‘Çomaristan’ ile ‘kibirli laikçi teyze’ arasında kültürel iktidar

Tek adam rejimi resmi olarak kuruldu.

Tekrar eden seçim yenilgilerine ve rejimin resmi kuruluşuna rağmen kabak gibi ortada duran bir gerçek şudur: Karşımızda “tek adam” olsa da iki ayrı Türkiye, iki ayrı kültür, iki ayrı hegemonya var.

Son yıllarda çokça bahsi geçen “kültürel kutuplaşma” bu sürecin bir parçası.  Üstelik önemli bir parçası. Lakin iddiamız odur ki AKP rejimi “al gülüm ver gülüm” popülist politikalarla gündelik yaşamda karşılık bulan, tarafgirliğe meyyal kültürel arzuları etkili biçimde kaynaştırmakta ve buradan tam da günün ruhuna uygun bir “kimlik siyaseti” hattı çizmeyi başarmaktadır.

Epey yaşlanmış bir kalıp ifade de olsa, evet “sonda söyleyeceğimi başta söyleyeceğim”: AKP rejimi somutunda en parlak ifadesini gördüğümüz gibi “İslamcı faşist” kimlik siyasetinin temel dinamiklerinden biri “kültürel kutuplaşmadır”. Biz ise bu “kültürel kutuplaşmayı” sersemletmek, dağıtmak, çözmek ve onu gerçek “çıkar çatışmaları” minderine çekmek zorundayız.

Kültürel kılıfın bin bir surat hallerinin arkasına sığınanı; aç olanı, çaresiz olanı, “gelişemeyeni”, kendini “tanınmayacak kültürel kılıflarla” var kılmaya çalışanı anlamamız ve tam da burada mevzi berkitmemiz gerekir.

Diline, semiyotiğine(simge ve kodlarına) hakim olmamız ve tabiri caiz ise “inine girmemiz” gereken yer burasıdır.

Konu, “gerçek çıkar çatışmaları” ve dolayısıyla sınıf ekseni ile “kültürel kutuplaşma”  arasında kurulacaksa çok hayatiyetli bir kavrama başvurmak durumundayız: İdeolojik mücadele.

İdeolojik mücadele: Kültüre mi indirgesek, “özgürlükçülükten” mi vazgeçsek?

İdeolojik mücadelenin içeriğinin ne olacağına dair tartışma tam da burada yürütülebilir. Sözgelimi hali hazırda sürekli biçimde pompalanan “kültürel kutuplaşma” zemini hangi ideolojik araçlarla, kavram ve söylemlerle geri püskürtülecektir?

Pompalanan ve aynı zamanda kendiliğinden biçimde yayılan kodlar bellidir:

Bir tarafta görüntüde “koloni valisinin kibirli karısı” gibi konuya hijyen takıntılarıyla, diş fırçalamayanlarla, “ayak kokusuyla”, “mabad kılı” olmayı tercih edenlerle, çomarlıkla, “köylülükle”, diplomasız cahillikle ve hatta daha fazlası, mental/ruhsal sorunlarla açıklamaya yönelen bir kültürel atmosfer vardır. Burada çeşitli ton ve vurgularla, karşı cephede lümpenler, fobikler, bilim karşıtları, hayvan sevmeyenler, çocuk ve kadın düşmanları, aklın ve ilerlemenin önünde set kuranlar tek tek işaretlenir.

Bu düzlemde AKP rejimine onay veren herkes eşitlenir. “Çomaristan” budur.

Diğer tarafta, kendinden olmayan her şeyi “bozulmuş, sekteye uğramış bir erkeklikle”, “bir değişik olmakla” kodlayan, kızlı-erkekli’den alkol tüketimine, giyim kuşamdan kozmopolitizme her şeyi “gavur” sayabilen, büyüklenmeci, narsistik, alabildiğine kırılgan ve komplocu bir zihniyet sökün eder.

Bu düzlemde AKP’ye karşı olanlar ahlakla ve ihanetle, “batı uşağı” olmakla, züppelikle, tuzu kurulukla, “postal yalayıcısı” olmakla, “laiklik elden gidiyeahh” yaygaracılığıyla eşitlenir. “Laikçi teyzenin” hayaleti, nursuz, “elitist” yüzü, bir güvenlik konusu olarak, terör kadar “pekakaağ” kadar etkili hale gelir.

Kutuplaşma böyledir.

İşte tam da bu kültürel kutuplaşmayı çözmek gerekiyor. Çünkü iktidar bu kültürel karşılaşmada, TV kanallarıyla, kahvehanelerden otobüslere ücretsiz gazeteleriyle, muhtarından cami hocasına propaganda ve denetleme aygıtlarıyla “kültür savaşına” bir-sıfır önde başlıyor. Üstelik bunu yaparak, “kimlik siyasetine” uygun gardlaşmaları açığa çıkararak, berisindeki sınıfsal eşitsizlikleri ustaca gizliyor.

Tüm bunların anlamı laiklik savunusundan, seküler yaşamdan, bir yetim gibi dımdızlak ortada kalan “özgürlükler söyleminden” vazgeçmek değil elbette. Ancak “kültürel karşılaşmaya” indirgenen mücadelenin, Hollywood filmleri gibi sınıfsız bir sahnede çekilen bu fragmanların dönüp dolaşıp, iktidar gücünü elinde bulunduran tarafa kan taşıdığı gerçeğini es geçmemek gerekir.

Evet karşılaşma, laiklik, seküler yaşamı savunma, özgürlükler kadar, tüm bunları “gavur” sayan, öyle kodlayan iktidarın saray yaşamıyla, zenginliğiyle, sermaye sözcülüğüyle açığa çıkmak zaruretindedir.

Tekrar “ideolojik mücadele” kavramına dönersek…

Yukarıda bahsettiklerimize ölçek ölçek bir yemek tarifi gibi dikkat edilse bile, en doğru söylemin, en uygun kodların, en etkili karşı-kültür/kimlik serimlerinin ortaya dökülmesi ve bu arada sınıf ekseninin korunması “ideolojik mücadele” için içerik tayininden öte bir anlam taşımaz.

İdeolojik mücadeleyi arzu duyduğu bedene taşıyacak, onu bulutsu diyarlardan gerçek bir güç olma iddiasına evriltecek olan zemin ve ölçek sorunu, adıyla örgütlenme ve hareketle bağ kurma sorunu “en doğru içerikte” bile sürecektir.

“Çomaristan” ile “kibirli laikçi teyze” arasındaki kültürel iktidar kapışması, rejimin kimlik siyasetine malzeme edilmeden nasıl doğru bir zemine, gerçek bir çatışmaya yöneltilecektir? İçerik sorunu “bir söylem analizi” olmaktan nasıl kurtulacaktır? Sınıf ekseni nasıl somutlaşacaktır?

Buradan devam etmek üzere yazıya nokta koyalım.