Amasız, fakatsız...

Amerika tarafından bir proje partisi olarak kurulan AKP’nin emperyalistler açısından bir kullanım değeri olduğu gibi bir de son kullanma tarihi var. Bu tarih yaklaşmış olacak ki kartları yeniden karmaya başladılar. Geri dönüşüme gönderileceğini bilenlerin bu sonuca karşı direnç göstermesi de gayet anlaşılır. Amerika’da Obama ile görüşmek için atılan taklaları da bu şekilde okumak gerekiyor. Ancak bu direncin sadece Erdoğan ve yakın çevresinden geldiğini söylemek güç. Erdoğan ile kader ortaklığı yapanların sayısı azımsanmayacak kadar fazla. AKP iktidarı boyunca kamu kaynaklarını kanun dışı yollarla yağmalayarak palazlanan sermaye grupları ile rüşvet ve yolsuzluk bataklığına saplanmış kamu görevlilerinin adalet önüne çıkartılmamaları için güçlü bir Erdoğan’a ihtiyaçları var. Yani ekonomik alandaki suç ortaklığı siyasal anlamda kader ortaklığını da beraberinde yaratmıştır. Yandaşların “Erdoğan’ı yedirmeyiz” homurtularının altında da bu suç ortaklığı var.

AKP’nin Neo-Osmanlıcılıktan beslenen fetihçi politikaları, her seferinde aşılan “kırmızı çizgileri” gibi biçimsizleşerek bölgedeki etkinliğini kaybetti. Uluslararası alanda yalnızlaşan AKP dar günde sarıldığı Rusya kartını da Suriye sınırımızdaki uçak ile birlikte düşürdü. Bataklık medyasının sivrisinekleri “o uçağı cemaatçi pilotlar düşürdü” derken, “Rusya kartını elimize tekrar nasıl alırız”ın yolunu işaret ediyorlardı. Düşürülen uçağın pilotunu öldüren cihatçının birkaç gün önce gözaltına alınıp afişe edilmesindeki niyet de tam olarak budur. Oysa köşeye sıkışmış AKP ve medyasının ısrarla görmek istemediği bir gerçek var ki “ABD kalmadı size Rusya verelim” seçeneği Türkiye sermayesinin ulus ötesi pazara ekletize oluş biçimine uygun değil. Tıpkı “NATO’nun radar ve uydu sistemleriyle uyumsuz Çin füzeleri” gibi!

Türkiye, komprador sermayenin artık kendi işimin patronuyum diyerek ulus ötesi pazarda söz sahibi olmak istediği bir süreci yaşıyor. Ancak bu sermayenin ulus ötesi pazarda etkinliğini ifade ediş anlamında kullanacak olursak pergelin iki uç aralığının henüz çok dar olduğunu söylemek lazım. Küçük ya da büyük fark etmez, zarar payını tolere edebilecek maddi birikime sahip değil ise hiçbir sermaye sahibi riskli yatırıma girmek istemez. Ulus ötesi pazara gözünü dikmiş sermaye grupları ile statükoyu koruma eğilimindeki sermaye bu nedenle ayrışıyor. Çünkü Erdoğan birçoğuna göre fazlası ile riskli bir yatırım haline dönüştü.

Dengeler bu kadar değişme eğiliminde iken siyasal zemin de alabildiğine kayganlaşıyor. Tam da bu noktada kartlar yeniden karılırken “işini bilen siyasetçiler” kılıç çekmek yerine gündemde kalacak kadar ortada ama yıpranmayacak kadar da köşede durarak “sırasını” bekliyorlar. Abdullah Gül önderliğinde bir araya getirilen kadroların yaptıkları ısınma turlarını da bu minvalde okumak gerekiyor.

Süreç keskin virajlara, sert savruluşlara gebe. Ekonomik kriz yönetememe durumu ile derinleşiyor. Sol güçler, politikasını tam da bu çatlakta yapmalı. Onlar birbirlerine düşerken kenarda durup el ovuşturmak bizim işimiz değil. Bu yıkımı hızlandırmalıyız. Bu nedenle partilerden demokratik kitle örgütlerine kadar AKP karşıtı tüm güçler yan yana durmayı öğrenmek zorunda. Artık kendi yapısal sorunlarımızı kendi gündemlerimizi halkın gündeminin önüne koyamayız. Enerjimizi AKP karşıtı en geniş bloğun kurulmasına harcamalıyız. Basit çelişkileri aşamayanlar daha üst seviyedeki nitelikli çelişkiler karşısında bocalarlar. Yarının hesaplarını bugünden görmeye çalışmak AKP karşıtı geniş kitlesel birlikteliklerin oluşmasında en büyük engellerden biridir. Hedefimiz, amasız fakatsız yükselen AKP faşizmini bertaraf etmek olmalıdır. Saygı ile...