Anlamak gideni ve gelmekte olanı

Bu bir 'our boys' vs. 'bizim çocuklar' hikayesi. 

12 Eylül 1980 günü CIA'in Türkiye şefi Paul Henze'ye gelen ve onun da ABD Başkanı Carter'a ilettiği mesaj şuydu: "Bizim çocuklar yaptı". 

Bu cümledeki vurgu "yaptı" kelimesinde değil, öznedeydi.

Darbeyi yapan, onların yani CIA'in, yani ABD'nin çocuklarıydı. Önemli olan da buydu.

Onların çocukları için solun kökü kazınmalıydı. Emek, adalet, eşitlik, paylaşım, dayanışma... Sola ait ne varsa ortadan kaldırılmalıydı. 

Onların çocukları Cumhuriyet fikrine düşmandı. Onlara göre Anayasa bir 'baş'ın buyruklarıydı ve o baş kendi buyruklarını da ara ara çiğneyebilirdi. Anayasa "bir kere delinmekle bir şey olmaz"dı. Yasama yoktu, yürütme vardı. Adalet yoktu, sarayı vardı. Yurttaş yoktu, "benim köylüm, benim esnafım" vardı, Onların memuru "işini bilir"di. "Ayaklar baş olmaz"dı...   

Onların çocukları 24 Ocak'çıydı, özelleştirmeciydi, "babalar gibi satarım"cıydı. 

Onların çocukları NATO'cuydu, AT'ciydi, AB'ciydi, '1 koyup 3 alma'cıydı.

Onların çocukları Diyarbakır Cezaevi'nde gardiyandı, yargısız infaz eden elemandı, Roboski’yi yerle bir eden komutandı.

Onların çocukları için sinema Rocky idi, Rambo’ydu. Onların çocukları için müzik ilahiydi. Onların çocukları için heykel yoktu, resim yoktu, edebiyat yoktu, tiyatro yoktu, bale yoktu, opera yoktu…

30 yılda bir sinemacı, bir müzisyen, bir edebiyatçı, bir romancı, bir senarist, bir oyuncu, bir şair çıkaramadılar.

Onların en büyük çocuğu Kenan Evren’di, en küçüğü Erdoğan oldu.

İşletmeyi abisinden devraldı. Hakkını yemeyelim, alınteri de dökerek, abisinin mirası nereye kadar büyüyebilirse, oraya kadar büyüttü.

Bizim çocukların çoğu bu hikayenin ikinci yarısına doğdu.
 
Gözlerini açtığında, ne neymiş bildiğinde karşısında olan muhteris kardeş Erdoğan’dı.
 
2007 1 Mayıs’ında devletin ağır şiddetiyle tanıştıklarında en küçüğünün yaşı 10, en büyüğünün 15-16’ydı.
Hrant Dink’in ölümüne, Cumhuriyet mitinglerine, sansüre, gazetecilerin, akademisyenlerin tutuklanmasına, Ergenekon’a, Balyoz’a, KCK’ye tanık oldular. Anneleri-babaları ya Hrant Dink cenazesine, ya bir Cumhuriyet mitingine götürdü onları…
 
TEKEL işçilerinin mücadelesini gördüler.
 
Taksim 1 Mayıs’ını gördüler.
 
Eğitim sistemi her yıl değişti, ne yapacaklarını bilemediler.
 
Sevgilileriyle el ele tutuştular diye okulda ortalık ayağa kalktı. Badem bıyıklı okul müdürüyle müdür yardımcısının gazabına uğradılar.
 
Şakirtler, yobazlar YGS’de haklarını yedi, 2011’de kendi başlarına sokaklara çıktılar.
 
Sinema salonları ve tiyatro sahneleri kapatıldı, internetin fişi çekildi isyan ettiler.
 
“Taht oyunları”nın âlâsını yaşadılar, her türlü düzen, entrika dolap hayatta başlarına geldi. Erken olgunlaştı zihinleri… 
 
Ve bir kuşak böyle doğdu.

Kenan Evren’in 4 Kasım 1982’de Taksim mitinginde yaptığı konuşmadan 31 yıl sonra ortaya çıkan Taksim fotoğrafında işte bu kuşağın damgasını göreceksiniz.
 
Kenan Evren ve düzeni işte o gün ölmüştü.
 
9 Mayıs’ta, o faşist diktatörün fiziki varlığı da ortadan kalktı.
 
Aynı 9 Mayıs’ta Harbiye’de bir araya gelen binlerce genç ise Türkiye’nin geleceğini anlatıyordu.

Nâzım’ın dizeleriyle,
 
“anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, 
anlamak gideni ve gelmekte olanı.”