Günlerin bugün getirdiği…

Ne günler ama… 

30 Ekim Pazar gecesini HDP Diyarbakır Eşbaşkanlarının ve eski bir milletvekilinin tutuklanması haberiyle kapatmıştık. 

31 Ekim sabahı ise Cumhuriyet gazetesine operasyon haberiyle uyandık. 

Bunların hemen öncesinde OHAL, KHK derken rektörlük seçimlerinin kaldırıldığını öğrenip üniversitelerden atılanların listesini okumuştuk. Rektörlük seçimleriyle ilgili kararı “darısı yargının başına” diye kutlayanların çıktığını da ekleyelim. 

Neyin peşindeler? 

Bu sorudaki çoğul takısına gerek olup olmadığını bir kenara bırakıp iki açıklamayla yetinelim. 

Daha önce de yazmıştık: AKP iktidarı, “onay” (rıza) yanı da belirgin bir egemen blok olma ve böyle hareket etme dönemini kapatmıştır. Artık Türkiye’de klasik anlamda bir siyasal parti iktidarından söz etmek mümkün değildir. Karşımızdaki, tek adama bağlı bir rejimdir ve adına “saray rejimi” denmektedir. “Blok” bittiyse, bir tür gönüllülük temelindeki “onay” da bitmiş, yerini zor’un dayattığı teslimiyete ve kabullenmeye bırakmış demektir. 

Bugün Türkiye’de düzenin yerleşik kurumları ve unsurlarıyla belirli müştereklerde buluşan, bu şekilde oluşan blokla onay’ı yaygınlaştıran bir siyasal iktidar değil, bu kurumları zor’la kendine içeren, “kendisi haline getiren” bir rejim vardır. 

Birinci açıklama bu oluyor. 

İkincisi, ilkiyle “çelişkili” gibi görünse bile en azından saray rejiminin bir türlü üstesinden gelip rahatlayamadığı bir kaygıyla ilgilidir. Rejim, yaptıklarının ve yapacaklarının, bir gün gelip patlamasını mümkün saydığı hoşnutsuzluklar ve tepkiler biriktireceği kaygısındadır. Öyle “radikal” değil düzen içi hoşnutsuzluklar ve tepkilerden söz ediyoruz. Ne kadar “Allah’ın lütfu” deseler de, 15 Temmuz,  mevcut rejime salt “FETÖ” ile sınırlı kalmayacak ya da ona atfedilemeyecek karşıt ittifaklar oluşabileceği alarmını vermiştir. 
Bugün yapılan, bu tür olası ittifakların zeminini en başta zor kullanarak yok etmeye, kurutmaya yöneliktir. 

Durum aşağı yukarı böyledir; rejim elini çabuk tutmak istemektedir ve önümüzdeki yıl gündeme geleceğe benzeyen “yeni anayasa”, “başkanlık”, “referandum” gibi başlıklara böyle hazırlanmaktadır.   

***

Durum böyle de, rejime ve gidişine karşı olanlar ne yapmalı? 

Kuşkusuz, durum ne olursa olsun her zaman, her an, her yerde hazır ve nazır olabilen liberal tehlikeye karşı uyarıların ötesinde yapılabileceklerden söz ediyoruz. 

Dönem, Anayasa’ya ve yasalara uygunluk, “hukukun üstünlüğü”, bu anlamda meşruiyet gibi kaygılar taşınmadan fiili durumlar yaratma, “ben yaptım oldu” deme dönemidir. 

Böyle bir dönemde hukuk çerçevesinde yapılabileceklerin sınırları vardır.

“Yargı bağımsızlığı”? Herhalde son kırıntıları da süpürülecektir.  

Meclis desen, devre dışıdır.

Ancak, mahallelerde, işyerlerinde, okullarda, artık ne kadar kaldıysa medyada, kamusal alanlarda ve başka mekânlarda, rejim tarafından gelsin, onun devreye sokacağı militanlardan gelsin hukuksuzluklara, baskılara ve sindirme/yıldırma girişimlerine direnmenin, ses çıkarmanın, ses getirmenin ve direniş cephesini buralardan genişletmenin yolları vardır.

Bu yollar denenmelidir. 

***

Referandum mu?

Zaman varken üzerinde ince ince düşünülmelidir. 

Evet, bir bakıma “bıçak sırtı” gibi, “ucu ucuna”  gibi görünmektedir. Ne var ki bu hesaplarda “başkanlık sistemine karşı çıkacak” MHP’li kimi unsurlara ve MHP seçmenine bel bağlanması büyük bir yanılgı olacaktır.   Birincisi, bugünkü rejimin bu unsurları ve seçmeni yanına almak için başvurabileceği, üstelik etkili olacak pek çok yol vardır. İkincisi, genlerine işlemiştir; sol düşmanlığı, bugün bir de Kürt düşmanlığı ile takviyeli olarak bu geleneğin hep birinci önceliği olmuştur ve bugün de böyledir. 

Sonra, bugün Türkiye’de yaşanan genel iklimin olası bir referanduma da taşınmak isteneceğini düşünürsek ki böyle olacağı kesindir,   bu referandumun meşruiyetini tartışmak dururken “kaçamayız”, “halka gitmekten neden korkalım ki” gibi şeyler mi söylenecektir?  

Dediğimiz gibi, üzerinde titizlikle düşünülmesi gereken bir başlıktır. 

Türkiye’de bugün egemen olan genel siyasal iklimi “bozmadan”, orada gedikler açmadan, en azından bu iklimi sorgulanır hale getirmeden “hodri meydan” demek? 

Zaman varken düşünmek gerekir…