“Hava kurşun gibi ağır..."

İleri – Haber Merkezi, dün bir haber geçiyor…

Haberde, “10 Ekim'de DİSK, KESK, TMMOB VE TTB tarafından düzenlenen Barış Mitingi'nde yaşanan katliama yönelik soruşturma ile ilgili olarak Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararında, "soruşturma tamamlanıncaya kadar, soruşturma kapsamı hakkında yazılı, görsel ve sosyal medya ile internet ortamında her türlü haber, röportaj, eleştiri vb. yayınların yapılması yasaktır" deniyor.

İyi ve artık pes!

Yüzü aşkın insan bir katliamda öldürülmüş, sayısı yüzlerce yaralı var. İçlerinde en az otuzunun durumu ağır ve yoğun bakımda. İşte “terör budur” diye uzmanlarının yorumlayacağı bir olayla karşı karşıyayız. Ne ki, hakkında konuşmak, dertleşmek, söyleşmek ve hatta kendi acına ağlaşmak şimdi yasak.

Şimdi sansür var!

***

Sansürü koyanlar; zanneder misiniz ki biz mazoşistiz!

Her gün felaket ve acı konuşmak bize adrenalin sağlıyor!

Yok, böyle bir şey…

Güzellikleri, sevmeyi, arıyı, balı, çiçeği hep baş tacı etmişiz…

Ama her gün kendimiz olan ölüm haberi duymaktan, her gün kendimiz ölümlere, kıyımlara, insanlık dışı uygulamalara konu mankeni olmaktan, bıktık usandık ve çoktan beri isyanlardayız…

Eee, şimdi de elinizden gelen budur…

Şimdi bir de sus, susturuladur…

Hayat sansür olsun…

***

Yoksa ben akılsız falan değilim…

Kuşkusuz soruşturmanın kapsamına giren meselelere burnumu sokmayacağım…

Yasağa uyacağım!

Ve burada münafıkça bir şeyler yazmayacağım…

10 Ekim gününün altı, üstü neydi ki…

PKK’ya ve artık büyüklerimizin uygun bulacağı falan feşmekân başka örgütlere yataklık yapmak için “barış” adında takiye bir gösteriye alet edildiğimizde…

Ve toplanıp farkına varamadan “Gar” Meydanına yürüdüğümüzde…

İşte o örgütlerin cem-i cümlesi, hem kendine (yani başbakanımız öyle diyor) ve dolayısıyla bize suikast düzenleyip havaya uçuruverdi…

Yani tam da birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu bu anda…

Memleket hükümetsiz kalmasın diye nafile seçim turlarına…

Yeniden ve yeniden çıkmaya hazırlandığımızda…

İstenen yerli, milli ve dört yüz de yetmez, beş yüz milletvekili seçmemiz gereken yerde…

Tutmuş barışa yürüyüş yapmaya kalkıyoruz!

Havaya uçunca da ölülerimize ağlaşıp duruyoruz.

Oysa şimdi ölenler öldü; kalanlarımız aldatıldığının farkına vardı…

Bize oh olsun diyorum!

Başta büyüklerimiz, hemi de büyüklerimizin istediği sansür kararını verenlerin ellerinden öpüyorum…

Doğrusu budur!

Yani büyüklerimizin dirliği için birlik ve beraberlikle onların safında sıraya geçmek gerekirken, dış mihraklı barış mitinglerinde ne işimiz olmuştur…

***

Yani insan olanın yüreği fena halde kanıyor…

Ya da insan olmak bir yanda, bu memlekette sadece kelle diye sayıldığını daha çok anlıyor.

Doğrusu klavyenin tuşları parmağıma yapışıyor…

Neredeyse yaşamaktan utanırken, boşalmış aklımdan geriye adam akıllı bir sözcük gelmiyor…

Gelmiyor da, bu tarihi katliam resminin altı biraz karıştırıldığında, bana “Haziran Direnişine” bir bayrak gösterildi gibi geliyor…

Yani derin tahliller yapacak değilim. Nasıl, kim, niye ve kime yarar gibi soruların yanıtları da işim değil!

Yani soruşturmanın kapsamına dair kelam etmeyeceğim…

O nedenle geriye bir tek “Haziran Direnişi” kalıyor…  

***

Haziran Direnişi, bu coğrafyanın turnusolüdür…

Neden diye sorarsanız, halk sınıflarının iç dinamiğinde muazzam bir dönüşüm olmuştur.

Zira egemenler, tam da o kavşakta her şeyi güllük gülistanlık zannederken, birden ahaliyi eskisi gibi yönetemediklerini görmüşlerdir.

Onlara kâbus olan bu duruma, halk sınıflarının eskisi gibi yönetilmek istememeleri eşlik etmiştir…

Birden zemberek boşalmış ve ok yaydan çıkıvermiştir.

Ahali olanca gücü ve kitlesiyle, yani kendi başının çaresine bakma güdüsüyle…

Sokaklara, meydanlara çıkmışsa da, “devrimci durum” denmesi gereken zuhurat, öncü siyaset öznesi mağduriyetinden hedefe erişememiş, iş yarım kalmıştır…

Yarım kalan işin dolu yarısına bakarsanız, ahalide korkunun öldüğü, kendine güvenin yerine geldiği ve tiranların eski gücüne bir daha bürünemediği bir kalıttır. İşin bitirilmesi sırasını beklemektedir…

O nedenle o günden bu yana Direnişin bileşenleri giderek “Birleşik” olmaya daha da çabalamış, o gün bileşen olmayanlar bile şimdi “Hareketin” yanına durmuştur…

Gar Meydanında toplanan işte budur. Tarihi kavşağa hep beraber yürümenin coşkusuna “Barış” diye bir ad konulmuştur…

İnsanlar genci, yaşlısı, kimisi çocuklarıyla bu şölene gelmişler, sonra bombalar patlamış ve kitle etten ve kandan bir yumak olup kırmızı karanfillere durmuştur…

Artık tiranların korkusunda sınır yoktur.

Ne yapılırsa yapılsın,

Korkunç ve mübarek eller toprağa dayanmış “Gar Meydanı”ndan doğrulmaktadır.

Doğrulan…

Bir sonbahar gününde içimizi ısıtan Haziran Güneşidir.

O nedenle Kanlı Meydanda Hazirana vurulmuştur…

Oysa Haziran, katilleri, tiranları tanımaktadır…

O nedenle hem yasta ve hem de isyandadır…

Bu coğrafyada insanlığı, Haziran Güneşinde ısınan insanlık vicdanı ayağa kaldıracaktır…

[email protected]