Gelenek ve kelebek üzerine

Sosyalistlerin siyasal aklının başkalarına göre daha gelişkin olduğu doğrudur. Kuşkusuz mevcut eğilimleri belirli bir bütünlük içinde görme ve olasılıklara ilişkin kestirimlerde bulunma gibi özelliklerden söz ediyoruz. Yoksa iş gündelik siyasete geldiğinde başkalarının anlık pratik zekâları sosyalistlerinkinden daha gelişkin olabilir ve genellikle öyledir de...

Bu durumda ne olacak?

İyi mi kötü mü?

Sosyalistlerin belirli bir alanda başkalarından daha gelişkin olmaları kendi başına kötü bir şey değildir elbette. Ancak, hemen eklemek gerekirse, bu üstünlüğün “istismarı” gibi durumlar da görülebilmektedir.

Gelişkin aklın, salt akıl olarak kendi başına gerek pratik siyasette gerekse nispeten geniş kesimlerde hemen karşılık bulabileceği düşüncesi, sosyalistlerin yakasını bırakmayan bir yanılsamadır. Sosyalistler egemen ideolojiden, bu ideolojinin geniş kesimler üzerindeki etkisinden sıkça söz ederler; ama gene de kendi gelişkin akıllarının, pratik ve eylemden bağımsız, salt akıl olarak hemen karşılık bulabileceği düşüncesinden kolay vazgeçemezler…

Peki, gerçeği hiç görmeden hep böyle mi giderler?

O kadar da değil.

Ancak, gerçeğin görülmesinin ve kabullenilmesinin etapları vardır. İlk etapta, gelişkin düşüncenin, henüz geniş kesimlerce olmasa bile başka siyasal özneler içindeki nitelikli unsurlarca algılanıp gereğinin buna göre yapılması beklenir. Gelgelelim, başka yerlerdeki bu nitelikli unsurlar gelişkin düşünceyi pek takmıyor olabilecekleri gibi, belirli bir değer verseler bile bu düşünceyi kendi kulvarlarındaki “pratik” arayışlara ve çözümlere tabi kılma, “Dedikleriniz doğru, ama şimdi gündemde olan…” deme tercihinde de bulunabilirler.

“Bulunabilirler” değil, hemen hemen hep böyle olur…

Bu durumda ikinci etaba geçilir.

İkinci etapta, gelişkin düşünce, artık kısa dönemde bir karşılık ya da getiri beklentisi de olmadan ha bire tekrarlanır. Ama “ya tutarsa” gamsızlığıyla değil, bir varsayımla birlikte: Bu doğrular, bir yerlere “yazılmakta”, bir yerlerde “birikmektedir”; gün gelecek bu birikmiş doğrular özel bir konjonktürde daha geniş kesimlere ulaşacak, onlarca sahiplenilecektir…

***

Sosyalistlerin “gelişkin akla” sahip olmaları iyi bir şeydir.

Sorun, bu gelişkin aklın siyasete tercümesinde ortaya çıkmaktadır ve şöyle özetlenmesi mümkündür:

Gelişkin düşüncenin kendisi tutarlı bir iç bütünlüğe sahip olabilir. Bu anlamda gelişkin düşüncede dağıtıcı iç eşitsizlikler hiç olmayabilir. Verili bütünlükte, birtakım öğelerin fazlaca sivrilmesine, böylece diğerlerini anlamsızlaştırıp boşa düşürmesine izin vermeyen dengeler de kurulabilir.

Ne var ki, bu bütünlüğün taşınacağı “dış dünya” doğası gereği hiç de böyle değildir. Bu “dış dünya” kendi eşitsiz gelişimiyle, herhangi bir özne tarafından sürekli dengede tutulması mümkün olmayan farklı eğilimleriyle belirlenir. Sonuçta iç tutarlılığa sahip düşünce, bu özellikleri taşıması mümkün olmayan nesnellikle ilişkiye geçtiğinde kendi bütünlüğüne ait kimi öğelerin diğer tarafta karşılığı olduğunu, kimilerinin de (henüz) olmadığını ya da uzunca bir süre olamayacağını görecektir.

O zaman, bir düşünce odağı olmanın ötesinde siyaset yapmak istiyorsa “toptancı” yaklaşım yerine kimi ağırlık kaydırmalarına, özel yüklenmelere yönelmek zorunda kalacaktır.

Tekrar ediyoruz: Siyaset yapmak istiyorsa…

Ya sonrası?

***

Sonrası mı? Çeyrek yüzyıl önce “Gelenek” adından dolayı bize “Kelebek” yakıştırması yapanlar vardı. Hatırlarını kırmayıp “kelebekli” bir yanıt verelim.

“Kelebek” yazarı Henri Charriére bir zamanlar çok okunan romanında, sürüldüğü adadan kaçışını dalgalara ilişkin gözlemine borçlu olduğunu anlatır. Sahile vuran her yedi dalganın altısında denizdeki nesne yeniden sahile dönmekte, yedinci dalga ise nesneyi tersine çok daha uzaklara, açık denize götürmektedir. “Kelebek” yedinci dalgayı bekler, salıyla kendini o dalgaya bırakır ve gerçekten açık denize çıkar, kurtulur.

Ancak, arada bir fark olmalı.

“Kelebek”, altı dalgada denizin dışındadır, yedinci dalgayı beklemektedir.

Bizse kendi siyasal mücadelemizde böyle yapamayız. Hep başka yerlerde olup yedinci dalgada gelene “Sen de nereden çıktın” derler.

Dolayısıyla hep denizde kalalım, artık kaçıncı dalga olursa, o dalgayla birlikte açık denize çıkalım…