“Devrimciler Ölür, Devrimler Durmaz Sürer”

30 Mart 1972’de, 43 yıl önce Mahir Çayan ve yoldaşları, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarını engellemek için giriştikleri eylem sırasında devlet tarafından katledilmişlerdi. 

Henüz 26 yaşında kendini adadığı devrimci yolda yitirdiğimiz Mahir Çayan’ı sevgiyle, saygıyla, özlemle anıyoruz. 

Bugün, en çok ‘Devrim için savaşmayana sosyalist denmez’ sözüyle hatırladığımız Mahir Çayan üzerine yazmak istiyordum.  

2 gün önce, 30 Mart akşamı, bir kez daha karıştırdığım Toplu Yazılar’dan “Devrimci Marksizm ile oportünizm ve çağdaş reformizm arasındaki görüş ayrılıkları en son çözümlemede, ‘kendi öz gücüne güvenerek devrim için yola çıkmaya cesaret edip etmeme’ meselesine dayanmaktadır.” cümlesinin altını çizmiş ve bunun üzerine düşünmek gerektiğini not etmiştim.

Aynı kitabın içinde yer alan “Türkiye solunda uzun yıllar, revizyonizm, pratiğe ışık tutmayan entelektüel tahlilleri, kuyrukçu çalışma tarzı ve iğrenç ilişkileri ile etkin ve yönlendirici unsur olmuştur” cümlesiyle başlayan sayfayı çift yıldızla işaretlemişim. “Yıllarca ülkedeki devrimci mücadeleye ilişkin ‘nereden ve nasıl başlanmalıdır?’ sorusuna açıklık getirecek, somuta ilişkin hiçbir şey yazılmadan geçti. Kitap ve broşür çıkarma (ticaretle karışık) başlı başına bir eylem haline geldi” eleştirisiyle başlayıp, “İşte bu hava içinde, biraz da bu havanın etkisinde kalarak doğru çizgiyi, ayaklarımız bu bataklıkta olduğu için ağır ağır yürüyerek bulduk. Aynı yavaşlıkla da pratiğe geçtik. Teoriyi devrim yapmak için okuduk, öğrendik. Ancak bu ulema olduk anlamında yorumlanmamalıdır. Biz sosyalizmin öğrencileriyiz. Ve bu öğrencilik hayatımız boyunca devam edecektir” diye sonlanan bölümle bugün yaşadığımız tartışmalar arasında bağlar ilk defa dikkatimi çekmişti. 

Görünüşte rakip oldukları devrimci bir örgütün üyelerini, siper yoldaşları olarak görüp, onlar için ölümü göze alan bir eyleme girişmelerinin önemi üzerinde duracak, buradan bugün dersler çıkarılması gerektiğini yazacaktım. 

Tüm bunları yazarken henüz 26 yaşında öldürülmüş olduklarını, tüm yazılı ürünlerinin topu topu bir kitapta toplanabildiğini, bu nedenle bugün Türkiye devriminin tüm sorunlarına yanıt veremiyor oluşlarının son derece anlaşılır olduğunu ve bize bıraktıkları mirasın teorik boyutunu eleştirirken, arayışçılıklarını, devrimciliklerini görmezden gelmenin nasıl bir körleşmeye neden olduğunu tartışmak istiyordum. İlk gençlik yıllarımızdaki bir kaç aylık dönemden sonra hiç ‘yolumuz Çayan’ların yoludur’ demememize rağmen (ve belki de bu sayede) ondan ne çok şey öğrendiğimizi de... 

Tarihimizi inkarcılık-bağnazlık uçlarına savrulmayan bir bütünlükle ve öncü, devrimci bir sorumlulukla ele almanın, nasıl bir enerji katabileceği üzerine düşünmeye davet etmek istiyordum İleri okurlarını...

Tüm bunları, sadece bir borç olarak kayıt altına alınsın diye yazdım. 

Çünkü bugün bunların yazılabileceği bir gün değil...

Nasıl yazılsın ki?

Dün sadece ve sadece Berkin kardeşimizin katillerinin açığa çıkartılması için gerçekleştirdikleri bir eylem sonunda iki devrimci genç Adliye Sarayı’nda bir yargısız infaz operasyonuyla öldürüldüler.

Hepimizin gözleri önünde, şahsi hiç bir menfaat gözetmeyen iki gencecik insan, adalet talep ettikleri için katledildiler. 

Üstelik istenseydi ve sadece Berkin’in katillerini açıklayın talebine yanıt verilseydi hiç kimse ölmeyebilirdi.“Emri ben verdim” diyenlerin, katilleri ve dolayısıyla kendilerini koruması için üç kişi daha öldürüldü.

Ardından devletin Emniyet Müdürü ‘devlete kalkan eller kırılır’ diye canlı yayında hepimizi tehdit etti. 

Başbakanı, Cumhurbaşkanı ile tepeden tırnağa devlet görevlileri, katilleri açığa çıkartmamak için savcılarını düşünmeden feda edeceklerini gösterdikleri yetmiyormuş gibi canlı yayınlarda açık bir yargısız infazı savunan açıklamalar yaptılar.

Sonuçta ikisi kardeşim yaşında genç devrimci, üç kişi yaşamını yitirdi ve devlet kurtuldu!

Bu ülkede adalet, sadece zenginler için, para babaları için, Amerikancılar için ve onlara hizmetkarlık eden halk düşmanları içinmiş... 

Halkın payına düşen ise, açlık, yoksulluk, zulüm, geleceksizlik... 

Patronların devleti de tüm bunların güvencesi...

Her şeyi bilenlerin, sosyal medya olanağıyla bol bol yazdıkları eyleme dair eleştirilere hiç girmeyelim, bize göre bugün eylemi tartışmak değil yargısız infazı lanetlemek gerekiyor.

Yazmak zor geliyor, yazmaktan çok haykırmanın gerektiği günlerden geçiyoruz. 

Eşitlik için, özgürlük için, kardeşlik için, barış için, adalet için, devrim için, sosyalizm için toprağa düşenlerin anısına saygıyla...

Ve hep birlikte haykıranların, el ele, omuz omuza yürüyenlerin, dövüşenlerin sayısını artırarak... 

Nefesimiz yettiği kadar, alaşağı edene kadar tekrar edeceğiz.

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!

Katil AKP!...