Cumhuriyet, Türey Köse ve Ankara Lisesi…

Felaket tellallığı meslek olacaksa, yaşadığımız coğrafya buna çok uygun ve çok da malzeme içeriyor…

Türkiye’de savaşın yeni bir boyuta tırmandığı, keskin nişancıların hareket eden her canlı varlığı hedef aldığı, bambaşka bir boyuta erişmiş bulunuyoruz. Diğer yandan rejimin, dinci bir toplumsal örgütlenişe dönüşümünün en ince örneklerini izliyoruz…

Gelinen son noktalardan birisi, kuşku yok ki öncelikle Diyanetin yeni fetvasıdır. Alevinin, Müslüman olmadığı gerekçesiyle, Sünnilerin onlarla evliliğine, bu kurum karşı durmaktadır. Ya da böylece, mahallelerde Müslüman’la evli olmayan kim varsa, bundan böyle katline, zımmi olarak icazet çıkmaktadır.

Ötekilere gelince, hükümetin Cuma namazına göre kamu yaşamını tekrar düzenlenmek istemesi ve 'Kadın, nağmeli Kur'an okuyorsa cilve yapıyordur' meselesidir.  Bu son haberin sahibi, “Furkan Vakfı” reisi ve onun videoya kayıtlı demeci olup, haberleştirme adresi ise “Rıfat Doğan”dır. Yani bu portalın muhabir emekçisi olan arkadaştır. Dünden bu yana da, haber kalkmazsa, Rıfat’ın başına hangi çorabın örüleceği, gelen tehdit telefonlarında anlatılmaktadır… Yarın bir gün Rıfat’ın başına bir şey gelirse, buraya not ediyorum, sorumluları şimdiden bellidir.

Dolayısıyla başka bir şeylere dair yazı yazmak, sanki gündemin ağırlığına saygısızlık olur korkusuyla, adeta imkânsızlaşmaktadır…

***

Farklı medya kaynaklarından köşe yazılarını takip etmeye çabaladığımızda, adeta kocaman bir tahlil laboratuvarına dalmış gibi oluyoruz. Siyaset arenasındaki anlık manevralar bile koca bir “her şeyin teorisi” teorizasyonunun içinden anlamlandırılmaya çalışılıyor ve fakat karşılığında, ne yapılacağı, Godot’nun gelmesine bırakılıyor.

Hani, mücadele etmeliyiz, örgütlenmeliyiz, toplumsallaşmalıyız lakırdılarının gırla olduğu bir devranı yaşadığımızın epeydir farkındayız. Hal böyle olmakla beraber, sanki bir orta oyunu oynanıyor. Oturulan yerden kalkılmasına dair, bir kıpırtı emaresi henüz bulunmuyor. Bu tuluat, adeta, bir şeyler yapması gerekenlerin hiçbir şey yapmak istemediği ve bırakalım tezgâh böyle devam etsin, bizim de öncülük ettiklerimizle aramız ve işlerimiz bozulmasın havasının galebe çaldığını hissettiriyor…  

***

Bunları geçiyorum…

Çok daha özelden bir şeyler yazmak istiyorum…

Türey Köse, Cumhuriyet yazarıdır. 6 Aralık itibariyle, ne menem ekonomik gerekçelerse, gazetesinden yol verilmiştir. Bu bir ilk midir? Kuşkusuz hayır. Ne ki benim için bir iç acımasıdır. Ayrıca bu olay gazete içi, yeni bir kavşak noktasıdır…

Nedenleri çoktur.

İlki Türey’in gazetesiyle ilgilidir. Cumhuriyet gazetesi şudur, budur diye eleştirilebilir. Bunlarda da haklılık payının büyük olduğu söylenebilir. Tamamda bu gazete, tarihinde onca kasisli yürüyüşün içinde, Türkiye’nin gelmiş geçmiş kendisini solcu, ilerici sayan kesimlerine de, her şeye karşın ve çoğu kez bir mevzi, bir soluklanma siperi ve hatta mücadelenin bir silahı olmuştur…

Kemalist ideolojinin ana akım temsilcisi olan bu gazete, ana akım dışı sol okuyuculara da hitap etmiş, zaman zaman bu türden yazar kadrolarına da köşelerinde yer vermiştir.

Yazarlarının önemli bir bölümü, ideolojik olarak beğenelim veya beğenmeyelim, adeta bir adanmışlıkla mücadele etmeyi bilmişler, hatta canlarını bile feda etmişlerdir.

Söylenecek çok laf olmakla beraber kısa kesip, sadede geleyim.

Liberal rüzgârların dönüştürücü etkisi, Cumhuriyetin kapısını birçok kez de yoklamıştır. Yönetiminden, yazarçizer istihdamına değin, ne çok macera yaşanmıştır…

Galiba, Can Dündar’ın Genel Yayın Yönetmeni olması, bu dönüşümlerden bir yenisinin başladığı son örnektir. Düne değin, AKP saflarında sıraya giren “yetmez ama evetçi” yeni bir kadro, gazetede köşe başlarını tutmuş görünmektedir. Dünün, durumdan vazife çıkarıp AKP’ye akıl hocalığı yapanlar, bugün kendi dünyalarının özgünlüklerini, Cumhuriyet okurlarına, o okurların meşreplerine uygun bir lisanla yeni bir hikâye gibi anlatmaktadır…

Türey’e gelmeden, gelelim bir de gazetenin ekleri meselesine. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji eki,Orhan Bursalı’nın yönetiminde ilk günden bu yana, gazetenin katlanmış yarı boyutunda ve 1501 hafta, yayın hayatında kalmış bir dergidir. Heder olup giden dergi koleksiyonum yerinde duruyor olsaydı, ilk sayısından bu yana biriktirdiğim ve kaybolanlar hariç, halen elimde önemli bir yekûn örneği olarak bulunan 30 yıllık bir arkadaştı. O da geçen hafta, sessiz sedasız ve ekonomik gerekçeler bahane gösterilerek susturuldu.

 Akademideki kırk küsur yıllık hayatımı dikkate aldığımda, ekonomik gerekçelerle tasarruf işine, hep bilim yatırımlarından başlandığını çok gördüm. Buna şimdi, popüler bilimin ve aydınlanma uğraşının Türkiye’deki öncülerinden ikincisi olan (ilki TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi 49. Yılında) bu gazete eki de katılmış oldu. Bu arada başka benzer bir olay da “Kitap” dergi ekinin başına geldi. Okuyucusunun heyecanla takip ettiği dergi, gündeme dâhil bile olamadan, bir baktık ki buharlaştı…

Bilim işinin, yatırımının ya da yayıncılığının desteklenecek yerde, ekonomik tasarruf gerektiğinde, ilk müdahale edilecek bir alan olması ne acıdır. Sadece bu nokta bile çağdaşlaşma işinde ne denli geri kaldığımızı göstermesi bakımından silinmez ve kalıcıdır…

Türey’e gelince; Ankara’da mukim iki İzmirlinin, birbiriyle yollarının kesişmesi ve arkadaş olmasından doğal ne olabilir. Bizi mutlaka bir araya getiren en önemli buluşmalarımız da, kuzenim Reyhan Abacıoğlu’nun yıllardır Ankara’da açtığı düzenli resim sergileridir…

Türey, gazeteden yollanmadan önce, ilk sinyal Cumhuriyetin İzmir bürosunun kapatılmasıyla gelmiş olsa gerektir. Doğrudan bir ilgisi olmasa bile, gazetecilik yaşamına otuz üç yıl önce, Cumhuriyetin İzmir bürosunda gözünü açan ve sonra Ankara’ya parlamento muhabiri olarak atanan Türey’in, eski Cumhuriyet kadrolarından sayılmış olma ihtimali, bana “evet neden budur” işareti gibi gelmektedir. Nitekim medyada, “Cumhuriyet’te neler oluyor?” sorusuna yanıt arayan ve gazetede, bir iç iktidar mücadelesinin sürdürüldüğüne parantez açan kimi kaynaklara da rastlanmaktadır.

Türey’in başına gelen, kapitalizmin mantığına aykırı bir iş olmamıştır. Öncelikle, basın emekçilerinin büyük ekseriyeti, örgütsüzleştirmenin batağına saplanmış vaziyettedir. Cumhuriyette bu işlerin hangi meşrebe göre yürüdüğü bu yazının konusu değildir. Kısacası, Türey, gazetenin yeniden yapılandırılmasında sistemin gereği olarak ihtiyaç fazlası görülmüş ve sahadan atılmıştır. Yani iş güvencesi falan bir yalan rüzgârıdır. İşin bitirilmesine bir defa karar verilmeye görülsün, fiş acil çekilmektedir.  Türey bu kargaşadan nasip almış görünmektedir.

Ayrılık yazısında, her insan olanın yapacağı gibi, hem Can Dündar ve hem de Erdem Gül’e esaretten kurtulma ve özgürlük dilemiştir. Kuşkusuz çok da iyi etmiştir. Ayrıca hem Cumhuriyete ve hem de BirGün Gazetesine, okuyucuların sahip çıkmasını istemiştir. Bu da, gazetenin iç ilişkilerine dair medyaya yansıyanlara bakılırsa, bunun bir tasarruf işinden ziyade ideolojik olduğuna sanki işaret gibidir.

***

Marks’ın felsefesinin büyük önemini, kapitalizme içkin “özgürlüğün doğası” kavrayışını bize kazandırmış olmasında arayabiliriz…   

Bir iktisadi sistem olarak kapitalizm, sadece kendine özgü boyutuyla hayatlarımızın içinde yer almıyor. O, siyasi ve kültürel boyutlarımızın temel belirlenimini de oluşturuyor. Dolayısıyla, sokaktaki büyük çoğunluk, bir yandan konumlandırıldıkları alanlar içinde kendisini özgür hissederken, öte taraftan da iktisadi sistemin, yaşamların üzerine bindirdiği ekonomik ipotekle, politik fikirlerden, dinsel inançlara bütün bireysel ve toplumsal yaşamı nasıl kontrol ettiğinin farkına bile varamıyor. Böylece soyut bir alan olarak özgürlüğün hayattaki karşılığı, kapitalizmin iktisadi-sosyal ilişkiler zincirindeki kurallarına göre inşa edilmiş oluyor. Kısaca hayatlarımızı ve toplumsal yaşamın kontrolünü emeğiyle geçinen büyük insan yığınları değil, kapitalist iktisadi ve siyasi dinamonun sahipleri belirler konumda oluyor…

***

Yukarıdaki tespiti, tıpkı Ankara Kız Lisesinin, bir getirim talanına kurban edilmek istenmesi üzerinden okuyabileceğimiz örneğe denk düşmektedir…

Önce kısa tarihçeye bakalım…

Bu lise, Cumhuriyet aydınlanmasının ilk kurumlarından birisidir. 1923 de bizzat Atatürk tarafından kurulmuştur. Cumhuriyetin kurtuluş ve kuruluş hengâmesi içinde, çağdaşlaşmanın bir hedefi de, eğitim ve okuryazarlık işinin kökten halledilmesidir. Dolayısıyla memleketin dört bir yanında, bütün kaynak kıtlıklarına karşın, bu alana büyük yatırımlar yapılmıştır.

Türk Ocağı Binası (şimdi “Resim ve Heykel Müzesi”) yanında, eskiden “Namazgâh” olarak anılan bölgede, 1930-35 arası yaptırılan büyük bir binayla, okula en büyük yatırım, Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlanmıştır. Başlangıçta, kız öğrencilerin devam ettiği bir kuruluş iken,  1974-1975 eğitim yılında Ankara Kız Lisesi “karma lise” statüsüne geçmiş, sonra adı Ankara Lisesine tebdil edilmiştir. 2005 yılında ise “Anadolu Lisesi” statüsüne kavuşturulmuştur.

Rant işinin bam teline gelince, semt olarak “Sıhhiye” de bulunan Ankara Lisesi, 3799 metrekare kapalı alan ve 5000 metrekare bahçeye sahiptir. Okulun çevresinde bulunan ve rant iştahlarını kabartan kuruluşlar Numune ve Yüksek İhtisas Hastaneleridir. Bunları neden mi yazıyorum? Şimdi burası istimlâk alanı olarak ilan edilmiş bulunuluyor ve işin içinde Büyük Şehir Belediyesi tarikli yeni bir tecavüz olduğu ortaya çıkıyor. Haberlere bakılırsa, belediye bir de bu alana, aynı bölgede olan Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesini de dâhil etmeye uğraşıyor…

Mevzuata bakarsanız bu binalar tarihi ve kültür varlıkları olarak koruma altında. Oysa ne gam; trilyonluk getirinin yanında tarihin ne önemi ola ki. Manipülasyonlarla her şeyin kitabına uydurulduğu bir çağda yaşıyoruz. Ankara kentinde, Cumhuriyet’in kuruluş mirası olan ve kente kimlik katan ne kadar yapısı varsa, şimdi bir bir yıkılıyor. Sonra, doku devasa camilerle baştan bezeniyor ve başkent, yeni parti-devlet rejiminin islami görüntüsüne sokuluyor…

Oldu da bitti maşallah; bundan sonrası hotirinamdır inşallah…

TMMOB-Mimarlar Odası ve Ankara Lisesi Mezunlar Derneği başta olmak üzere bir mücadele ve imza kampanyaları sürdürülüyor… Gazete, televizyon kanallarından duyurusu yapılmaya çalışılıyor…

Kısacası, elini taşın altına koyacak ve steril sütre gerilerinden çıkarak, mevzilerde, barikatlarda geleceğimizi savunacak ve toplumsal kurtuluşu bayrak yaparak yeni bir cumhuriyeti kurgulayacak sahici bir cephe örgütlenmesi ve mücadele hepimizi bekliyor…

[email protected]