'Erkeklerin toprağına girmek'

“Kocamın şiir yazdığımdan hiç haberi olmadı ve ona şiirsel maharetlerimden hiç söz etmedim”(Louise Ackermann-1885)

Bugünlerde, kişisel yazgısına, ‘biraz da siz, yüreğiniz ağzınızda yaşayın’ diyerek isyan eden bir panik atak hastasının ‘görünmez eli’ tarafından yönetiliyoruz sanki. Her şey son dakika haberi, her şey flaş gelişme…

Tüm bu atmosfer içinde ‘kendimizden büyük bir şeyin bir parçası olmak’; mücadele etmek, hayat kurtarır. (1) ‘Kendimizden büyük bir şeyin parçası olmak’, hakikatin hükmünü tarihin akışında keşfetmek; güne, an’a ya da ‘son dakikaya’ saplanmamaktır. 

Tarih mi? Tarih, aslında bugün, ‘bu kadar da olmaz canım’ denilen pek çok şeyi, eli ağzında esneyerek önümüze koyar. Biraz da buralara bakmakta fayda var.
19. yüzyılın kalpsiz coğrafyasına uzanalım.

‘Kadın da insan mıdır’ ya da ‘kadın da yurttaş mıdır’ sorgulamalarının en çarpıcı yönü aslında ciddi ve bilimsel biçimde kadınlığı tanımlama çabaları. Kadın nedir?

Dönemin mühim hukuk kitaplarında, kadınlar, erkeklerden daha az yiyeceğe gereksinim duyan insanlar olarak tanımlanmaktaydı örneğin. Hem de matematiksel kanıtlarla. Hatta kadınların aslında dışarı işi yapmaya yetenekli olmadıkları yine ampirik verilerle ortaya konmaktaydı(!). 

Sanki akıl hastaları, çocuklar ve kadınlar, ‘erkek’ denilen ‘normal varlığın’ olmamış, tamamlanmamış, eksik ya da çarpık gelişmiş halleri gibidir. Kadınlar ‘eksik erkektir’ bir bakıma.

Eksik demek bile tam ifade etmeyebilir.

Sözgelimi 1870’e kadar İngiltere’de kadınların hukuksal bir kişilikleri yoktu; erkekler karılarının işledikleri suçlardan sorumlu tutulurlardı. Kurnazlık da burada; hukuksal kişiliği tanımlanmayan kadınlara, kullanamayacakları hakların verilmesi.

KADINLAR VE SINIR İHLALLERİ 

Özellikle ‘haklar’ bağlamında sayısız çarpıcı örnek vardır. 

Yine de hiçbirisi yukarıda aktardığımız türden; yazdığı şiirleri kocasından ‘yasak bir aşkı’ saklar gibi saklayan kadınların durumu kadar ilginç değildir. Tam da bu nedenle Mary Wollstonecraft gibi ilk feministlerin en büyük düşü kadınların eğitim almasıydı. 

Kadınların yazılı kültüre ulaşmasının engellenmesi erkek egemenliğinin en önemli silahlarından. 

Kadın biraz eğitilebilirdi kuşkusuz. Ama fazla eğitimli bir kadının, evini terk edeceği; erkeğe rakip olacağı, çocuk bakmak, evi çekip çevirmek gibi temel kadınlık vazifelerini yerine getirmeyeceği düşünülürdü. 

Tarih boyunca kültürler yaratan erkekti ve aslında buraya girmeye cüret eden bir kadın, ‘erkeğin toprağına girmiş’ olurdu. Bu bir sınır ihlaliydi.

Bu sınır ihlalinde kadınlar, yalnızca yazdıkları şiirleri gizlemediler, isimlerini gizlediler, George Sand gibi takma erkek adlarıyla kitaplar yazdılar. Kadının yazın alanındaki iddiası öylesine sıra dışıydı ki Clara Zetkin bile yoksulluk çektiği yıllarda, kadın yazıları daha az para ettiği için sevgilisi Ossipe’nin adıyla yazı yazarak para kazanmaktaydı.

‘OKUMA ÖFKESİ’

Kadınlar belki daha zararsız görülen edebiyatla ilgilenebilirdi. Yine de hemen her sınıftan kadının roman okumaya dönük ilgisi ‘nevrotik’ bulunmaktaydı. Erkek çağdaşlar (19. yy) buna ‘okuma öfkesi’ diyordu. Genç bir kız, romanların içinde kaybolunca, masumiyetini de kaybetmekte ve yapay bir cennet hazırlamaktaydı. Her ilde ve her ülkede Madam Bovary’ler vardı.(2)

Anarşizmin babası Proudhon’a kalsa, ‘kadın yazar’ terimi bile çelişkiliydi, kadınlar yazın alanında olsa olsa çeviri gibi sıkıcı ve deha gerektirmeyen işlerle uğraşabilirdi. İlginç olan 19. yüzyılda ‘sıkıcı bir kadın işi’ olarak görülen ‘çevirmenliğin’ kadınlara yepyeni dünyalar sunması.

Yine de koşullar çok çetindir. Öyle ki bir kadının kütüphaneye girebilmesiyle pantolon giymesi aynı hararette radikal konulardır.

Bugün en kuytularımıza işlemiş şeylerdir. 

Bir kadının ‘kendine ait odası’, okuma, yazma düşleri, tutkusu; insanlığın erkeklerce sembolize olan ‘medeniyet’ sınıfına atlama arzusu. Hırpani bir doğallığın, bir doğurma makinası ya da ev süsü olma utancının reddedilmesi.      

Tam da bu nedenle ‘kendimizden büyük bir şeyin parçası olmak’ düşlerimizdir, kız çocuklarının, kadınların bu muazzam tutkusudur.


Notlar:

1 - Sosyalist Feminist Proje, cilt:1, Nancy Holmstorm, Kalkedon Yayınları(2012); s.65

2 - Kadınların Tarihi, Devrimden Dünya Savaşına Feminizmin Ortaya Çıkışı, cilt:4, Türkiye İş Bankası Yayınları(2005); s. 145