Önümüzdeki yakın dönemin olasılıklarını değerlendirirken en başta dikkate alınması gereken iki veriden söz edebiliriz: Ekonomik kriz ve bugünkü rejimin bir şekilde kaybedeceğine ilişkin kanaatin giderek güçlenmesi…
İlki söz konusu olduğunda bu işlerden anlayan, lafı sözü dinlenir yorumcuların bir tespitini aktarmakla yetinelim: Ekonomide yaşanan durumun etkileri seçim sonrasına, bu yılın geri kalan bölümüne, 2019’a sarkacak, hatta asıl ağırlığını bu dönemlerde gösterecektir…
İkincisi: Rejimin “bir şekilde” kaybetmesi?
Rejimin kaybetmemesi, ancak, AKP ittifakının mecliste çoğunluğu oluşturması, Erdoğan’ın da başkanlığı ilk turda almasıyla mümkün olabilecektir. Bunun dışındaki diğer sonuçlar “karizma çizilmesinden” başlayıp daha ileri düzeylere ulaşmak üzere kayıp hanesine yazılacaktır.
Rejimin “bir şekilde” kaybetmesinden kastettiğimiz budur ve güçlenen de böyle olacağına ilişkin kanaattir.
***
Hep söyledik: Erdoğan ve AKP’si “inersem bile yeniden çıkarım” diyebilecek bir siyaset anlayışından uzaktır.
Bir dönemin Demirel’ini hatırlarsak, zamanında “halk bize bu kez muhalefet görevi verdi”, “milletle de kavga edecek halimiz yok ya” diyebilmiştir. Bugünkülerin demesi ise mümkün değildir. Dolayısıyla, rejimin kendisi açısından olumsuz bir sonuçta muhalefete geçip kendisinden sonraki iktidarı (?) krizin yıpratıcı sonuçlarıyla baş başa bırakacağı, sonra da yeniden iktidar atağı yapacağı yolundaki senaryolara fazla itibar etmemek gerekir.
O zaman ne yapacaklar?
Bize göre daha güçlü görünen ihtimal, rejimin, kendisi açısından olumsuz bir sonuç karşısında “fiili durum” yaratma yoluna gitmesidir.
Örneğin, “ekonomideki durumun, siyasal istikrarsızlık ve belirsizliklere, siyasetin ve ekonominin yönetiminde önemli değişikliklere tahammül edemeyeceği” söylenir.
Örneğin, birtakım gruplar önce “seçim sonuçlarını tanımıyoruz” nidalarıyla sokaklara salınır, sonra “kardeş kavgasına izin vermeme” adına mevcut rejimin bir şekilde sürmesinde “sayılamayacak kadar fayda olduğu” birilerine söylettirilir.
Örneğin, “durum çok hassas” dedirtecek bir dış maceraya girişilir ya da bir başkasının macerası aynı amaçla kullanılır.
Ya da daha doğrudan, açıkça “olmadı, tanımıyorum” denilir…
Hepsi fiili durum kapsamındadır ve rejimin böyle bir fiili durum yaratma ihtimali, örneğin “millet bize bu kez muhalefet görevi verdi” deme ihtimalinden çok daha güçlüdür.
Fiili durum ihtimalinin, “bir şekilde kaybetmiş olmanın” diğer halleri için de derece derece olmak üzere geçerlilik taşıdığını düşünüyoruz.
***
Ya “biz” ne yapacağız?
Önce yakınlarda dile getirdiğimiz bir kanaati tekrarlayalım: Rejimin kaybetmemesi, yani mecliste ve başkanlıkta “çifte zafer” kazanması durumunda bile, geniş anlamıyla “toplumsal muhalefetin” ivmesini tamamen yitirmesi, insanların büyük bir düş kırıklığı içinde kabuklarına çekilmeleri vb. olumsuzlukların yaşanması ihtimali düşüktür.
Az önce sözünü ettiğimiz fiili durumlar ise, mevcut meşruiyet çerçevesinde bakıldığında bu meşruiyetin dışına çıkılması anlamına geleceğinden karşılığının da ancak karşıt fiili durumlar olması gerekir.
Karşıt fiili durumlar, “ödemiyoruz”dan “tanımıyoruz”a, sivil itaatsizliğin çeşitli biçimlerine, yerel ölçeklerdeki aktif direniş gruplarına uzanan bir çeşitlilik içinde yaratılabilir. Belki bir tür “yeni Gezi” gündeme gelebilir; bu tür konularda yaşanan anın ve kendiliğindenliğin de önemli bir yeri olacağından fazla uzatmıyoruz…
Şimdilik üzerinde fazla ısrar etmeden, ihtiyatlı bir ek daha yapalım: “İkili iktidar” denilen şeyin önü de böyle açılır…
Sonuçta, sosyalizm saflarında olup da devrimin seçimlerle geleceğini söyleyen, 24 Haziran’a da bu bağlamda anlam biçen kimse yoktur. 24 Haziran seçimlerine, Türkiye’nin “normal koşullara” dönmesine vesile olacak bir uğrak olarak değil, rejim karşıtı muhalefete özgüven kazandıracak, bu muhalefeti daha diri ve mücadeleci kılacak muhtemel sonuçları açısından bakmak çok daha yerinde olacaktır.
“Boykot” diyen sosyalistlerin meselenin bu boyutunu da dikkate almaları dileğiyle…