“İlk karoshi vakası 1969 yılında, Japonya’nın en büyük gazete şirketlerinden birisinin yükleme bölümünde çalışan 29 yaşında evli bir erkeğin, felç nedeniyle ölümü olarak rapor edilmiştir. Karoshi, kelimenin tam anlamıyla “aşırı çalışmadan ölüm” şeklinde çevrilebilir. Karoshinin önemli tıbbi nedenleri kalp krizi ve felç (%18,4); beyin kanaması (%17,2); serebral tromboz (beyin damarları tıkanması) ve infarktüs (%6.8); kalp krizi (%9.8); kalp yetmezliği (%18,7) ve diğer nedenlerdir (%29,1). Japon Çalışma Bakanlığı karoshi istatistiklerini 1987 yılında, kamunun artan ilgisi nedeniyle yayımlamaya başlamıştır” (Belek, İ., 2010. Esnek Üretim Derin Sömürü, Yazılama Yayınları, sayfa 218)
Kadınlar her zaman daha fazla acı çektiler. Kadınlar her zaman en çarpıcı, dehşet verici ölümleriyle bizi sarstılar. İşçi sağlığı ve iş güvenliği tarihinden veya genel olarak işçi sınıfı tarihinden sayısız örnek veremez miyiz? Yalnızca 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününün nasıl doğduğunu okumak bile, nasıl ortaya çıktığına dair bir tarih araştırması yapmak bile dehşeti ortaya çıkaracaktır.
Yazıya son derece akademik bir şekilde başladım belki. Ama önemli, ilk önce o verilere şöyle bir bakalım ki sonra tarihten vereceğimiz örneği daha net anlayabilelim. Ayrıca mahkemelerde aşırı ve uzun çalışmayla sağlık sorunu arasındaki ilişkinin kanıtlanması zorunluluğu işçilerin tazminat elde edebilmelerinin önündeki en önemli engel. Bütün bu nedenlerle presenteeism kavramı (absenteizmin-işe devamsızlık karşıtı olarak) türetilmiştir. Bu kavram işe devamlılık bağımlılığı anlamına gelmekte ve iş ve gelir kaybı endişesiyle işe devam etmemeyi gerektiren bir sağlık sorunu olmasına rağmen işe devam etmeyi anlatmaktadır (Belek, 2010: 224).
Peki, aşırı çalışma sonucu ölüm yeni bir şey mi, yoksa kapitalizmin vahşi dönemlerinden bize miras kalan bir barbarlık mı? Bir genç kızın nasıl göz göre göre öldürüldüğünü Marx’ın kaleminden okuyabiliriz.
Ama konuya geçmeden, bu yazıyı yazmaya vesile olan, hem İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi eposta grubuna yaptığı paylaşımla görmemizi, anımsamamızı sağlayan hem de inatla kendisi yazmayarak illa bana yazdıran Hande Arpat’a teşekkürlerimi ileteyim. Kendisi yazsa daha farklı ve iyi yazardı belki ama şansını kaybetti, bu yazıyı ondan çalmış oldum (aynı zamanda kitabımın ikinci baskısına da hemen ekledim) (!)
Neyse uzatmayalım, 1863 yılı 27 Haziran günkü The Spectator gazetesinde çıkan bir haberi belki de bugüne değin milyonların okumasına neden olan Karl Marx olmuştur. Kapital’in ilk cildinin 3. Kısmını oluşturan Mutlak Artık Değer Üretimi kapsamında Marx “İş Günü” bölümünde pek çok ayrıntılı bilgi verir, bizi o yıllara götürür. Bir anlamda Engels’in “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” kitabını anımsarız bu sayfaları okurken. Ama aşırı çalışma sonucu ölümle ilgili Mary Anne Walkley’e ilişkin yaptığı alıntılar dehşet vericidir:
“1863 yılının Haziran ayının son haftasında bütün Londra gazetelerinde ‘Death from Simple Overwork’ (fazla çalışmanın neden olduğu) ‘sensational’ (sansasyonel) başlığını taşıyan bir paragrafa yer verildi. Son derece saygın bir giyimevinde çalışan, Elise gibi tatlı isimli bir hanım tarafından sömürülen, yirmi yaşındaki elbise dikicisi Mary Anne Walkley’in ölümünden söz ediliyordu. Sık sık anlatılan eski öykü şimdi yeniden keşfedilmişti. Bu kızlar günde ortalama 16,5 saat, işlerin arttığı dönemde ise sık sık hiç ara vermeden 30 saat çalışıyordu; ‘emek gücü’ yorgunluktan bitap düştükleri zamanlarda, ara sıra verilen sherry, Porto şarabı ya da kahveyle canlandırılıyorlardı. Sezonun en civcivli zamanıydı. Soylu hanımların Galler’den yeni ithal edilmiş prensesin şerefine verilen baloda teşhir edecekleri muhteşem elbiselerin göz açıp kapayıncaya kadar dikilip hazırlanması gibi büyük bir iş vardı. Mary Anne Walkley diğer 60 kızla birlikte hiç ara vermeden 26,5 saat çalışmıştı; her bir odada 30 kız çalışıyordu; odada 30 insan için gerekli havanın üçte biri ya vardı ya yoktu; geceleri bir yatakta ikişer ikişer yatıyorlardı; ve yatakları boğucu odalardan birinde, tahtalarla ayrılmış bir bölmede bulunuyordu. Ve üstelik bu da Londra’nın en iyi modaevlerinden biriydi. Mary Anne Walkley cuma günü hastalandı ve öncesinde son işini de bitiremeden, Bayan Elise’yi şaşkın bırakarak pazar günü ölüp gitti. Ölüm döşeğine çok geç çağrılmış olan hekim, Dr. Keys “coroner’s jury” (şüpheli ölüm soruşturması jürisi) önünde kuru bir dille tanıklık etti:
‘Mary Anne Walkley, aşırı kalabalık bir odada çok uzun saatler boyunca çalışmaktan ve yatak odasının son derece dar ve havasız olmasından ötürü ölmüştür”
Bunun üzerine, “Coroner’s jury”, doktora görgü dersi vermek için şu açıklamayı yaptı:
‘Müteveffanın ölümü inmeden kaynaklanmıştır; ancak, aşırı kalabalık bir iş yerinde uzun saatler çalışmanın vb. ölümü çabuklaştırmış olmasını düşündürecek sebepler vardır” (Marx, Karl. Kapital, 1.Cilt, Çevirenler: Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Kitap, İst., 2009,s. 249-250.)
Yine Marx o yıllardaki titiz gazete takiplerinde, haftalık Reynolds’ Paper gazetesinde yer alan demiryollarında meydana gelen faciaların listesinden söz eder. Burada aralıksız ve uzun çalışma dehşet verici çalışma koşullarını görürüz.
“Kuzey Stanfford hattında çalışan bir işçi şu cevabı veriyor: Makinist ve ateşçinin dikkatlerinin bir an için felce uğramasının nelere yol açacağını herkes bilir. Bir insandan, en dumanlı ortamlarda, durup dinlenmeksizin bu kadar uzun süre çalışması nasıl beklenebilir? Her gün bir benzeri görülen aşağıdaki olayı bir örnek olarak alın: Geçen Pazartesi günü bir ateşçi sabahın çok erken saatinde işe başladı. Tam 14 saat 50 dakika çalıştı. Daha bir bardan çay içmeye bile fırsat bulamadan yeniden işe çağrıldı. Böylece aralıksız 29 saat 15 dakika çalıştırıldı. Haftanın geriye kalan kısmındaki çalışma saatleri şöyleydi: Çarşamba günü 15 saat, Perşembe günü 15 saat 35 dakika, Cuma günü 14 saat 30 dakika, Cumartesi günü 14 saat 10 dakika, haftalık toplam 88 saat 30 dakika.” (Marx, Karl. Kapital, 1.Cilt, Çevirenler: Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Kitap, İst., 2009,s. 249, dipnot no:95.)
Günümüzde bu çalışma koşulları yok diyecek bir kişi bile çıkmayacaktır. Öyle madenlere, demiryollarına, dikim atölyelerine, inşaat şantiyelerine de pek gitmeye gerek yoktur. Sağlık çalışanlarının Türkiye’deki çalışma koşullarına bakmanız yeter, bizzat benim 80 saati aşan haftalık çalışma saati olan hekim arkadaşlarım vardır ve gözümün önünde nasıl yaşlandıklarını bizzat gözlemleyebilmekteyim. Vahşi kapitalizm çağını yeniden yaşadığımız bugünlerde, Mary Anne Walkley gibi onbinlerce kızın Bangladeş’te, Pakistan’da, Çin’de, Romanya’da, Meksika’da, ABD’nin güney eyaletlerinde, AB ülkelerinin parıltılı kentlerinin bodrumlarında çalıştırıldığını anımsamamız zorunludur…