Erdoğan’ı gerçekten düşürmek istiyorlar mı?

Son ABD gezisinde yaşananlar, ardından Alman basınında yer alanlar, Erdoğan’ın suyunun ısındığı, sonunun yaklaştığı yolundaki saptama ve yorumları yeniden yoğunlaştırdı.

ABD’de ve başta Almanya olmak üzere Avrupa’da Erdoğan’a tepki ve hatta nefretin çoğaldığı, muhteremin oralarda da  “sorun” olarak algılanmaya başladığı doğru.  Ama bu doğru, emperyalistlerin Erdoğan’ı somut ve güncel bir hedef olarak düşürmek üzere harekete geçtikleri anlamına gelmiyor.

Açıkça yazıyorum: Verili koşullarda ne emperyalist merkezlerin, ne de Türkiye sermaye sınıfının Erdoğan ya da AKP iktidarını düşürmek gibi bir öncelikleri var! Güçleri var mıdır? Bu soruya da kolayca “evet” yanıtı verilemeyeceğini düşünüyorum. 

Türkiye içindeki siyasal güç ilişkilerinin değiştiği, birikmekte olan rejim karşıtı enerjinin açığa çıktığı bir ortamda emperyalist devletlerin ve küresel sermayenin Erdoğan’ı göndermek üzere aktif tutum alacağını öngörmek için ise müneccim olmak gerekmiyor. Böyle bir durumda, ortaya çıkan toplumsal kalkışmayı yönlendirmek, soğurmak ve evcilleştirmek üzere aktifleşecekleri açıktır.

Bu yazıda, siyasal güç ilişkileri köklü biçimde değişmediği sürece bu konuya tekrar dönmemeyi umarak, yukarıdaki saptamayı açmaya, gerekçelendirmeye çalışacağım.

Bir: Yalnız Türkiye değil, tüm dünya, düzenlerin sürdürülmesinin/yönetilmesinin giderek daha zorlaştığı kaotik bir dönemden, bir uygarlık krizinin içinden geçiyor. Böyle bir ortamda, emperyalist efendiler eskiden olduğu gibi, iktidarlar indirip bindiremiyorlar. Kendi dinamiklerine, özgücüne dayanan her öznenin marjinal etki ve manevra yeteneği artmıştır. Siyaseti niyetler değil güç ilişkileri belirliyor.

İki: Emperyalist bloklar, emekçi sınıfların talep ve özlemlerini belli ölçülerde yansıtan düzen içi reform hareketlerini önlemek, asimile etmek, iktidardalarsa (Venezuella, Brezilya) düşürmek konusunda zımni bir anlaşma içinde davranırken, aralarında ikincil düzeyde sorunlar olan rejimleri (Türkiye, Suudi Arabistan vb.) koruyup kolluyorlar. İçinden geçmekte olduğumuz kaotik dönemde dünya emperyalist kapitalist sistemi için reform seçenekleri ve özneleri yalnızca düzen karşıtı içerik taşıyan toplumsal muhalefet hareketlerini yatıştırmak, buhar almak açısından “kullanım değeri” taşıyor.

Üç: ABD ve AB merkezleri ve tekelci sermaye 13 yıllık AKP iktidarının ve onun muktedir liderinin neo-liberal programlara bağlı doğrultusundan ve uygulamalarından memnun ve mutludurlar. Bugünkü koşullarda, düşünülebilecek hiçbir düzen içi iktidar sisteme AKP’nin hizmet ettiği kapsam, netlik ve hızda hizmet edemez. Dinci gericiliğin uyuşturucu etkisiyle de hiçbir sorunları yoktur.

Dört: AKP Türkiyesi, Suriye ve Kürt siyasetlerindeki giderilebilir farklılık ve sürtüşmelere rağmen, dünya çapındaki saflaşmada ABD ve AB emperyalistleriyle aynı saftadır. Böyle bir iktidarı, hele de yerine neyin geleceğinin belirsiz olduğu bir uğrakta neden düşürmek istesinler? Var olan iktidarları sivil darbeyle düşürme operasyonlarının nasıl sahneye konulduğunu merak edenler için Korkut Boratav’ın bu portalda geçtiğimiz iki hafta üst üste yazdığı Brezilya ve Arjantin yazılarını öneriyorum

Beş: Ek olarak, Erdoğan’ın elinde, etkili iki “güncel” silah var: Göçmen krizi ve ABD’nin IŞİD’e karşı koalisyon önceliği. Göçmen krizi, Avrupa’yı ciddi biçimde sarsmış, Türkiye’ye mecbur hale getirmiştir. İçeriği ve hedefleri bir yana, ABD de IŞİD konusunda aynı konumdadır. Erdoğan ve AKP sıkı bir pazarlık içinde emperyalistlere istediklerini veriyor, karşılığını almaya çalışıyorlar.

Altı: Büyük kent katliamları, farklı faillerin farklı amaçları ne olursa olsun AKP hükümetini zayıflatmıyor; tersine toplumda güçlü olana sığınma, biat etme eğilimini güçlendiriyor.

Yedi: Bugünkü durumda, Erdoğan’ın her konuda son sözü söyleyen tek adam konumuna son verecek AKP içi ya da parlamento içi bir siyasal aritmetik bulunmuyor. MHP, AKP’nin yedek lastiği olarak orada hazır duruyor. CHP ve HDP’nin  “sosyal demokrasi” paydasında bir araya gelip bir restorasyon seçeneği oluşturmaları ne teorik ne de pratik olarak olanaklı ve olası görünüyor.

Sekiz: 2013 Gezi isyanı, Türkiye’nin, “renkli devrim” örneklerinde olduğu gibi kitle hareketleriyle oynanacak bir ülke olmadığını göstermiştir. 7 Haziran seçim sonuçları açık ve güçlü biçimde parlamento içi-parlamento dışı muhalefet güçlerine Erdoğan’ın tıkadığı süreci kitle hareketinin gücüyle aşma yönünde altın fırsatlar sunmuş, bu olanak değerlendirilememiştir. AKP’nin üç yıldır tüm polis, iç güvenlik, yasa hazırlıkları Gezi tipi bir eylemin sökün etmesini önlemeye endekslenmiştir. CHP kitle hareketinden korkmuş, “istişkafi” müzakereler içinde erimiştir. Kürt hareketi, AKP’nin provokatif  imha savaşının da etkisiyle Suriye savaşının gereksinmeleri üzerinden konumlanarak , Haziran sürecinde kazandığı Türkiye toplumsal muhalefetinin çok önemli bir bileşeni olma misyon ve kapasitesinden geriye düşmüştür.

Dokuz: Sonuç olarak, bugün için, Erdoğan ve AKP’nin emperyalist merkezlerin, sermaye çevrelerinin, meclis içi partilerin eylemiyle gönderileceği koşullar olgunlaşmış değildir. Öte yandan, toplumda hoşnutsuzluk, öfke, hatta yıkıcı bir enerji birikiyor. Bir iktidar değişikliği ancak, var olan Erdoğan/AKP hükümetinin fiilen yönetemez olduğu bir uğrakta gerçek gündem haline gelecek, tüm sınıf ve siyaset güçleri o zaman yeniden öbekleşecektir.

On: Gezi yolunda büyük çaplı bir kitle hareketliliği ya da askeri darbe bu olgunlaşma sürecinde gündemleşebilirler. Birincinin dinamikleri, hazırlıkları her zamanki konumuzdur. Askeri bir darbenin gündeme gelmesi ise, iç savaş ve fiilen yönetemezlik koşullarında, ABD ile AKP arasındaki, daha çok da Pentagon ile Genel Kurmay arasındaki ilişkilerin seyrine bağlıdır.  

Onbir: Özetlemeye çalıştığım durum, okuyucuda yaratacağı ilk izlenimin tersine, Türkiye toplumunun geleceği açısından umutlu, iddialı ve aynı zamanda enerjik olmanın nesnel temelini de ortaya koyuyor. Dünyada ve Türkiye’de düzen içi siyaset, program ve özneler birbirilerinin yedeği olmayacak bir kapsam ve hızla eskiyorlar. İnsanlık, bu ölçüde büyük bir eşitsizlikle, insan ve doğa düşmanlığıyla devam edemez. Bu gerçek, bilincine çıktıkça evrensel eşitlik, toplumsal kurtuluş, devrim, komünizm, öz örgütlülük yeniden toplumsal bir ihtiyaç durumuna geliyor.

Büyük mücadeleye hazırlanmak gerekiyor.

“Görev”, büyük mücadele günleri geldiğinde gereğini yapmak için, bugünden, zihinsel, örgütsel ve eylemsel olarak,  anın değil dönemin öncelikli başlıklarına yoğunlaşmaktır.

Olağanüstü gelişmeler olmazsa, bundan sonraki yazılarımda bu başlıkları işlemeye çalışacağım.

Bu arada, yaklaşan 1 Mayıs’a Taksim’le ilgili devrimci kararlılığı eksiltmeden, yeni bir emekçi çıkışının ülke çapında başlangıcı olacak yaratıcı yöntemlerle hazırlanmak gerekiyor.