Biriktirmeye devam...

Bildiğiniz üzere ‘Müftülük Yasası’ olarak bilinen ve müftülere resmi nikâh kıyma yetkisi veren yasa tasarısının 6. Maddesi TBMM’den geçerek yasalaştı. Tasarıda çocuk istismarının ve çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak ‘doğumlarda sözlü bildirim’ ile ilgili kısma ise ‘araştırılması zorunludur’ ibaresi eklenerek bir iyileştirme yapıldı. Fakat doğumlarda sözlü beyanların araştırılması zorunluluğunun mevcut iktidar nedeniyle uygulamada karşılık bulup bulmayacağı belirsiz… Zira bu konuda araştırmayan mülki amire de, aile hekimine de özel bir cezai bir yaptırım yok. Bunlarla birlikte tasarıda yer alan ‘vatandaşlık için genel ahlak şartı’ ile ilgili madde de kaldırıldı. Ortaya çıktı ki en önemli dert müftülere resmi nikâh yetkisi vermekmiş ve nihayetinde Erdoğan’ın da geçmesi için emir verdiği madde de buymuş.

Peki, bundan sonra ne olacak? Dindar muhafazakâr ve iktidarın yanında olduğunu göstermek isteyen kesimler müftü nikâhı kıydırırken, belediyenin atadığı memura nikâh kıydıranlar üzerinde mahalle baskısı artacak, nihayet müftülüğe nikâh kıydıranlar ve kıydırmayanlar ayrımı ortaya çıkacak. ‘Evlenirken müftü evlendirdi, boşanırken de müftülüğün hukukunu yani İslami hukukunu uygulayacaksınız’ denilecek ya da en azından bu yönde bir baskı oluşacak. Nitekim Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman yasa tasarısının onaylanmasının hemen ertesinde yazdığı köşe yazısında müftülerin İslam hukuku uygulayacağını iddia etti.∗  “İyi de resmi nikâh kıyılıyor, yine medeni hukuk geçerli” denilebilir. Fakat gündelik hayatta böyle olmuyor, kadınlar zorla evlendiriliyor, boşanamıyor, boşanmak isteyen kadınlar şiddet görüyor hatta öldürülüyor. Ayrıca, hükümet tarafından da yasa tasarısı için “müftü de memur, aynı nikâhı kıyacak” savunması yapılmıştı ve kadınlar da “o zaman neden yasa çıkarıyorsunuz nikâh memuru sayısı mı yetersiz?” diye sormuştu. Bu savunmayı yapmalarının ve tasarının yasalaşmasının hemen ardından boşanma için ‘arabuluculuk’un gündeme getirilmesi medeni kanunun adım adım geçersizleştirilmesinin hedeflendiğini gösteriyor. Bir müftü ya da müftülüğün görevlendirdiği bir imamın resmi nikâh kıyması durumunda nikâhla yapılan anlaşmada İslam hukukunun geçerli sayılmayacağını kimse söyleyemez. Böylesi bir duruma karşın cezai bir önlem ve yaptırım da yok. İslam hukukuna göre evlilik anlaşmasında kadın irade beyan edemez, onun hakkında başka bir erkek karar verir, şahidi mutlaka erkek olur, boşanamaz, mirastan yararlanamaz ve nafaka talep edemez.    

‘Müftülük Yasası’ AKP’nin ilk kadın düşmanı yasası değil, saldırıların arkası da gelecek hem de şiddetlenerek… Müftülere resmi nikâh yetkisi verilmesinden sonra, şimdi de boşanmanın engellenmesi için ‘arabuluculuk yolu’nu getiren bir düzenleme üstünde çalışıyorlar. Mahkemeye başvurmadan çiftlerin arabulucuya yönlendirilmesi -hatta bu arabulucuların da dini görevliler olması ihtimali var- boşanmak isteyen kadınların önüne dolaylı bir engel çıkarılması anlamına geliyor. Söylemiştik, medeni kanunla kazandığımız hakları tek tek geri alma derdindeler. Boşanma Komisyonunun geçen yıl yayınlandığı rapordan da anlaşıldığı gibi AKP’nin, boşanmayı zorlaştırmak, tecavüzcüleri aklamak, kadınların boşanma, mal paylaşımı ve nafaka gibi haklarını almak gibi bir ajandası var. Bu nedenle ‘Müftülük Yasası’na karşı mücadele sürecini değerlendirip, yeni saldırılara karşı mücadele için güç biriktirmek gerekiyor. 

‘Müftülük Yasası’na karşı mücadele sürecini değerlendirirsek, tasarının yaz aylarında gündeme gelmesine rağmen, kamuoyuna yansımasının oldukça geç olduğu söylenebilir. Geç kalmanın yanında müftülere resmi nikâh kıyma yetkisi verilmesinin genel anlamda bir dayatma ve özgürlüklere karşı bir saldırı olarak değerlendirilmesi ve laikliğe karşı saldırı boyutunun göz ardı edilmesi politik bir zaaf oldu. Laikliğin kadın hakları konusundaki kazanımlarla ilişkilendirilmesine dair mevcut ‘alerji’ de toplumun dincileştirilmesine ve kadın haklarının gasp edilmesine karşı mücadeleyi zayıflatan bir etken. Ayrıca, yasa tasarısının yakıcılığı ve sonuçları birçok farklı kesimden kadının gündemi haline gelemedi. Örneğin, 8 Mart Gece Yürüyüşlerinde sokağa çıkan, kürtaj yasağına karşı eylemliliklerde yer alan birçok kadın aktive olmadı. ‘Müftülük Yasası’nın bütün toplumsal muhalefet kesimlerinin gündemine taşınamaması da yasa tasarısına karşı mücadeleyi etkiledi.  Yasa tasarısına karşı mücadele çeşitli muhalif kesimlerin yürüttüğü laiklik mücadelesinden de güç alamadı. Laiklik meselesinin ana politik eksen olarak belirlendiği bir dönemde ‘Müftülük Yasası’nın geniş kesimlerin gündemine girememesi de eksikliklerden biriydi. 

Yine geç kalınmasına ve tüm eksikliklerine rağmen ‘Müftülük Yasası’nı gündeme ve basına taşıyan kadın örgütleri oldu. Kadınların sokağa yansıyan mücadeleleri olmasaydı yasa tasarısının bu kadar gündeme gelmeyeceğini söyleyebiliriz. Bu açıdan kadınlar kadın düşmanı yasalara karşı artık belli bir eşiğin altına düşmeyen bir reflekse sahip. Kadınlar, politik olarak canlılığını koruyan ve kendi gündemlerinde sokağı güçlendirme ihtimali yüksek bir kesim olmaya devam ediyor. O nedenle, yasa tasarısının geçmesine rağmen bir yenilgi havasında değiliz. Tam tersi politik dersler çıkararak, ‘Müftülük Yasası’na karşı mücadele sürecinin öğrettikleriyle beraber yeni saldırılara karşı biriktirmeye devam…

∗(http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/dini-nikh-ne-demektir-2040683).