Gırgır’ını kaybeden Türkiye

Bir darbe, dört hafta yasakladı. Darbenin has başbakanı Turgut Özal, kendine yakın bir patrona satın aldırıp eleştirel niteliğini çökertmeyi daha işlevli buldu. Ama mizah bu, sermayenin döktüğü kalıpları kısa sürede parçaladı. Darbe içinde darbe ise, bütünüyle kapattı. Gırgır’ı, dozerlerini, kepçelerini, hafriyat kamyonlarını seferber edip yıktığı eski bir İstanbul mahallesine yaptığı gibi, izini ve anısını toplumsal belleğimizden kazıyıp üzerine beton dökercesine yok etti.

Benzetme boş değil, Gırgır, İstanbul ve bütün Türkiye henüz mahalle yaşamı içindeyken, 1970’lerde sahneye çıkmıştı. Ali Şimşek’in çözümlemesiyle ezilen, horlanan “küçük insanın” gözünden bakarak mahallenin mizahını yapmıştı. Avanak Avni’nin sesi, soluğu olmuştu. Bugün çok başka yerlerde kendine ikbal arayan Hasan Kaçan’ın Eşşek Herif’i ile Kasımpaşa’nın yoksul insanlarını görünür kılmıştı. Gırgır o mahalleleri de dergi okuru yaptı. Perşembeleri çıkar çıkmaz kapışılan bir dergiydi.

OĞUZ ARAL’IN KARİKATÜR OKULU

Kısa sürede bir karikatür okulu oldu. Ümraniye’nin gecekondularında büyüyenler karikatürcü oldular. Çizdiklerinde yaşamın sıcaklığı duyuluyordu. Mahalle çeşmesinden su taşıyan kadınlar, emekçileri işe götüren minibüsler, kurum damlatan soba borularına bağlanmış tenekeler, çamurlu sokaklar karikatüre giriyordu. Girmekle yetinmiyor, mizahın baş köşesine kuruluyordu.  Metin Üstündağ’lar, Seyfi Şahin’ler, Halil İncesu’lar, Ender Özkahraman’lar buradan çıktılar. 

“Çiçeği burnunda karikatürcüler” Türkiye’nin her yerinden mektupla karikatür yağdırdılar. Ayhan Kiraz, Zonguldak maden işçisinin karanlık dehlizlerdeki havasızlığına mizahla nefes verdi. Nusret Demir, Beşiri - Siirt’ten, Cumhur Gazioğlu, Trabzon’dan, Yakup Karahan ile Adnan Şahbaz Divriği’den karikatür gönderiyordu; Oğuz Aral, bütün Türkiye’ye neşe veren bir karikatür okulu kurmuştu. Bu neşede 70’ler Türkiye’sinin umudu, coşkusu, aydınlanması vardı. Kalıpları parçalayan devrimci soluğu duyuluyordu. 

Bir ara, Gırgır’ın ılımlı siyasi çizgisi içindekilere de dar gelmeye başladı. 1978 başında ayrılan bir topluluk Mikrop dergisini çıkardı. Yeni mizah dergisi siyasi bir başyazıyla çıkıyordu. Logosunun altında “Hunharca güldüren hain dergi” yazan Mikrop’ta Gırgır’ın çocukları Engin Ergönültaş, Latif Demirci, Hasan Kaçan, Behiç Pek, Sarkis Paçacı, İrfan Sayar, daha politik bir mizaha yönelirken, cinsellik tabularını sorguluyor, arabesk müziğin yükselişine dikkat çekiyordu. Mikrop’çular, Tommiks ve Teksas’ın kahramanlarının emperyalist ideolojisini sorgulayan, Kızılderililere yapılan katliamı ekonomi politikle açıklayan bir de çizgi roman yapmışlardı.

Bugünün karikatürcüleri söze şöyle başlayabilirler; “Hepimiz Oğuz Aral’ın Gırgır’ından çıktık.” Gırgır’dan önce de çok güçlü mizah dergileri vardı. Akbaba, Dolmuş, Taş; bunlardan çok önemli mizah ustaları çıktı. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mim Uykusuz, Turhan Selçuk, Yalçın Çetin, Semih Balcıoğlu diye başlayan bir liste… Oğuz Aral da bu dergilerden çıktı. Ama bu dergilerin hiçbiri Gırgır’ın yaptığını, mizahı halklaştırmayı başaramadı. Burada, Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın 40’ların sonunda yayınlanan mucizevi Markopaşa’sına ayrı bir parantez açmayı da ihmal edemeyiz. Gırgır, 70’lerin Türkiye’sinin sınırları zorlayan toplumsal havasında yaşam buldu. Oğuz Aral’ın emekçi çocuklarına güvenen ve kapıları açan öğretmenliğinde gelişti. 

HABABAM SINIFI’NIN DERGİSİ

70’lerde Gırgır’la birlikte Hababam Sınıfı filmleri vardı. Dolmuş’un mizah yazarı Rıfat Ilgaz’ın romanı sinemaya uyarlanmıştı. Ertem Eğilmez güldürüleri ile Gırgır, mahallede buluşuyordu. Toplumsal çelişkilerin bilincine varan ve çözüm arayan yeni bir insan türü doğmuştu. Devrimci sendikalar, partiler, dernekler bu insanın dershaneleri olmuştu. Gırgır bu hava içinde giderek olgunlaştı ve bu havayı sayfalarına taşıdı.

Darbeden sonra bir hapishaneye çevrilen Türkiye’de bütün muhalefetin sözcülüğü üstüne kalmıştı. Oğuz Aral ve Gırgır bu zor zamanlarda üzerine düşeni ustalıkla yaptı. Müşerref Akay’ın bayrak giysisi içinde TRT’de söylediği Türkiyem şarkısı hapishanedeki sosyalistlere işkence seanslarında dinletilirken kapağına bunun karikatürünü çıkardı. Karikatürde bir bayrak satıcısı, bayraklı Müşerref’i gösterip “Bana ne, ben de bayrak satıyorum, ben de televizyona çıkmak istiyorum” diyordu. Darbeciler bayrak satıcısının masum isteğini, Gırgır’ı 4 hafta yasaklayarak cezalandırdılar. Onların has çocukları da, 2013 Haziran’ında, Taksim’deki bayrak satıcısını gözaltına alarak cezalandıracaklardı.

Gırgır 300 binlik satışıyla 12 Eylül yıllarının bir direniş mevzisi oldu. Hapishaneye kapatılan devrimciler, gerçeklerini edebiyatın yanı sıra karikatürle de dışarıya taşıdılar. Oğuz Aral, onların gönderdiklerini daha bir dikkatle yayınladı. Avni Odabaşı’nın mahkûmla dost hapishane farelerini tanıdık. Oğuz Aral, Taksim’de toplumsal anlamıyla bir siyasal eyleme dönüşen, “İçerden Dışarıya Sevgilerle” karikatür sergisini açtı, kitabını çıkardı.

SINIF VE MEKÂN DEĞİŞTİREN MİZAH

Gırgır ve öteki mizah dergileri, 2013 Haziran’ında, bir anlamda yeniden doğdular. Mahallenin beton bloklar altında yok edildiği tekeller Türkiye’sinde mizah sınıf ve mekân değiştirmişti. Ali Şimşek’in Yeni Orta Sınıf kitabında bunun özlü bir çözümlemesini buluyoruz. 90’lardan sonra mizahın gözü aşağıdan yukarıya, emekçi insandan sömürücüye doğru bakmıyor ve onu mahkûm etmiyordu. Sermayedarın teknokratları, küçük burjuvalar, “yeni orta sınıf”, aşağıya bakıyor ve overlokçuyu alay nesnesi haline getiriyordu. Mahallenin Avanak Avni’sinin yerini Bodrum plajlarında avını arayan Timsah’lar almıştı.

Onların bireyciliği, oburluğu, yozluğu karşısında işsiz emekçi çocukları Daral’ıyordu.

Bu transformasyon’da, daha doğrusu metamorfoz’da da, Osman Çutsay’ın deyimiyle, “Belge’li Birikim gericiliğinin” payı vardır. Mikrop’un 78’de devrimcileşmek için yaptığı, 90’lara giderken bu kez tersinden yapıldı. Gırgır’ın çocukları ayrılıp liberal solcuların kanadı altında yeni bir dergi çıkardı. Gırgır’ı Turgut Özal’ın sermayedarı ele geçirmeden önce, İletişim Yayınları’nın çıkardığı kısa ömürlü Nankör dergisi zayıflatmıştı. Neoliberalizmin emekçi düşmanı ideolojisinin mizaha nüfuzu böyle başlıyordu. Sırada bir geçiş evresi olarak değerlendirebileceğimiz Asil Nadir’in Limon’u vardı. Neoliberalizm hegemonyasını kurunca, yeni orta sınıfın mizahı ve dergileri de sahnede yerini aldı. 

MİZAHIN RÖNESANSI

Mizahın yeniden yerini bulması, emekçi sınıfların gözünden iktidara, sömürücüye yöneltilmeye başlaması 2001 ekonomik krizi ve Cumhuriyet yıkıcısı AKP’nin iktidara gelmesiyle ilişkilidir. Cumhuriyetçi toplumsal muhalefetin yükselişi, mizah dergilerini de yeniden politikleştirdi. Zafer Temoçin’in yönetiminde, bu muhalefetin sözcülüğünü üstlenen Dinozor dergisini bu dönüşümde ayrı bir yere koyabiliriz. Baskı arttıkça, yazarlar, gazeteciler, devrimciler hapishanelere kapatıldıkça, mizah dergilerinin kapakları iktidarı daha çok sorgulamaya başladı. Haziran Ayaklanması ile yeniden 70’lerin neşesini ve mizahını bulduk. Mizah dergilerinin kapakları iktidara halkın cevapları haline geldi. Beton bloklarıyla, kirli griyle, dinci yobazlıkla kurutulmaya çalışılan yaşamın yeşilini, neşesini mizah dergilerinde bulur olduk.

Gırgır’ı kapattılar. Darbe içinde darbe, hükmünü verdi, patron ipini çekti. 

2013 Haziran’ında nasıl yeniden doğduysak ve mizah canlandıysa, Gırgır, daha ilerden ve gelişmiş olarak yeniden açılacaktır. Gerçekler yürüyor, tarihin hükmü kesiliyor. Ne demişti Emil Zola, “İtham Ediyorum” manifestosunda. “En şiddetli kesinlikle yineliyorum: Gerçek su yüzüne çıkıyor ve hiçbir şey onu durduramayacak. (…) Gerçek toprağın altına kapatıldığı zaman, orada öyle bir toplanır öyle bir patlama gücü kazanır ki, patladığı gün her şeyi kendisiyle birlikte havaya uçurur.”

Önümüz bahar. Nisan’da gerçeğin patlamasına hazır olmak gerekiyor. Gırgır’la, neşeyle, ezilenlerin şenliğiyle…