Darbe

Türk Dil Kurumu'na bakarsanız darbeci biziz...

TDK'nın, dünyanın hiçbir sözlüğünde yer alması mümkün olmayan uyduruk tanımına göre, demokratik yollardan yararlanarak hükümeti istifa ettirme işi "darbe" oluyor.

Neyse, bu yazının konusu bizim darbeciliğimiz değil, Türkiye'nin gelecek döneminde "darbe"nin oynayacağı rol. 

Ülke siyasetinde çözülmesi gereken bir düğüm var.

İktidarsızlığa tahammülü olmayan, dengelerin oluşmadığı bir dönemde, bir coğrafyada düzen iktisadi, ideolojik ve siyasi bir bunalım yaşıyor. 

Burjuva demokrasisinin olağan dönemlere özgü yöntemlerle çözmesi mümkün görünmeyen çelişkiler birikiyor.

Ulusal sorun...

Gericilik...

Bölgesel dinamiklerin ve emperyalizmle bağımlılık ilişkilerinin getirdiği "misyonsuzluk" paniği...

Tüm bunlara eklenmesi gereken en önemli etkenlerden biri olarak; emek verimliliğini artıramayan, üretime dayanmayan, üretkenliği düşük, yapısal dönüşüm hamlelerini beceremeyen dış kaynağa bağımlı ülke ekonomisi...

Düğüm demiştik, nasıl çözülecek?

Denizden geçiremiyorsan, karadan yürütürsün.

Çözemezsen kesersin.

Bir önceki yazıda, "Erdoğan AKP'sinin, kaotik ortamda elleri kolları bağlı kalmadan hareket edebilmesinin gerek koşulu, potansiyel tehdit olarak gördüğü, her gündemde tepesine bineceğinden korktuğu dinamiklerin etkisizleştirilmesidir" diye yazmıştım. Üzerine, geçen hafta Erdoğan'ın "Türkiye'nin yönetim sistemi fiilen değişti" sözleri geldi.

Bu sözler 'sivil darbe' olarak yorumlandı. Darbe deyince, asker partisini anmamak olmaz. 

Türkiye siyasetinin her zaman en önemli aktörlerinden biri olan, son dönemde ağırlığı giderek artan ve "iç ve dış tehditleri" her zamankinden çok ensesinde hisseden ordunun, çözümsüzlüğe seyirci kalması beklenebilir mi?

Bu satırları, "darbe geliyor" paniğiyle değil, sıkışmanın büyüklüğünü anlatmak için yazıyorum.

Düğüm çözülemiyorsa kesersin, doğru... Peki, çözülecekse ne için çözülecek? Kesilecekse ne amaçla?

Yeni bir Amerikan Barışı'na erişmek için mi?

Pax Amerikana'nın uzun erimli olması mümkün mü?

Yapıcı ve kurucu gücü azalan dünya devi, uzun süreli bir sulh inşa edebilir mi?

Tüm aktörlere kendi nüfuz alanlarını genişletebilecekleri gerçekçi vaatlerde bulunulabilir mi?

Bu sorulara olumlu yanıt verebilmek çok zor.

Buraya iki veriyi daha ekleyelim. 

Birincisi, son dönemin revaçta konsepti, Türkiye için de geçerlidir. Yani, son tahlilde yapılır, sonra bakılır.

İkincisi, son derece akıllı bir tasarımdan bahsedilse dahi, çok gelişkin ve belirgin dış dinamiklerden söz edilse dahi, bir iç dinamik vardır ve etkisiz değildir.   

Öyleyse, yine geçen yazıdan devam edelim...

Türkiye siyasetindeki kırılganlık ve istikrarsızlık sürecek. Düğüm çözülse de sürecek, kesilse de...

Gerekli önlemleri alarak, çok ihtimalli bir dönemde olduğumuzu hesaba katarak ve olanaklara yoğunlaşarak sadelikle hareket etmek zorundayız. 

Antiemperyalizm ve gericilik karşıtlığından taviz vermeyen bir kardeşlik, birlik ve barış siyasetini örgütleyelim.

Sınıfı, yakıcı talepleriyle siyaset sahnesine taşıyalım.

İlerici-özgürlükçü mücadelemizi, yukarıdaki iki unsurla birleştirelim.

Bunları hakkıyla yaparsak, çözelimcilerle keselimciler arasında sıkışmayız. 

Düğümleri kördüğüm, bıçakları kör bıçak olur.