Halkın gücü ve düzen siyaseti

Devrimciler açısından seçimlerin bir yere kadar önemi olduğunu söylemek bir amentü halini almışken biz de yazmadan geçmeyelim, imanımıza dair soru işareti kalmasın.

Eklemezsek eksik kalır, üzerine konuşmanın en keyifli olduğu seçimlerden birisini geride bıraktık...  

AKP’nin seçimde istediğini alamaması bizim açımızdan sevindirici ve önemli bir gelişme. 

AKP’yi yenilgiye götüren en önemli etmenin 2013 Haziran Direnişi ile başlayan süreç olduğunu eklediğimizde ortaya çıkan sonuçta emeğimizi görmek hem sevincimizi hem de konunun önemini artırıyor. 

Düzenin sahiplerinin, en azından bir kısmının, ihtiyatlı yazacaksak en azından Erdoğan’dan eskisi kadar haz etmediği ve mümkünse kurtulmanın, olmuyorsa etkisini azaltmanın yollarını aradığı doğrudur. Buna rağmen AKP’nin yenilgisi iyidir ve esas olarak halkın eseridir.

Bu yazıyı okuyanlar arasında varsa diye altını çizerek yazayım, düzenin planları, niyetleri hatta somut kimi projeleri olmadığını söylemiyoruz. Mutlaka vardır, bunların okunması ve hatta önlemler alınması elbette gerekir. Ancak biz ne yapacağız, ne yapmalıyız, ortaya çıkan olanakları nasıl değerlendiririz diye düşünmek yerine ilk önce “aman dikkat” vb. diye başlayan değerlendirmeler yapmanın doğru olmadığını söylüyoruz.

Bu bakışın ardında yatanlar üzerine bir tartışma yapmak önemlidir ve buradan ilerleyeceksek iki başlığın önemli olduğunu söyleyebiliriz. 

Devrimci-sosyalist siyaset;

- Omurgasını işçi sınıfının oluşturduğu emekçi halkın öz gücünü abartmamalı ancak kesinlikle hafife de almamalıdır.  

- Siyasetin sadece egemenler arasındaki kayıkçı dövüşü olmadığını, egemen siyaset içindeki çelişkilerin devrimci siyasete alan açtığını da görmelidir. 

Halkın gücü

En başa şunu yazmak gerekir. 

Türkiye gibi halkın ezici çoğunluğunun örgütsüz ve olağan zamanlarda siyasal tartışmalara mesafeli olduğu ülkelerde halkın politik arenaya müdahalesi egemenlerin yönlendirilmesine çok açıktır. Özellikle kitle mücadeleleri ve kitle örgütleri deneyimleri zayıf ülkelerde bu sık kullanılan bir silahtır. Dolayısıyla bizim gibi ülkelerde, başta işçi sınıfının öncü örgütü olmak üzere emekçi halkı politik bir özne haline getirecek örgütlenmeler son derece önemlidir.  

Bu söylenenlere itiraz edilemez. Ancak siyaset ve toplumsal mücadeleler her aşaması yukarıdan tezgahlanan  ve egemen güçlerin her istediğini yapabildiği basit bir oyun değildir. 

Normal şartlarda siyasal müdahalelerin nesnesi olan toplumsal kesimlerin, siyasal süreçlere dair tepki vermesi için illa birileri tarafından yönlendirilmesi gerekseydi, kendiliğinden hareket diye bir kavramlaştırmaya ihtiyacımız olmazdı. Bunun yetersizliği ayrı bir şeydir, olmadığını-olamayacağını söylemek ayrı bir şey...

Özetle halkın gücünü küçümsememek ancak o gücü programlı, örgütlü, birleşik bir güce dönüştürmek üzere çaba harcamak gerekir. 

Devrimci bir hareket esas olarak yoksul-emekçi halka, işçi sınıfına yaslanmak durumundadır. Bugün omurgasını işçi sınıfının oluşturmadığı hiçbir politik özne gerçek anlamda bir kurtuluşun, devrimin, sosyalist devrimin öncülüğünü yapamaz. Temel görevimiz, emekçi halkın öfkesini örgütlü kılmak. Halkın örgütlü öfkesinin politik temsilcisi olmaktır. Bu olmazsa hiçbir şey olmaz.

Düzen siyaseti

Yukarıdaki son cümleden devam ediyoruz. Hiçbir devrimci özne sadece işçileri, yoksulları örgütleyerek devrim yapamaz.

Böyle söylendiğinde kulak tırmaladığını, hatta iğreti ettiğini de kabul ediyorum ancak gerçek bu. 

Türkiye’de sol uzunca bir süredir esas olarak kendisini egemen sınıf içindeki çatlaklarda konumlandıran, halkın, emekçilerin içinde gerçek bir güç, gerçek bir örgütlenme arayışında olmayan kesimlerce temsil edildiği için pek çok devrimcinin bu siyaset tarzından bıktığını da biliyorum. Yine de bugün, siyasal mücadelenin bu yanının öneminin altını çizmek zorundayız.

En önemli referansımız da Lenin’dir. Genel olarak biliniyordur, Lenin, bir sosyalist devrim için üç koşul sıralamıştır;  yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği ve devrimci bir öznenin olması.

İşte buradaki konumuz, Lenin’in yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi diye özetlediği noktadır. 

Şöyle düşünelim, AKP, ABD’nin, AB’nin ve bilumum emperyalist odağın tam desteğini arkasına aldığında, Türkiye’deki tüm sermaye grupları tam destek sunduğunda örneğin tüm tarikatlar, cemaatler tam boy arkasına dizildiğinde iktidarı devirmek imkansız olmasa bile çok zor değil midir?

Dolayısıyla oradaki çözülmeyi, çelişkileri önemsememiz gerekir.

Bir örnek daha verelim, Bolşeviklerin iktidarı alabilmesinin temel nedenlerinden birisi de emperyalistler arasındaki Dünya Savaşı değil midir? Dünya Savaşı, bizim taraflarından birisi olduğumuz bir hesaplaşma filan değildi ancak doğru politik tutum ile işçi sınıfının geniş kesimlerinin örgütlenmesi sonucunda kazanan biz olmuştuk.

Uzatmayalım. 

Tüm hesapları egemenler arasındaki çelişkiye bağlayan ve sadece oradaki gelişmelerde taraf olarak politik bir özne olduğunu sanan siyaset tarzı bizden uzak olsun. 

Bu tamamsa son olarak şunu yazarak bitirelim; düzen içi siyasal gelişmelere de işçi sınıfının güncel çıkarları ile tarihsel çıkarları arasındaki bağı kurarak müdahil olmaya çalışmadan emekçi halkı düzen dışı bir politik özne haline getirmek, politik bir odak olmak mümkün değildir. 

Bugün Türkiye’de mevcut durum, emekçi halkın ve onun temsilcilerinin politik bir odak olarak sivrilmesine daha uygun hale gelmiştir, seçimler bunu tescillemiştir. Bizim için önemli olan budur.