Bir tomar ihbar belgesi ve TKP

Çok sevgili arkadaşlarım, dostlarım, yoldaşlarım,

Bu mecrayı şimdiye değin hiç bu amaçla kullanmadığım için az sonra okuyacaklarınıza birçoğunuzun şaşıracağını tahmin ediyorum. Türkiye’nin içinden geçtiği böylesi bir dönemde devrimci görevlerimizi yerine getirmek için uğraşmak dışında geçen zamanı kayıp olarak değerlendirdiğimiz için, bu satırları yazmaktan da hiç hoşnut olmadığımı yazarak başlayayım.

Ancak son günlerde gündeme gelen kimi olaylardan sonra iki çift söz etmem gerektiğini düşündüm. Bu açıklamayı da partimiz adına değil, yoldaşlarıma bilgi vermekle birlikte kendi adımla yapıyorum. İki nedeni var: Birincisi, partimizi böyle bir gündemle uğraştırmak için çok çaba harcamalarına rağmen sanıyorum takip eden herkesin kabul edeceği üzere bu konuyu gündeme almak istemiyor, işimize bakıyoruz. Ne yaparlara yapsınlar mümkün olduğunca gündemimiz bu konu olmayacak. İkincisi ve belki daha az önemli olansa, tartışma konusu sanki ben veya benim üstlendiğim görevmiş gibi bir algı yaratıldığı için de benim iki çift laf etmem daha doğru olacak.

2014’DEN BU YANA KISA ÖZET... 

Önce konuyu özetleyeyim.

1.TKP içinde 2014 yılında açığa çıkan tartışmanın sonucunda bir uzlaşma yolu bulunamamış, iki grup iki ayrı kongre örgütlemiş, sonuçta birbirine denk iki kongre ortaya çıkınca da TKP ismi “tarafsız” (en azından o tarihte tarafsız olduğuna inandırıldığımız) bir heyete emanet edilmiş, taraflar ise yollarına farklı adlarla devam etme kararı almışlardır. Bu hususlar iki taraf ve “tarafsız” heyet tarafından ortaklaşa imzalanan protokolde açık biçimde ifade edilmiştir.

(Bu belge hem bizde hem diğer tarafta vardır, dönemin TKP üyeleri tarafından da bilinmektedir.)

2. Taraflardan hangisinin TKP adına ve TKP ile anılan varlıklara sahip olacağı konusu da ilgili protokolde yer bulmuş, buna göre bir tarafın siyaseten ve örgütsel olarak diğeri karşısında açık bir üstünlük kazandığı koşullarda TKP adı ve varlıkları konusunda yeniden masaya oturulması kararlaştırılmış ve taraflarca imzalanmıştır.

3. Bu süre içinde partimiz protokole konu olan hiçbir konuda ihlalci bir tavır içinde olmamış, protokolün çizdiği sınırlara kesin olarak bağlı kalmış, bunu devrimci ahlakın ve hukukun bir gereği saymıştır. Öte yandan, KP tarafı düzenli ve sürekli biçimde ihlal yolları aramış, bu kapsamdaki davranışları gündeme geldiğinde tarafımızdan uyarılmak suretiyle geri adım atmıştır.

4. Protokolün imzalanmasının üzerinden 2 buçuk yıl geçmişken ve KP heyetinin isteği ile olası bir erken kongre için görüşmeler sürerken, el altından ve gizlice sürdürülen bir operasyonla, “tarafsız” heyetin işbirliğiyle, KP avukatlarının girişimleriyle ve KP’nin siyasi yönlendirmesiyle TKP’nin resmi kongresi için başvuru yapılmış, bizlerin de resmi delege olduğu bu kongre tarafımıza haber verilmemiş, gizli kapaklı düzenlenip kaçırılmaya çalışılan kongreden tarafımızın son dakikada haberi olmuştur. Hemen heyete ve KP tarafına ilettiğimiz mesajda, bu yapılanın en ağır ihlal olduğu ve durdurulmazsa protokolün ortadan kalkmış olacağı, dolayısıyla protokole konu olan tüm haklarımızı gecikmeksizin kullanacağımız bildirilmiştir.

5. Bir noktanın özellikle altını çizmek istiyorum. En başından bu yana biz hep TKP’nin geleceğine TKP üyelerinin ve üyelerin iradesinin somutlandığı bir kongrenin karar vermesi gerektiğini savunduk. 2014 yılında bu kongrenin yapılmasını istemeyen ve engelleyen taraf KP olmuştur. 

2016 sonunda tekrar bir kongre tartışması gündeme geldiğinde de biz kongrenin yapılması noktasında tek bir itirazda bulunmadık. 

İki konuda ortak bir nokta bulunamadı;

i- OHAL koşullarında yapılıp yapılmaması gerektiği, dolayısıyla bir takvim sorunu.

ii- Kongre delegasyonu bileşimi konusundaki anlaşmazlıktır. 

(KP tarafı kongrenin sadece 2014 yılındaki üyelerle sınırlı bir bileşimle yapılması gerektiğini biz ise TKP’nin geleceğine tüm TKP üyelerinin karar vermesi gerektiğini savunduk.)

Sonuç olarak en basit hukuk mantığı ile, yeni bir anlaşmanın yapılamadığı koşullarda son ortaklaşılan anlaşma geçerli olmalıydı. Hilenin zirve yaptığı nokta budur.

BİR TOMAR BELGE VE İHBAR

6. Bütün bunların AKP/Saray Rejimi’nin diktatörlük inşasının hızlandığı, faşizmin en ağır biçimleriyle ilericilerin üzerine yürüdüğü, referandum gibi son derece hayati uğraklardan geçtiğimiz günlerde yaşandığını ve partimizin tüm bu süreçte siyasi mücadelesine ve devrimci görevlerine odaklanmış olduğunu da hatırlatmak isterim.

7. Ancak anlaşılan o ki, KP adlı grubun ne AKP/Saray Rejimi ile mücadele etmek ne de ülkemizin gündemiyle ilgilenmek gibi bir derdi yoktu ve bu nedenle bütün bu süreyi hakkımızda ulusal ve uluslararası şirketlere, mahkemelere vb. şikayette bulunmakla geçirdiler. Önce sosyal medya hesaplarımızın kapatılması için başvurular yaptılar; ardından noter kanalıyla ihtar göndermeyi denediler, son olarak da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayet ettiler. Şikayet ettiler demem biraz da kibarlıktan, çünkü ekte de paylaştığım belgeye bakarsanız yapılan şeyin şikayet değil, düpedüz ihbar olduğunu göreceksiniz.

8. Bundan yaklaşık 10-12 yıl önce bir gece evime hırsız girmişti, uyandım, kovaladım ve kaçtı. Telefonumu aldım ve doğal bir refleksle polisi değil yakınlardaki bir yoldaşımı aradım, sağolsun atladı geldi, evi kontrol ettik, sonra çıktık dışarıda bir kahvaltı yaptık ve günlük hayatımıza devam ettik. Örneğin polisi aramak aklımıza bile gelmemişti. 

Savcılığın ihbar üzerine partimize yazdığı yazı bize ulaşınca aklıma gelen bu anıyı lütfen kişisel algılamayın, biz böyle öğrendik. Bunu da eklemiş olayım…

9. Bir hatırlatma daha yapmak istiyorum. Hepimiz biliyoruz, AKP’nin Yargıtay Siyasi Partiler masasındaki resmi kısa adı “AK Parti”. Hatta bir dönem Tayyip Erdoğan’ın, “partimize AKP diyenler hakkında suç duyurusunda bulunacağız” dediğini de hatırlıyorum. Buna rağmen Türkiye ilericiliğinin hiç bir bölmesi AKP’ye “AK Parti” demedi, demiyor ve demeyecek. 

Bunu şunun için yazdım. Bir partinin resmi kayıtlardaki adı ve kısa adı, bu ülkenin ilericilerinin, devrimcilerinin o partiyi o isimle anmasını zorunlu kılmaz. Daha doğrusu bunu mahkeme tehditleriyle yaptırma girişimleri boşa düşer. Halkımız neye nasıl hitap edeceğini bilir, siyasal olarak aldığınız tutumların sonucunda hepimizin bir ismi olur, hepimiz bir ismi hak ederiz.

10. Konunun hukuki boyutu ile ilgili söyleyeceğim bir şey yok, partimiz her türlü zeminde mücadelesine ve haklılığına güvenmektedir. Cesareti olanın elinden gelen her yolu denemesini bekliyoruz. Ancak bu şikayetlerde kullanılan dilin ve üslubun bu ülkenin bir devrimcisi olarak beni utanç içinde bıraktığını, bu utancımın söz konusu insanlarla aynı zeminde yıllarca yoldaşlık etmiş olmaktan dolayı birkaç kat daha arttığını belirtmek isterim. Örneğin, bir sosyal medya mecrasına (ki bu aslında uluslararası bir sermaye grubuna ait şirket anlamına gelmektedir) yapılan şikayet ticaret ve marka haklarına dayandırılmakta; kanıt olarak sunulan patent tesciline göre TKP adı ticaret ve hizmet sınıfından kaydedilmiş bulunmakta; noter yoluyla çekilen ihtarda Bostancı Gösteri Merkezi’ne etkinliğimizin yasadışı olduğu söylenmekte vb. 

DEVRİMCİ KÜLTÜR

11. Türkiye devrimci hareketinin tarihindeki tartışmalarda çeşitli absürd gerekçelere tanık oldum, ancak bir komünist partinin bir başka komünist partiyi “yasalara uymamak”la suçladığına, bir komünist partinin bir başka komünist partiyi burjuva devletinin yargı organlarına “yasadışı” diye ihbar etmesine ilk kez tanık oluyorum. 

Dediğim gibi, önemli olan şikayet değil, zaten partimiz de kendisini yasalara uygun olup olmamakla değil emekçi halka karşı sorumluluğu ile tanımlar. Yasalar bugün başka olur yarın halkın iradesiyle değişir. Önemli olan şu: komünistler ve devrimciler için devletin ve burjuva düzeninin hukuku veya yasaları ne zamandan beri kabul edilir olmuştur? 

Aradaki sorun ne olursa olsun, sırtını devlete ve burjuva hukukuna dayamak ne zamandan beri devrimcilerin bir yolu olmuştur? 

Bu partinin içinde kendi yöneticilerine “arkadaşlar ne yapıyorsunuz?” diyecek bir tane mi devrimci kişiliğini koruyan insan kalmamıştır? 

Eğer bu soruların yanıtı kendilerinin düşündüğü gibiyse geçmiş olsun…. 

Kimileri taşıdıkları devrimci, komünist gibi sıfatlara rağmen kendilerini burjuva yasalarına uyumlu kılmayı, yasalar içinde kalmayı tercih edebilir; ancak bunu tercih edenlerin devrimci veya komünist olamayacakları açık bir gerçektir.

KP tarafından bugün şahsım hedef alınarak yapılan açıklamadaki şu cümleler tarihteki yerini alsın diye buraya ekliyorum, “5 Mayıs 2017 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na, HTKP’nin bu çerçevede sosyal medya hesapları ve kendi internet sitesi üzerinden yaptığı yayınların bir dökümünü bildirmiş ve bu konuda gerekli işlemin yapılmasını talep etmiştik.”

Şunu da ekleyeyim, partimizin kısa adını, yönetim organları ve logosunu değiştirdiği kongreyi yaptığı tarihi  5 Mart 2017’dir. Tarihten anlaşılacağı üzere ihbarla, savcılığın vb. yazılarıyla ile hiç bir ilgisi yoktur ve tümüyle partimizin, üyelerimizin kendi tasarrufudur.

Bu arada algısı sadece resmi hukuk ile sınırlı olanlar için ekleyeyim, Türkiye’de kısa adı HTKP olan bir parti yoktur.

12. Bu arada konunun en sık dillendirilen yanı “kendine TKP Genel Başkanı diyen kişi” sözleriyle işaret edilen benim. 

Bu terbiyesizliktir.

Komünist partilerde, devrimci örgütlerde görev ve sorumluluklar makam değildir. 

Bizim kültürümüzde Parti her bir üyesine kolektif olarak bir görev verir, üye de görev neyse onu en iyi biçimde yapmakla görevlidir. 38 yaşındayım ve 22 yıldır her tür görevi ve sorumluluğu onurla taşımaya çalıştığım sosyalizm mücadelesinde, bugün ve bundan sonra yoldaşlarım hangi görevi verirse onu yerine getirmekte bir an duraksamayacağımı en iyi bilenlerin bir kısmı da KP’nin mevcut yöneticileridir. 

Açıkça soruyorum, hakkımda bu alçakça iftiraları atanlardan herhangi birisi örneğin son 15 yıldır “MK üyesi” olmadan, sadece en onurlu sıfat olan “parti üyesi” sıfatı taşıyarak mücadeleye katkı koydukları tek bir gün yaşadılar mı?

Partim, birilerinin kendi kendine görev vermesi usulüyle değil, kongresi aracılığıyla ve tüm üyelerinin onayıyla bana Genel Başkanlık görevini vermiştir ve bu andan sonra benim ödevim bu görevi en iyi biçimde yerine getirmektir. 

Sırf birileri rahatsız oluyor diye yoldaşlarımın iradesini ve kararını çiğnemem söz konusu olamaz.

13. TKP siyasi partiler masasındaki bir dosya değildir. Biz 1920’den bu yana böyle bildik, böyle gördük, böyle uyguladık. Tam da böyle olduğu için Türkiye tarihinde resmi TKP kurulmuş, TKP’nin önü böyle kesilmeye çalışılmıştır. Bugün tekrarlanan “resmi TKP” operasyonu da geçmiştekiyle aynı sonu yaşayacaktır.

14. Siyasi mücadelede isim de dahil olmak üzere fetişleştirme yanlıştır. TKP adının, uluslararası komünist geleneğin, Lenin’in açtığı yolda yürüyen partilerin kullandığı “ülke adı-KP” uzantısı açısından önemli ve değerli olması da bu gerçeği değiştirmez. Dünyada benzer ismi kullanan ve savunduğumuz değerlerin tümüne ihanet eden pek çok parti olduğunu da biliyoruz.   

15. Şimdi tüm Türkiye ilerici güçlerinin esas olarak AKP denetiminde olduğunu bildiği yargı yoluyla bir “hukuki” süreç başlayacak. Bu sürecin sonunda kötü olasılık, yargının bizim aleyhimize bir karar vermesidir. Daha önce çokça aleyhimize karar verdiler ve bu kararların sonucu olarak iddialarından vazgeçen tek bir devrimci görmedim. 

Sayısız kez gözaltına alındım, yargılandım. Bütün bu süreç boyunca genelde devrimci avukatların sayesinde beraat ettim. Bir tane de 2014 yılında “TKP Genel Başkanı” olduğum için 5 yıl ertelemeli olarak 5 ay hapis cezam var.  2010 yılında açılan bir davaya dayanan, ne hikmetse TKP’deki 2014 ayrışmasının hemen ardından verilen bu ceza ve erteleme sanırım bir uyarıydı. 

Buna rağmen geride kalan 3 yıl içinde de elimden geldiği kadar devrimci görevlerimi yerine getirmeye çalıştım. 

Hakkımızda halen süren soruşturmaların, davaların sayısını bilmiyoruz buna bir tane daha eklense ne olur, eklenmese ne olur?

Şimdi kamuoyunun Figen Yüksekdağ’ın vekilliğini düşürmesiyle tanıdığı savcı bu kez “TKP Genel Başkanı” olmadığıma hükmedip bir ceza verirse en fazla gidip TKP Genel Başkanı olduğum için verilen cezayı yatarım :)

Sevgiyle….

Not: Yazıda belirtilen belgeler aşağıdadır.