyor’  

Öyle ki bu ortamın kişiselliklere de sarkan bir intikam arzusunu uyarması, korlu bir nefrete başrolü vermesi normal karşılanmalı. Muhtemelen bu nedenle bizi sabah uyandıran da geceleri kahırlı başımızı yastığa koyan da ‘geleceğin düşlerinden’  önce bugünün intikamı…

Şimdiye değin kahrolarak çöken bir düzen bilmesek de materyalist insanlar olarak sözümüzün ‘kahrolsun’la başlaması bununla ilgili olabilir.

Peki öfkemizi, intikam arzumuzu, ‘haysiyet davamızı’ bir kenara koymadan tüm bu baskı ortamı ve mücadelemiz hakkında biraz daha sakince düşünebilir miyiz?

Öncesini kenara koyalım.

15 Temmuz’dan beri katlanarak çoğalan bir baskı ortamı içindeyiz. Baskı rejimi bin bir surat kılıkla hayatımızda; KHK’lar, sürgünler, hapisler, her türlü fırsatçılık, şeriat talimleri, yasaklamalar, kapatmalar, engellemeler, baskılar, zorbalıklar, işkenceler, aşağılamalar ve benzeri…

Bu bin bir suratla hayatımıza hükmeden baskı ortamı karşısında bizim yaptıklarımız; basın açıklamaları, kınamalar, davalar, itirazlar, dayanışma pratikleri, toplantılar, ifşa etmeler, haberler, yazılar, tweetler, hastagler…

Bunlar oldukça önemli. Çünkü tüm bu tepkiler basitçe ‘mukavemet çizgisine’, ‘namus kurtarmaya’ ya da ‘bayrağı düşürmemeye’ denk düşmüyor. Fazlası var.

Sözgelimi proje okullar, Cumhuriyet gazetesine yönelik baskılar ya da solcu akademisyenlere yönelik cadı avı gibi gündemlerde ‘bizim küçük ve saygın protestolarımızın’ çok ötesinde dinamikler olduğu görülmüştür.

O halde kimi çıkarımlar yapmak mümkün… 

Öncelikle bugünkü ‘baskı/faşizm ortamı’ kendi türünün tipik bir örneği değildir. Bir büyük yenilginin üzerine gelmemiştir. Kaldı ki konusu ne olursa olsun yenilgi salt fiziksel zora, korkutma ve yıldırmaya dayanmaz. ‘Yenilen toplumsallığın’ rızası, o ya da bu düzeyde ikna olması önemlidir.

Örnek olsun. 12 Eylül günleri ile bugünleri kıyaslayalım. 12 Eylül faşizmi kendine solcu diyen, çekinmeden evlerini aranan devrimcilere açan aileler için bile ‘sağ-sol çatışmasının’ ‘kardeş kavgasının’ bitmesini ifade etmiştir. Peki bugün Gezi direnişinden sonra geriye çekilenler, evlerine dönenler AKP’nin herhangi bir konuda iyi şeyler yaptığını düşünüyor mu?

Bugünkü baskı/faşizm ortamına bakıldığında darbe-demokrasi söylemi,  ‘Yenikapı ruhu’, ‘pekaka terörü’ gibi oldukça başarılı operasyonlara rağmen toplumun hemen hemen yarısı hala ‘yeni Türkiye’ye ikna olmuş değildir; dahası ciddi biçimde öfke biriktirmektedir.

Öfke biriktirenler şimdilik haberleri izlememekte, evlere çekilmekte, sosyal medyaya bile pek bulaşmamakta ve ‘olaylara karışmamakta’ kararlı görünüyor.  Bu kararlılığı Ayşe Düzkan’ın da belirttiği gibi yalnızca bizim ‘korkmayacağız, yılmayacağız’ sloganlarıyla değiştirmemiz pek de mümkün görünmemekte.[1]

İşte asıl soru biz bu insanların pelteleşmesini, öfkelerini kabuğunun altında heba etmesini nasıl engelleriz sorusudur.  Gezi direnişinde hissettiğimiz o muhteşem duygu ‘bir toplum olma’ duygusu ise bugünün sorusu ‘biz nasıl yeniden bu insanlarla bir toplum olabiliriz’ sorusudur.[2]

Yaman bir sorudur. Evlerine çekilenleri artık birer cesaret örneğine dönüşen sıradan basın açıklamalarına bile niye katılmadıkları üzerinden suçlayacak ya da onlara cesaret telkin edecek değiliz. Diğer yandan bu insanları bir arada tutmanın, gündelik yaşamın kılcallarında üreten, başka bir ‘toplumu’ gösterebilen işlere örgütlemenin mümkün ve çok önemli olduğunu bilmek durumundayız.

Üstelik yaşam alanları ile makro politikalar arasındaki mesafelerin kısaldığı sözgelimi laiklik düşmanlığının bir anayasa maddesinden çok kendini mahalledeki tarikat okulunda gösterdiği bir momentte bu işlerin politik önemi artmaktadır.  

İnce ince ilmik ilmik örmek zorundayız…

İşte o zaman Figen Yüksekdağ’ın gözaltına alındığında söylediği gibi her şeye rağmen şen olmaya, dirençli olmaya devam edebiliriz.


1- http://sendika11.org/2016/10/korkuyu-beklerken-ayse-duzkan/                        

2- Türkiye bir toplum mu? sorusu için bkz. http://www.birgun.net/haber-detay/turkiye-bir-toplum-mu-92688.html