Bize her gün Haziran mı?

2013 Haziran’ı ve sonraki ay… 

Pek çok kesim Cumhuriyet tarihinin en önemli toplumsal olayı sayıyor. Türkiye solu adına önemli bir atılım fırsatı sayılabilecek genç bir oluşum yola çıktı: “Birleşik Haziran Hareketi” adını taşıyor. Dahası ve en önemlisi, Türkiye’de aynı biçimi ve içeriğiyle bir daha hiç yaşanmayacak olsa bile Haziran’ın önümüzdeki dönemin toplumsal-siyasal mücadeleleri için çok önemli ipuçları verdiği açık.  

Haziran’a ilişkin başka şeyler söylemek de mümkün…

***

Mümkün de (okur tahmin etmiştir) bir noktadan sonra ikinci “a”yı uzatmadan “Ancak” demek ve öyle devam etmek gerekiyor. 

Hangi döneme (çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık) aittir, hastalık mıdır yoksa acemilik mi, tam bilemiyoruz. Ama bir bütünlüğün vazgeçilmez iki unsurundan birinin diğerini ikame edebileceğini (yerini tutabileceğini) düşünmek son derece sorunlu bir durumdur. 

Evet, bir yanda kitlesellik, yaygınlık, geleneksel örgüt formlarından uzaklık ve kendiliğindenlik var. Diğer yanda da bütünlüklü bir dünya görüşüne sahip, geçmiş-bugün-gelecek bağlantılarına kafa yoran, durum analizleri yapan, kendilerince stratejiler ve taktikler geliştiren örgütlü siyasal yapılar…  

Bunlardan biri olsun da öbürü olmasın demek veya birinin diğerine her uğrakta mutlak üstünlük taşıyacağını düşünmek kadar büyük bir saçmalık olamaz. 

Kitlesellik, kendiliğindenlik ve hareketlilik uğraklarını hiç hesaba katmayan ve kendini böyle uğraklara hazırlamayan bir “örgütlülük” gitsin kendini Sarayburnu’ndan denize atsın (İstanbul’daki tek ve merkezi bir 1 Mayıs sonrasında yapılabilir).  Öte yandan, Haziran iyidir güzeldir de hayat ve mücadele her zaman Haziran gibi yaşanmaz. Deliye her gün bayram olabilir, ama devrimciye her gün Haziran olamaz, olmamalıdır. 
İsterseniz, Türkiye’nin son otuz yılına şöyle bir göz atalım. 

Sol, 1980’lerin ikinci yarısında 12 Eylül karanlığını parklardaki forumlarla mı aralamaya çalışmıştır? 

Özellikle sosyalist sistemin çöküşünden sonra estirilen liberal ve inkârcı rüzgârlara alanları dolduran “çokluk” mu direnmiştir?

2002’yle birlikte başlayan ve ortalığı saran “AKP devrimi” söylemlerini boşa düşüren, iletişimsel eylemlilik ve ağ oluşturma (networking) çalışmaları mıydı?  

İnsanlarımız AB’ye girdik giriyoruz coşkusuyla sadece ve sadece “kokoreç yasaklanacak mı” kaygısı duyarken kazın ayağının hiç de öyle olmadığını sokaktaki sıradan yurttaşlar mı ilan etmiştir?

Ergenekon operasyonunda estirilen havaya kapılıp “derin devlet temizleniyor”, “sonuna kadar gidilsin” diyenleri sendikalar ve kitle örgütleri mi uyarmıştır?

“Yetmez ama evet” gafletine düşmeyip bunu diyenlerin kuyruğuna teneke bağlayan “en geniş kitleler” miydi?

Ve son soru: Örgütlü siyasal yapıların son otuz yıldaki bıkmaz usanmaz çabalarının ve kararlılıklarının Haziran’da yaşanan kitlesellikte hiç mi payı yoktur? 

***

Türkiye solu Haziran’ı ne kadar önemsese yeridir. Ancak, her günü “bir daha ne zaman olur acaba” merakı ve beklentisiyle geçirmek pek sağlıklı bir durum değildir. Daha kötüsü ise, Haziran’dan mülhem bir örgütlü yapı ve örgütlü insan düşmanlığına pirim vermek, şuna buna hoş görüneceğim diye bu düşmanlığı körükleyici davranışlar içine girmektir. 

Yapmayalım, yapılmasına izin vermeyelim. 

“Yarın lazım olur” değil; örgüt ve örgütlülük dün lazımdı, bugün lazımdır ve yarın da lazım olacaktır. 

Dediğimiz gibi, deliye her gün bayram olabilir; ama devrimciye her gün Haziran olamaz.