Faşizm tartışmaları, kaos dönemi ve öncülük...

AKP'nin Türkiye'yi İslamofaşist bir rejime götürdüğünü söylediğimizde itiraz edenlerin akıl yürütmesi kabaca şöyle:

- Emperyalistler AKP'yi istemiyor. Türkiye'de emperyalistlerin istemediği bir iktidarın uzun süre hayatta kalması ve faşizmin gerektirdiği nobranlığı sergileyebilmesi mümkün değil.

- Faşizmden bahsediyorsanız, bu tehlikeye ya da gerçekliğe karşı mücadelede sınıflar arasında ittifaklar kurmak da gündeme gelecektir. Bu, bugün söz konusu değildir.

Birincisinden başlayalım. Şu ana kadar iktidara gelmiş olan (faklı isimlerle de olsa) faşist partilerin, tarihlerinin belli dönemlerinde emperyalistler tarafından desteklendiklerini biliyoruz. Yerli kapitalistler ve emperyalist güçler, solun-sosyalizmin güçlenmesine ya da ülkeyi raydan çıkaracak bir siyasi-iktisadi kargaşaya karşı faşist partilere arka çıktılar. Piyasanın görünmez eli palavrası ve ona uygun liberal çözümler yetmediğinde, masaya vurduğunda sağır sultanı yerinden oynatacak demir yumruk devreye girdi.

Politik ve iktisadi istikrar kozuna oynandı...

Burjuvazinin istikrarsızlıktan ölesiye korkan kesimlerinin temsiliyeti üstlenildi...

Kolluk kuvveti güçlendirildi...

Muhafazakarlık yayıldı, ulusal-ırksal tarihe ilişkin efsaneler türetildi...

Toplumsal yaşamın bütün hücrelerine girildi, kimin kaç çocuk yapması gerektiği salık verildi...

Sınıfın hakları törpülendi, talepleri bastırıldı...

Yüzde 50 evde tutulamadı...

Önce iç ve sonra dış düşmanlar yaratıldı...

Vs.vs...

Bu akışın başlarında, büyük burjuvazinin ve emperyalistlerin razı edilmesi gerekiyordu. Sonra onlarla da ilişkiler gerildi.Faşist iktidarların, yönetimlerinin bütününde, emperyalistlerle al gülüm-ver gülüm ilişkiler içerisinde olduklarını söylemek büyük bir yalandır.

Ayrıntılandırmaya gerek görmüyorum.

Bu kısmı yalan da, bir de işin cahillik yanı var.

Faşizm, faşizan iktidarlar, otoriter yönetimler yukarıdaki silsileye uygun hareket etseler de hep özgün, birbirlerinden farklı yanlar barındırıyorlar. Burjuvazi ve işçi sınıfı tarihten dersler çıkarıyor. Üretim ilişkilerinin ve üst yapısal kurumların gelişimi yeni yöntemler, biçimler, kavramlar ve olgular yaratıyor. Tarih, ileri-geri giden bir ok gibi değil, sürekli yeni bir aşamaya ulaşan bir sarmal şeklinde ilerliyor.

Sermayenin doğasında bulunan otoriter, kaba-saba, faşizan yönelim ile ona karşı mücadele de kopyala-yapıştır yöntemleri kusuyor.

Demek ki...

Tarihe bakmalı, sermayenin doğasını anlamalı ama değişimi ve yeniyi ihmal etmemeliyiz. Örneğin...

İslam'ın yaygın olduğu bir coğrafyada yaşadığımız gerçeğini gözardı edemeyiz. Sermayenin sınai üretimden kaçtığı bir dönemde olduğumuzu görmeden hareket edemeyiz.

Emperyalizmin küresel ölçekte yaşadığı politik-iktisadi-ideolojik kriz gerçekliğine odaklanmamız gerekir.

Gelelim Türkiye'deki faşizan yönetime...

Yukarıda saydıklarımızdan bizim çıkardığımız sonuç, Türkiye'nin çok kısa süreli demir yumruklara açık olduğu ancak masaya inen her yumruk darbesinin radikal (bugün marjlarda görünen anlamında); marjinal unsurları serbest bırakacağı yönündedir.

Yola çıkarken ifade ettiğimiz ve her gün yeniden doğrulanan, istikrarsızlığın süreceği ve sosyalizmin toplumsal ölçekte eşik atlayacağı bir dönem tespiti tam da bununla ilgilidir.

Yani;

İslamofaşist iktidar, bir tür faşizmdir, evet...

Bu tür faşizm, şu ana kadar emperyalistlerin ve büyük burjuvazinin desteğini almıştır, evet... Ve artık bu iki cenahla ilişkileri gergindir, buna da evet...

Ancak... Bizim Türkiyeli, orijinal, İslamcı, faşizan yönetimimiz, kendine, emperyalistlerle girdiği ilişkilerde yer açmış ve emperyalizmin küresel krizinin sonuçları nedeniyle bir süredir hareket serbestisi kazanmıştır.

Hem toplumsal direnç, hem de iktisadi sorunlar nedeniyle bu serbestinin uzun süreli olamayacağı açıktır.

Bu haliyle vadesi uzun olamayacak bu iktidarın gülücükler içinde ve işini yapmış bir oyuncunun rahat reveransıyla sahneden inmeyeceği açıktır.

Neler olabilir? Erdoğan liderliğindeki AKP'nin artan memnuniyetsizliğe, otoriterliği artan bir üslupla yanıt vermesi ve kendi içinden çıkan ya da gelişmesine göz yumduğu radikal unsurların devreye girmesi mümkündür.

Türkiye'nin iç savaş ortamını andıran bir toplumsal patlamayla karşı karşıya kalması olasıdır. Proletaryanın geleceksiz ve iktisadi krize karşı savunmasız kesimlerinin özne olduğu bir patlamanın konusu; ulusal sorun, dinselleşme veya bölgesel bir çatışmanın tetikleyebileceği bir çatışma olabilir.

Ya başka türlüsü olursa?

AKP düzeni, ılımlılaştırılır, buna yatkın öznelerle restore edilirse? Örneğin sorunun Erdoğan'ın tarzıyla ilgili olduğu düşünülür ve Erdoğansız bir AKP rejimi türetilmeye çalışılırsa... Gül, Babacan gibi figürlerden medet umulursa...

Küçük bir ihtimal de olsa mümkündür, ancak bunun da uzun vadeli olması beklenemez.

Türkiye'nin birikmiş hangi sorununa ılımlı şekilde yanıt verilebileceği meçhuldür. AKP'nin ikinci cumhuriyet rejimini devam ettirecek sağdan ya da soldan herhangi bir öznenin (ki bu özneler için arayışlar sürmektedir) hangi yapısal talebi karşılayabilir?

Sonuç olarak...

Emperyalistler istemiyor, o yüzden AKP gidicidir tezi hem tarihsel hem de güncel olarak yanlıştır.

Öte yandan, "AKP'nin faşizminden bahsediyorsak, sınıfsal ittifak demeliyiz. Bunu da bugün söyleyemeyiz" sözü zaten bir tez değil, kendi pozisyonunu haklı çıkarmak için söylenmekte olan bir laftır.

İçinde bulunduğumuz çağda/dönemde anti faşist mücadeleyi örneğin burjuvaziyi de içine alan bir ittifaklar manzumesi olarak düşünmek kopyala-yapıştır anlayışının, tarihi ileri-geri giden bir düzenek gibi görmenin tezahürü olsa gerek. Burada şu ince ayrımı koyamaz mıyız: "İttifak" denen şey Allah'ın emri midir? Kimi toplumsal güçlerle öyle bir direnç hattı olusturulabilir ki, burjuvazi, ya da en azından onun belirli kesimleri de kendilerine başka bir yol bulma zorunluluğunu duyarlar veya etkisizleşirler.

Bu iki sığ görüşten sıyrılıp baktığımızda şu yalın gerçek karşımıza çıkmaktadır:

AKP'nin yıkılması için mücadele eden sol, radikalizmin arttığı, kaotik bir döneme girildiğini görmelidir.

Seküler, emekten yana ve emperyalist merkezlerin emir-komuta zincirinde olmayan tüm güçlerin ortak, siyasal bir mücadele zeminine çekilmesi için çaba sarf edilmelidir.

Yukarıda saydığımız olası bütün çatışma konularında, etkili olmak önemlidir.

Ulusal sorunun tetikleyebileceği bir çatışmada söz ve etki sahibi olamadan, gericiliğe karşı hakiki bir mücadele veremeden, emekçiler nezdinde bir güç haline gelemeden, bölge perspektifine sahip olmadan gireceğiniz kaotik ortam dağıtıcı olacaktır. Bu tablo, komünist öncülük fikrini dışlar mı?

Aksine...

Öncülük asıl böylesi dönemler için gerekli ve geçerlidir.