Hakikat Sonrası Siyaset

“Hakikat” ya da “gerçeklik sonrası” son dönemin moda kavramı…

Her alanda var mıdır, bilemiyoruz; ancak bu kavram ilk ortaya çıktığında doğrudan siyasetle eşleştirilmiştir. Tam ifadesi “hakikat sonrası siyaset”tir. Sonra, Oxford sözlüklerinin 2016 yılında bu sözcüğü “yılın sözcüğü” ilan ettiğini öğreniyoruz. Anlamı aşağı yukarı şöyle: Siyasette ortaya atılan bir görüşün, gerçeklikle ilgisinden, karşı argümanların, çürütmelerin gücünden bağımsız olarak özellikle geniş kesimlerin duygularına hitap ettiği için “tutması” ya da benimsenmesi…

Böyleyse, “neresi yeni” diye sorulabilir.

Öyle ya, örneğin İzge Günal daha yakınlarda “Fötr Şapkalı Adamlar” başlıklı yazısında özellikle soğuk savaş döneminin anti-komünist yalanlarına örnekler vermişti (İleri, 2 Eylül 2018). Yani düpedüz yalansa, açık çarpıtmaysa, bunlar öteden beri hep olagelmiştir. O zaman “hakikat sonrasının” yeniliği nerede?

Bize göre şurada:

Geleneksel yalanlar daha çok insanların yaşamadıkları, görmedikleri ve bilmedikleri mekânlarda ve zamanlarda olup bitenlerle ilgilidir. Buna karşılık “hakikat sonrası” siyasetin muhatapları, yalanın yalan olduğunu kimsenin yardımı olmadan bizzat bilebilecek durumda olan insanlardır. Bu insanlar, “hakikat sonrası siyaset” söylemlerini böyle olduğunu bile bile, bir yerlerine (olumlu anlamda) değdiği için benimserler ve doğru kabul ederler.

***

Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’de hakikat sonrası siyasetin ustasıdır.

Yıllar önce, erken Cumhuriyet döneminin demiryolculuğunu yok sayarken “sözde demirağlarla örmüşler, ne ördün? Biz örüyoruz” demiştir.   İşin garibi merhum babaları DDY mensubu olanlardan bile inanan çıkmıştır. Kim bilir, belki kendi soyadını demiryolu müteahhidi büyük amcası Nuri Demirağ’dan alan Melike Demirağ bile inanmıştır…

Isparta’daki (Süleyman Demirel) ve Zonguldak’taki (Karaelmas) üniversitelerinin kendi iktidarları döneminde açıldığını bu illerin halkına söylediğinde alkış almıştır.

İzmir’e ve Adıyaman’a havaalanı getirdiklerini söylediğinde de… 

1983’te Boğaz Köprüsü’nü “sattırmam” diyenin kim olduğu belliyken bunu diyen kişi olarak Özal’ı göstermiştir. Evet, sınırlı bir kesim öyle değil diye itiraz etmiştir; ama o dönemi yaşayanlar arasında bile inananların çıktığı kesindir.

1962 yılındaki “Küba füze krizi” sırasında Türkiye’nin ABD ile dayanışma adına ülkeye Jüpiter füzeleri yerleştirilmesini sağladığına inananların sayısı emin olun durumun böyle olmadığını bilenlerden daha fazladır.

“Hakikat sonrası siyaset” Türkiye’de tutmuş görünmektedir.

***

Buraya kadar söylediklerimizin “arkasındayız” (!)

Ancak, “ince” bir noktanın varlığına da işaret etmek gerekir: Hakikat sonrası söylem ustalığı kendine uygun ortamlar yaratmaz; uygun ortamlar, hakikat sonrası söylem ustalarını yaratır. “Peki, uygun ortamları ne yaratır” diye sorulursa da sıralanabilecek etmenlerin başında şunlar gelir:

Hepsi kapitalizmin son 30-40 yıl içindeki yeniden yapılanmasına bağlı olmak üzere, güncele mahkûmiyetin geçmiş-gelecek bağlantılarını koparması, tüm dünyada yaşanan belirsizliklerin ve kaotik ortamların (ne söylerse söylesin) “güçlü lider” arayışlarını azdırması, nerede ne zaman hangi musibeti getireceği belli olmayan küreselleşmiş kapitalizme karşı güvenli olduğu düşünülen yerlere sığınma ihtiyacı…

İzge hocanın yazısına dönersek, geleneksel yalanlar “kötünün” ya da “şeytanın” tek ve adresinin belli olduğu döneme aitti.

Günümüzde ise, düzenli bir rotasyon usulüne bağlı olmamak üzere herkes, her şey belirli bir dönemin kötüsü ya da şeytanı olabilmektedir. İnsanları bunların şerrinden ise ancak güçlü bir lider koruyabilecektir ve ne söylerse doğrudur.

Bu durumda doların son dönemdeki yükselişinin asıl müsebbibinin diyelim “Bahoz Erdal kod adlı ve Suriye uyruklu Fehman Hüseyin olduğu” söylense buna da inanan çıkacaktır…