Biz de mi eklemlenelim?

Bir yerde okuduk: Geçenlerde Bağdat Caddesi’nde gerçekleşen tecavüz olayı, ülkedeki liberalizmin sonucu olarak değerlendiriliyordu… 

Bu durumda fail “Madem liberalizm ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ diyor, kim tutar beni…” diye düşünmüş olmalı.

Cenk Saracoğlu dünkü İleri yazısında aktarıyor: Ülkedeki “kutuplaşmanın” boyutlarına ilişkin anket temelli bir araştırmada yer alan sorulardan biri şuymuş: “Kızınızın (size en uzak olan siyasal partinin taraftarlarından biriyle) evlenmesini ister misiniz?”

Demek “oğlan” böyle biriyle evlense fazla dert değil de kız olunca…

Bir panoda gördük; Ahmet Davutoğlu demiş ki “Kadınlık onurunu çiğneyen erkek, erkeklik onuruna da sahip olamaz.”

Yani asıl önemli olan ve merkezde duran insanlık değil “erkeklik onuru”; Davutoğlu da erkeklere bu onura sahip olmanın yollarından birini göstermiş.

Dışarıya uzanalım: On yıllardır “hoşgörü”, “çok kültürlülük”, “mozaik”, “farklılıklara saygı” diye ona buna akıl satan Avrupa’nın mülteci/göçmen girişi karşısında ödü patlıyor, birileriyle kirli pazarlıklara oturuyor.

Bunlara bakıp “Aaa, ne kadar çelişkili durumlar” denmesin. Çünkü düzenin bekçileri açısından ortada “çelişkili durumlar” yoktur.

Ortada olan, olabilecek olandır…

***

Solda, kapitalist üretim tarzının şekillendirdiği toplumsal formasyon, tabanı geniş, yukarıya doğru daralan bir üçgen olarak tasavvur edilir.  Altta üretim tarzı vardır; üstyapı ise devleti, siyaseti, ideolojisi, hukuku ve kültürüyle üçgenin üst bölümlerinde giderek daralan alanlara sahiptir.

Yanıltıcıdır.

Çünkü kapitalist üretim tarzının, üstyapısal oluşum ve yapılanmalar karşısında olduğundan daha titiz, seçici ve ayıklayıp-dışlayıcı özellikler taşıdığı izlenimi yaratır.  

Doğru değildir.

Kapitalizm, 20. yüzyıl başlarından bu yana arkaik, gerici, şoven, faşizan, ırkçı, dinci, cinsiyetçi vb. ideolojilerle, ideolojik-kültürel motiflerle daha fazla eklemlenmiş, üçgenin “sağlama aldığı” tabanının üzerinde yükselen alanları genişletmiştir.

Bu durumda, kapitalist üretim tarzının egemen olduğu bir toplumsal formasyonu “ters duran” bir üçgene benzetmek daha yerinde olacaktır.      

İdeolojiyse, sınırları net çizilmiş, türdeş bir ideoloji yerine “ideolojiler alanı” dememizin nedeni de budur.

***

Biri ortaya koymaya çalıştığımız modelin “dinamik” yanıyla, diğeri de Türkiye solunun “duruşuyla” ilgili iki noktaya değinip bitirelim.

Üçgenin üstteki kısımlarının daha türdeş ya da monolitik özellikler kazandığı, dolayısıyla bu alanların daraldığı dönemler elbette olabilir. Ancak, bu tür dönemler iki önemli kayıtla birlikte düşünülmelidir.

Birincisi: Böyle bir daralmanın başat belirleyicisi, sistem-düzen karşıtı birikim ve hareketin tehdit edici boyutlara ulaşmasıdır. Bu olmadan, düzen eklemlenmeler sürsün isteyecek, bu sayede yarattığı kafa karışıklıklarının keyfini çıkaracaktır.

İkincisi: Yukarılarda bir daralma olacaksa, bunun adı da otoritarizm, “totaliter demokrasi”, yarı faşizm ya da faşizm olabilecektir. Başka bir deyişle, “eklemlenmeler derecesini” asgari düzeyde tutabilen, bu anlamda görece saf bir liberalizmin üstyapıda ve ideolojiler alanında kendi başına egemenlik kurması mümkün görünmemektedir.

Hele hele Türkiye’de…

***

Türkiye solunun kendi duruşuna gelince…

Evet, bugün üstyapı ve ideolojiler alanını daraltıcı ve türdeşleştirici güce sahip olduğu söylenemez.

Ancak, hedeflenen güce düzenin kendi eklemlenmelerinden “kopya çekerek” ulaşamayacağı da bilinmelidir.

Sol, özellikle belirli konularda ve alanlarda çok daha net, kesin ve “eklemlenmesiz” olmak zorundadır.

Örneğin laiklik ve dinci gericiliğe karşı mücadele alanında…

“Özgürlükçü laiklik”?

Laikliğin radikal yönlerini budayan, zımni olarak da Fransız Devrimi’nden Türkiye’deki burjuva devrime uzanan laik birikimden rücu eden bir tanımlamadır. Bir tür “eklemlenme” denemesidir ve bizce tehlikelidir.

“Evet, kamuculuk, ama…”

“Ama (ve aman) devletçilikle karıştırılmasın…”

Eğer bu ülkede sosyalist devrim ve sosyalist iktidar gerçekleşecekse, özellikle erken dönemlerde kamu mülkiyetinin genişçe bir devlet mülkiyeti alanı öngörmemesi mümkün değildir.

“Biz böyle yapmayacağız” demek de düpedüz boş laf etmektir.

Önce kafamızı, düşüncelerimizi “eklemlenmeciliklerden” arındıralım.

Gerisine sonra bakarız…