Dünya komünizme hazır mı?

Önceki yazımızda kapitalist uygarlığın hastalık ve lanet saçarak çökmekte olduğunu ve bunun karşısına komünizmin yeni bir uygarlık biçimi olarak çıkması gerektiğini söylemiştik.

Bu tartışmanın doğal uzantısı, komünizmin günümüz dünyası düşünüldüğünde gerçekçi bir hedef olup olmayacağıdır elbette. Diğer bir deyişle, komünizmin yeni bir uygarlık olarak tarihsel ödevine işaret eden bir tutum, komünist özgürleşme ve kurtuluş tahayyülünün imkanlarını da soruşturmaya yönelmelidir.

Komünizmin gerçekçi ya da mümkün olup olmadığını, dünyamızın komünizme hazır hale gelip gelmediğini tartışmak için, biri komünizmle ne kast edildiğine, diğerleri ise soruşturmada hangi ölçütlerin kullanılacağına dair kimi açıklamalar yapmak gerekiyor.

Bu tartışmada komünizm ile kast edilen, elbette, sınıfların ve sınırların yok olduğu, devletin sönümlendiği, işbölümünün yarattığı kent ile kır, kafa emeği ile kol emeği gibi tarihsel ayrımların ortadan kalktığı, insan toplumunun yepyeni örgütlenme biçimi anlamındaki komünist toplum evresi değildir. Dünyanın komünizme hazır olup olmadığı sorusunu bu çerçevede ele alırsak, komünizme giden süreç siyasal ve toplumsal olarak hayli uzun ve kapsamlı olacağı için, soruşturmamız ya bir tefekküre ya da hayale dönüşecektir. Çünkü Marx’ın değişik biçimlerde uyardığı gibi, komünist toplumun örgütlenmesi esas olarak komünizmin maddi koşullarının üretilmesine dayanır. Bu koşullar oluşmadan ya da ufukta belirmeden, komünist toplum beklentisine girmek, yine Marx’ın sözleriyle, “delice bir heves” olur ve ancak bir “keşişler ekonomisi” yaratır.

Dolayısıyla, “dünya komünizme hazır mı?” sorusuna yanıt ararken, öncelikle komünizmle komünist toplum evresini kast etmediğimizi söylemek gerekiyor. Kastımız, komünizmin, hem bir düşünsel zenginlik hem de bir siyasal hareket olarak dünya gidişatına müdahale etmesi, kendisini kapitalist dünya imparatorluğunun karşı kutbu olarak kabul ettirmesi, giderek dünya halkları için evrensel bir kurtuluş ufku haline gelmesidir. Böylesi bir etkinlik, bir yanıyla sanattan felsefeye, etikten bilime kadar çok çeşitli alanlarda komünist düşüncenin hegemonyasını artıracak, bir yandan da komünizmin yeni bir uygarlık tarzını ve üslubunu sırtlanmasını sağlayacaktır. Bu haliyle ele aldığımızda, yani komünizmi dünyanın kapitalist sömürü ve vahşetten kurtuluş mücadelesinin evrensel kaynağı olarak anladığımızda, baştaki sorumuza olumlu yanıt vermek de mümkün olur.

Peki bizi bu sonuca getiren nedir? Ya da hangi ölçütler açısından dünyanın komünizme hazır olduğunu söyleyebiliyoruz?

İlk olarak, önceki yazıda da değindiğimiz, kapitalist dünya sisteminin bütüncül biçimde çürüyüşünü saptayabiliriz. Dünyamız, burjuvazinin devrimci ve ilerici olduğu dönemleri çok gerilerde bırakmış, özellikle de bizim çağımız burjuva egemenliğinin en gerici ve vahşi yüzüne tanık olmuştur. Fakat dünya çapında egemenlik sürdüren bir sistemin çürüyüşü, tek başına o sistemin sahiplerini ya da temsilcilerini etkilemez. Kapitalizm, kendisiyle birlikte, tüm toplumsal ve insani ilişkileri de çürütmekte, yarattığı bataklığa doğru gömülürken insanlığı da beraberinde götürmektedir. Tüm dünyada sömürünün, gericiliğin, ırkçılığın, fanatizmin, sapkınlığın ve vahşetin hızlanarak yükselme eğiliminde oluşu, bu çürümenin doğrudan yansımalarıdır. Dünya, birkaç yüzyıl önce yaşanan göz kamaştırıcı aydınlanma atılımının hemen ertesinde, tarifsiz bir barbarlığa doğru seyretmektedir.

Üstelik, tanığı olduğumuz bu çürümenin, kapitalist sistemin iç dengelerinin yeniden kurulmasıyla ya da sistemde köklü bir paradigma değişikliği ile önlenmesi, en azından görünür veriler ışığında, mümkün görünmemektedir. Kapitalizm bir zamanlar taşıdığı ve bugün açıkça ilerici bir özellik ifade eden birçok değeri kusmuş, deyim yerindeyse ideolojik olarak kendi içini boşaltmıştır. Bugün yeni bir aydınlanma hamlesinin, burjuvazinin evrensel sınıf egemenliğiyle uyumlulaştırılması, kapitalizmin kendi dinamikleri üzerinden yeni bir özgürleşme atılımı yaratması ihtimal dahilinde değildir. Bu, açıkça bir uygarlık sorununu işaret etmektedir ve insanlığın evrensel ilerici birikimini temsil eden neredeyse tüm değerler, sadece ve sadece sol, sosyalist, komünist hareketler tarafından korunmaktadır. Dolayısıyla komünizm, bugün karşı karşıya olduğumuz kapitalist barbarlığın karşısına yeni bir uygarlık üslubu ve tarzı ile dikilebilecek tek düşünsel kulvardır.

İkinci olarak, kapitalizmin dünya ölçeğinde yaşadığı sürdürülebilirlik sorununa değinebiliriz. Özellikle Sovyetlerin çözülüşünün ardından hız kazanan neoliberalleşme ve emeğin tüm haklarına yönelen saldırı, kapsamını ve şiddetini artırarak devam etmektedir. Artan çalışma süreleri, düşen ücretler, yükselen işsizlik, piyasanın esnekleşmesi sonucunda karşı karşıya kalınan güvencesizlik gibi evrensel göstergelere, dünya çapında gericiliğin yayılması, emeğin kazanımlarının dinselleşme ya da ırkçılık ile birlikte ortadan kaldırılması süreci eşlik etmektedir. Kapitalizm, dünya ölçeğinde hem sınıfsal hem de ideolojik bir imha savaşına girişmiştir.

Ancak daha önemli olan nokta, kapitalizmin bunu gerçekten de yapmak zorunda oluşudur. Kapitalist sistemin kar aranışının sürekli krizlerle karşılaşmasının bir kural olduğu hatırlanacak olursa, bu krizleri aşabilmek için başvurulan yollar da sermaye egemenliğinin en çıplak görünümlerini sergilemektedir. Bu koşullar altında, sermayenin kimi kazanımlarından vazgeçmesi ya da işçi sınıfı ile belirli bir dengede uzlaşmayı kabul etmesi, sözünü ettiğimiz krizlerin daha da sıklaşmasına ve şiddetlenmesine yol açacaktır. Kapitalist egemenlik, emeğin ve insanlığın çeşitli beklentilerini faydacı biçimde de olsa karşılamak şöyle dursun, en yaşamsal ve vazgeçilmez haklara dahi acımasızca saldıracak ölçüde katılaşmıştır. Bu veriler değerlendirildiğinde, halkların ve emekçilerin somut talep ve beklentilerine yanıt verebilecek, bu talep ve beklentileri siyaset ve düşünce alanında güçlendirip ileriye taşıyacak aktör, yine ve sadece komünizm olmaktadır.

Üçüncü olarak ise, kapitalizmin, dünyaya yayıldıkça, yarattığı gerilim ve çelişkileri de evrenselleştirmesinden bahsetmeliyiz. Bugün kapitalizmden kaynaklanan tek bir sorun dahi, sermaye egemenliğinin dünya ölçeğindeki yapılanma ve stratejisinden bağımsız biçimde değerlendirilemez hale gelmiştir. Aynı süreci tersinden anlamaya çalıştığımızda, kapitalizme, emek sömürüsünün şiddetlenmesine, gericiliğin ve ırkçılığın, fanatizmin ve ayrımcılığın, vahşetin ve katliamların sıradanlaşmasına karşı gösterilecek her tepki, belirli bir ölçeği aştığında, kendi niyetlerinden bağımsız olarak, kapitalist dünya egemenliğinin hassas noktalarına dokunacaktır.

Bu söylenenler, başka bir ifadeyle, yerel ölçeklerde yükselen kitlesel mücadele ve direniş örneklerinin siyasal ve toplumsal sonuçlarının büyüdüğünü, çarpan etkisinin arttığını anlatmaktadır. Kapitalizmin dünya üzerindeki en ücra alanlara kadar genişlettiği sömürücü ve gerici saldırı, insanlığı ve dünya halklarını evrensel bir kurtuluşu, daha doğrusu kendisini kapitalizm karşısında evrensel olarak da inşa etmiş bir siyasal kurtuluş mücadelesini aramaya yöneltmektedir. Böylesi bir evrensel tınıyı verebilmek, kendisini kapitalist dünya egemenliğinin eş kapsamdaki alternatifi olarak sergileyebilmek, çökmekte olan uygarlığın karşısına bir başka uygarlaşma çağrısı ile çıkabilmek için gerekli olan bütüncül niteliğe komünizmden başka hiçbir siyasal, felsefi ya da teorik konumun sahip olmadığı açıktır.

O halde, dünyanın komünizme hazır olup olmadığı sorusuna verdiğimiz yanıtın, adlı adınca bir uygarlık krizine de verilen yanıt olduğunu söylemiş oluyoruz.

Belki iddiayı yükseltmek gibi olacak ama, bir adım daha atarak şunu söylememizde dahi sakınca yok:

Dünya komünizme hazır olmanın da ötesinde, ona muhtaçtır.

Brecht, kapitalizmin kar güdüsünün acımasızlığını ve kural tanımazlığını kast ederek “radikal olan komünizm değil, kapitalizmdir” demişti.

Şimdi bu cümlenin, biraz değiştirilerek kurulması gerekmektedir.

Artık radikal olma sırası komünizmdedir.