Başarabiliriz

İktidar, olabilecek en erken tarihte seçime gitmeye karar vererek önemli bir adım attı. Kuşkusuz en büyük güvenceleri, aylar önce hazırlıklara başlamış olmaları, örneğin yasal düzenlemelerle avantaj sağlayacaklarını düşündükleri adımları atmış olmaları. Şu anda en hazırlıklı siyasal gücün kendileri olduğuna inanıyor olmalılar. Bu bir veri. Diğer bir önemli veri ise bütün güç biriktirmelerine rağmen iktidarlarını rahat rahat sürdürebilecek durumda olmadıklarını görerek bu kararı almış olmaları.

Bu ikinci veri üzerinde hareket edebileceğimiz bir zemin olduğunu gösteriyor.

Çok kısa vaktimiz olduğuna göre önerilerimizi mümkün olduğunca kısa ve net bir biçimde paylaşalım.

Seçim güvenliğini sağlamalıyız

Bu saatten sonra çok özel yeni bir durum ortaya çıkmazsa “boykot” bir seçenek olamaz.  Tersine, seçime katılımın düşmesi, iktidarın yüzde 50+1 oya ulaşmasını kolaylaştıracağı için yanlıştır. 

Bu durumda ilk odaklanılması gereken, halkın kendi özgücüyle seçim güvenliğini sağlayacağı en güçlü yapının oluşturulması olmalı. Böyle bir yapı ve etkin bir güç ortaya çıkarılabilirse, iktidarın kimi yasal düzenlemeler yapması için de baskı oluşturmak mümkündür. 

Eğer böyle güçlü bir örgütlenme hayata geçirilemezse bunun dışında yapılacakların da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle şimdiye kadar bu kapsamda oluşmuş tüm halk örgütlenmeleri güçlerini, olanaklarını birleştirmeli ve ülkenin içine sürüklendiği karanlıktan kurtulmak isteyen her yurttaşın bu kapsamda somut bir görev alması sağlanmalıdır.

Düzen güçlerinden bize fayda yok

Çok hızlı biçimde gerçek bir halk örgütlenmesi hayata geçirilemediği durumda, kaderimizi belirleyecek olan düzen güçleri olacaktır. Düzenin çeşitli odakları arasında kimi gerilimler, fay hatları olduğu doğrudur ancak bağımsız bir halk gücü etkin biçimde kendisini ortaya koymadığı durumda, düzen güçleri arasındaki gerilimden, pazarlıklardan hatta “mücadele”den halkın lehine bir sonuç çıkması mümkün değil. 

Örneğin CHP’nin bugünkü verilerle (üstelik geçen seçimdeki Ekmeleddin skandalına rağmen) gerçek olması bir yana görünüm olarak bile sol bir seçenek yaratmayı tercih etmesi için bir neden var mı? 

Bunu da bir yana bırakalım, geçen sefer MYK üyelerinin bile kim olduğunu bilmediği bir aday çıkaran partiden söz ediyoruz. Bu sefer de aday belirlenmesi sırasında sokaklarda AKP ile dişe diş mücadele eden milyonlarca insandan birisinin bırakalım bilgisinin olmasını, fikrinin bile sorulmayacağı kesin değil mi? 

Peki böyle belirlenen bir adaydan halkın mücadelesine güç-enerji aktarılması mümkün mü?

Altını çizelim, bu söylediklerimiz, düzen içi aktörler arasındaki gerilimin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Eğer gerçek bir güç yaratılabilirse bu gerilimin lehimize sonuçları olabilir ve esas olan budur. Kenarda, belirlenecek adayları beklemek ise kesin olarak yenilgi ile sonuçlanacaktır.

Halkçı bir seçenek yaratılabilir

Şu anda artık sadece iki “seçenek” kaldı.

Ya son derece hızlı biçimde geride kalan dönemin birikimini, deneyimini bir potada eritip bir alternatif yaratacağız ya da düzen güçlerinin kavgasını seyredip, halkın bunlar arasında tercihte bulunmasına göz yumacağız.

Seçimler her şey olmamakla birlikte, yakın dönem ve Türkiye örneği üzerinden değerlendirdiğimizde üzerinden atlanabilecek, geçiştirilebilecek bir gündem değildir. Öte yandan seçim sürecinin, genel siyasette olduğu gibi sadece “yukarı”da gündem olan ve halkın kendisine sunulanlar arasında tercih yapmak zorunda kalacağı bir biçimde yaşanması zorunlu değildir.

Bütün bunlar söylendikten sonra, üstelik seçime artık sayılı günler kalmışken yapılabileceklerin sınırı olduğunu da ekleyerek somut önerimizi yazmak istiyoruz. 

Derhal, tüm Türkiye’de mümkünse her mahallede tüm ilerici yurttaşlarımız, devrimciler, cumhuriyetçiler, laiklik, eşitlik, özgürlük ve barış yanlıları, tüm yurtseverler yan yana gelmeli, Gezi’den bu yana oluşmuş forumlar, meclisler gibi örgütlerdeki tüm deneyim ve birikim başka hiç bir tartışmaya girmeden esas olana odaklanarak harmanlanmalıdır. Örneğin hızla birleşik meclisler oluşturulmalıdır.

Bu meclislerde AKP/Saray iktidarına karşı 15 yıldır kesintisiz biçimde mücadele eden ve teslim olmayan en geniş kesimlerin yan yana durabileceği bir programın ana hatları oluşturulmalı, temel sloganları belirlenmelidir. 

Mahalle, ilçe, il ve Türkiye çapında oluşacak koordinasyonlardan bu talepler süzülmeli, ortaklaştırılmalı ve temel belge haline gelmelidir. Önem verilmesi gereken budur. Üstelik çok geniş bir topluluğun üzerinde ortaklaşabileceği bir eksen oluşturmak istenirse bunun için yeterli zaman vardır.

Bize göre, temel hedefler, mümkün olduğunca az sayıda ama hareketin bağımsızlığını güvence altına alabilecek nitelikte olmalı. Örneğin, bugün Tayyip Erdoğan’da somutlanan “tek adam” rejimine kesin olarak son verme temel hedefinin yanı sıra aşağı yukarı şöyle ilkeler belirlenmesi düşünülebilir.

-Herkese eşit yurttaşlık hakkı. (Irklara, milliyetlere, etnik kökenlere, dillere, cinsiyetlere, cinsel yönelimlere, inançlara ve yaşam tarzı tercihlerine dayalı her tür ayrımcılığa ve eşitsizliğe son.)

-Emeğiyle geçinen ve çalışamayacak durumda olan herkes için onurlu bir yaşam.

-Herkese iş, insanca yaşatacak ücret, insanca çalışma koşulları ve çalışamayacak durumda olan herkese devlet desteği.

-Herkese eşit, parasız, bilimsel, laik ve anadilde eğitim.

-Herkese eşit ve parasız sağlık hizmetleri.

-Herkese sağlıklı koşullarda barınma hakkı.

-Herkese parasız ve özgür internet.

-Halkın katılımıyla, doğayı ve çevreyi gözeten planlı kalkınma ve kentleşme politikaları.

-Seçilenlerin eksiksiz şeffaflığı, gelirlerinin asgari ücretin üç katını aşmaması.

-Emperyalist ülkelerle kurulmuş olan ittifaklardan ve emperyalizmin çıkarlarını temsil eden tüm örgütlerden çıkılması. Ülkemizde, bölgede ve dünyada barış.

Kuşkusuz bunlar akla gelen ilk önerilerdir, eksiltilmesi, geliştirilmesi, yeniden formüle edilmesi vb. elbette mümkündür ve örnek olsun diye sunulmuştur.

AKP/Saray rejimine son vermek isteyen, belirli temel hedefler ve belirli işleyiş kuralları üzerinde ortaklaşan herkesi kapsayabilecek bir harekete ihtiyacımız var.

İşleyiş ilkeleri, temel hedefler üzerinde ortaklaşan herkesin karar alma süreçlerinde eşit söz sahibi olmasını güvence altına almalı, hareket masa başında veya kulislerle belirlenecek kararlara ve adaylara mahkum edilmemeli, süreç süratli olduğu kadar şeffaf biçimde ilerletilmelidir. 

Bunun mümkün olduğunu, topraklarımızın bu konuda önemli bir birikimi barındırdığını, geride kalan mücadele süreçlerinden gereken dersleri çıkarmış olanların bu alternatifi çok hızlı biçimde örgütleyebileceğini düşünüyoruz. 

Daha önemlisi, Türkiye böylesi önemli bir dönemden geçerken, kendisini halka karşı sorumlu hisseden hiç kimsenin kişisel veya dar örgütsel çıkarlarını merkeze koyan bir yaklaşım geliştirme hakkı yoktur. 

Bu yapılırsa, Gezi’den bu yana çeşitli kesitlerde ve kimi zaman parçalı olarak yan yana gelen toplumsal muhalefetin en geniş kesimlerinin gerçek bir yan yana gelişi mümkün olur.

Bu oluştuktan sonra bu bütünlüğü temsil edecek adayın ve hatta gerekiyorsa adayların belirlenmesinde bir sıkıntı yaşanması mümkün değil.

En önemlisi bu kısa, çok kısa dönem, doğru değerlendirilirse, sadece seçimlerde bir seçeneği değil, seçim sonuçları ne olursa olsun, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir halk örgütlenmesini de bu vesileyle yaratabiliriz.

Şimdi "keşke daha önce gerekli adımları atsaydık" diye düşünebiliriz, haksız da sayılmayız. Fakat, hemen harekete geçebilirsek, yarın “keşke o kısa süreyi verimli değerlendirseydik” demek zorunda kalmayız!