Erkekler susmalı mı?

Öncelikle bir şeyi çok açık bir şekliyle ortaya koymamız gerekiyor: Özgecan cinayeti politik bir cinayettir.

Siyasî iktidarın kadını kamusal alanda görmek istemediği, dahası, kamusal alanda can güvenliğini sağlamayacağını açıkça gösterdiği bir zamanda, Özgecan cinayeti politik bir cinayettir ve bu cinayete karşı verilen tepki de aynı şekilde politik olmalıdır.

AKP hükümeti kadınları sadece özel alanda var etmenin, kamusal alanda ise yok saymanın peşinde. Kadınları sadece anne ve eş kimlikleri çerçevesinde “kıymetlendiren” AKP, ne çalışma hayatında, ne eğlence yerlerinde, ne okulda, ne de herhangi bir kamusal alanda var olmasına tahammül edemiyor. Kadın kamusal alanda ancak erkeğin tahakkümünde ve bu tahakkümün ona izin verebildiği ölçüde, ona izin verdiği yerlerde ve zamanlarda varlığını sürdürebiliyor.

Siyasî iktidar, kadını sadece anne olarak, eş olarak görüyor. Bu rollerin dışında kendini var etmek isteyen kadının ise namusunu ve iffetini sorgulamaya uzun zamandır toplumu alıştırmış durumda. Özgecan’ın öldürülmesinden sonra sosyal medyada bazı geri kafalı kişilerin yaptığı paylaşımlar da bunu ortaya çok açık şekliyle ortaya seriyor. Bu bağlamda, siyasî iktidarın kadınları kamusal alanda tanımadığı koşullarda, sokak ortasında kadın döven, tecavüz eden, taciz eden soysuzların yaptığı tetikçilikten başka bir şey değildir.

Buna karşı verilmesi gereken tepki en yüksek perdeden politik bir tepki olmalıdır.

Özgecan cinayetinden sonra çok farklı tepkiler oluştu. Birçok kişi, bu tür suçlar için idam cezasının yeniden getirilmesi gerektiğini savunuyor. Belli ki idam cezasının ataerkil tahakkümü yeniden üretilmesindeki etkisi göz ardı ediliyor. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin, Özgecan cinayeti sonrası yaptığı; “Türkiye idam cezasını geri getirmeyi tartışmalı” şeklindeki açıklaması ya da daha önce “çocukların çığlık atmayı öğrenmeleri gerektiği”ni salık veren Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın tecavüzün cezasının idam olabileceği yönündeki beyanı da tam da bu bağlama oturmaktadır. İktidar idam cezasını yeniden istiyor ve kadın cinayetlerini bunun için iyi bir fırsat olarak görüyor.

Ne yazık ki, sosyal medyada birçok paylaşımda da benzer şeyler, üstelik kendini AKP ile kesinlikle özdeşleştirmediğini bildiğimiz kişilerden de geliyor.

Son on yıldır artan kadın cinayetlerine, artan tacizlere, kadınların kamusal alanda daha sıkışmasına duyulan öfke siyasal aklı bertaraf ettiği ölçüde siyasal iktidarın tahakküm araçlarını da meşrulaştırıyor. Bu öfke başka bir biçimde daha ortaya çıkıyor: “Erkekler sussun!”

Erkeklerin asıl konuşmaları gereken zaman tam da bu zaman aslında. Daha doğru bir ifade ile betimlemeye çalışırsak, siyasî iktidarın koşullarını yarattığı kadın cinayetlerini sadece kadınlara yöneltilmiş bir siyasi program olarak görmek büyük bir yanılgıya neden açacaktır. İktidar, bütüncül bir siyasî programa sahiptir; ülkenin öz kaynaklarının özelleştirilmesi ve peşkeş çekilmesinden, eğitimdeki gericileştirmeye, işçi cinayetlerinden kadınların kamusal alandan dışlanmasına kadar bir çok tekil uygulama alanı, aslında bütüncül bir siyasî programın parçasıdır ve Özgecan cinayeti tek bir olay ve olgu ölçeğine indirilemeyecek kadar politiktir. Topyekün bir saldırının sadece tekil cepheleri olan işçi cinayetleri hakkında sadece işçilerin konuşması, eğitimde gericileşmeyle ilgili sadece öğretmen ve öğrencilerin konuşmasını istemek ne kadar mantıksızsa, bir başka tekil cephe olan kadın cinayetlerini sadece kadınlara havale etmek de o derece genel sorunu (en yumuşak ifadeyle) gözden kaçırmak anlamına gelmektedir.

“Erkekler sussun” kibrinin kadın cinayetlerini engellemeye bir faydası olmayacağı aşikar. Gerici  iktidarın toplumu her alanda ikiye bölüp birbirine kırdırmaya yönelik “ayrımcılığına” yaptığı katkı ise paha biçilmez. Dahası, bu toplumda kadın cinayetlerini olumlayan, kadın cinayetlerine ayna tutan siyasi programın erkekleri söz konusu şiddetten muaf tutmadığı da ortada. İktidar, grevi bastırırken “erkek-kadın” ayrımı yapmıyor, gaz bombası atarken erkek-kadın ayrımı yapmıyor. Peki, genel bir mücadelenin tekil bir alanında olsa dahi neden böyle bir ayrımcılığa baş vuruyoruz?

Bu yazıyı dün Berivan Kaya’nın İleri Portal’da yazdığı son satırlarla bitirmek istiyorum:

“İnsanın doğasını tarihsel, sınıfsal, diyalektik anlayıştan kopartarak, şiddet ve tecavüzün erkek doğasının ve cinsel kimliğinin bir sonucu olduğunu söylemek, erkeği karşısına alan bir kadın mücadelesi tarif etmek ve bunu erkek düşmanlığına vardırmak düpedüz liberal burjuva taraftarlığıdır. Sol ve sosyalist yapıların, bu feminist pratiğin ve söylemin karşısında durması, ideolojik bir eleştiriyi ve tutumu süreklileştirmesi, sınıf mücadelesinin saflarının sıklaştırılması ve bilimsel tutumdan kaymama noktasında elzemdir.”