Alametler birikirken

Son birkaç hafta içinde Suriye’de ve Türkiye’de yaşananlar, “binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete“  dedirtecek cinsten.

24 Kasım’da Rus uçağının düşürülmesinden sonra Suriye içindeki Türkmenler, Rusya desteğindeki rejim güçleri tarafından tutundukları topraklardan söküldü.  Türkmen Dağı ve köyleri rejim güçlerinin denetimine geçti. Türkiye’ye yeni bir göç dalgası vurdu.

Büyük gürültü ve temsil tartışmalarıyla başlayan Cenevre 3 tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Aynı günlerde Rusya desteğinde Esat güçleri Halep’e taarruza geçti. Rusya’nın bombardımanı altında Suriye ordusu Halep’in kuzeybatısına doğru ilerledi; Türkiye ile Halep’teki muhalif güçler arasındaki bağlantıyı kesti.  On binlerce kişi Halep ve çevresinden Türkiye’ye kaçıyor.  Halep’in kesin olarak düşmesi, “muhalif” denen Sünni İslamcı örgütlerin, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Suriye’deki etki ve inisiyatiflerini yitirmeleri demek. Böyle olursa Suriye’de ayakta  üç  “iç güç” kalacak:  Esat güçleri, IŞİD ve PYD.  

Halep’in düşmesiyle birlikte, Rojava’nın Afrin ve Kobane kantonlarını ayıran Cerablus koridorunun PYD denetimine geçmesinin yolu da açılmış olacak.

Bu kısa özet, Suriye iç savaşının,  Rusya, İran ve Suriye-Esat’ın alan ve inisiyatif kazandığı, ABD, AB, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin ise bu sonucu birçok nedenle kabullenmeyeceği kritik bir dönemecine girildiğini gösteriyor.

***

AKP Türkiyesi ve krallık Suudi Arabistan’ı panikteler.  Suriye’de yitirenin, iktidarda durmasının zor olacağını görüyorlar.

İngiliz Times gazetesi 29 Ocak’ta, Türkiye’nin Cerablus’a yakın bölgede, sınırın kendi tarafındaki mayınları temizlediğini, Türkiye ile Rusya arasında çatışma çıkabileceğini yazdı.

7 Şubat tarihli gazeteler, “Erdoğan’ın  “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz. 1 Mart tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye, Irak’ta olsaydı, Irak’ın durumu böyle olmazdı” dediğini yazdılar. 

Bir gün sonra, Yeni Şafak,  CNN Arabic kanalının ismi açıklanmayan bir Suudi yetkiliye dayanarak Suudi Arabistan'ın  Suriye'ye 150 bin asker göndermeye hazırlandığını, bu askerlerin Türkiye, Fas, Katar, Kuveyt, Bahreyn ve BAE de eğitildikten sonra, Türkiye üzerinden Suriye’nin kuzeyine gönderileceklerini, bu birliklerin yürütecekleri operasyonlar için ortak bir komuta merkezi oluşturulacağını duyurdu.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, 30 Ocak-1 Şubat arasında Genelkurmay Başkanının resmi davetlisi olarak Suudi Arabistan’ı ziyaret etti.

The Guardian 4 Şubat tarihinde, Suudi kaynakların Suriye'ye binlerce özel birlik askerinin muhtemelen Türkiye ile koordinasyon içinde gönderilebileceğini ifade ettiklerini yazdı. Yeni Akit bu haberi 8 Şubat’ta duyurdu.

Hemen arkasından İran Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed El Caferi Suudi Arabistan'ın Suriye'de bir kara harekatına cesaret edemeyeceğini belirttikten sonra, “Olur da gönderirlerse tekini sağ bırakmayız” dedi.

ABD Dışişleri sözcüsü bir soru üzerine konunun  henüz kendilerine iletilmediğini bildirdi.

Suudi Arabistan ve Türkiye yönetimleri açmazdalar. Bu krallık, bu Erdoğan saltanatlarını sürdürmek için ülkelerini savaşa sürükleyebilirler.

ABD’nin, NATO’nun onayı olmadan adım atamaları ise düşünülemez.

ABD’nin iki ülkenin Suriye savaşına dahil olmasına onay vermesi ise Rusya ile askeri anlamda karşı karşıya gelmeyi göze almasına bağlı. Amerika’nın açmazı da burada. ABD’nin, Rusya’yı ekonomik cephede yorup güçsüz düşürmeyi deneyen, bu anlamda zamana oynayan stratejisi, Rusya’nın atakları nedeniyle başarılı olamadı. Herkesin bildiği bilgilerle, ABD’nin bu kritik evrede nasıl bir tutum alacağını kestirmek zor. Göreceğiz.

***

Kim sızdırdı bilinmez, Erdoğan ile AB yetkilileri arasında geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleşen göçmen krizi toplantısının tutanakları, kirli pazarlıklar ortalığa döküldü.

Merkel de zor durumda. Yeni göçmen dalgası onun iktidarını da tehdit etmeye başladı.

Erdoğan, Akdoğan gibiler, Batı’ya hem bu tarz içte işe yaradığı için, ama aynı zamanda herkesin açmazını, birbirine mecbur olduğunu bildikleri için böyle efeleniyorlar. Altta kıran kırana pazarlıklar yürüyor.

Dünkü, ortak basın toplantısında Davutoğlu ve Merkel Türkiye ve Almanya’nın Suriye sınırlarının ve Ege’nin NATO tarafından izlenme, gözetlenme mekanizmalarının devreye girmesi için ortak gündem maddesi önereceklerini açıkladılar. Bunların ne anlama geldiğini önümüzdeki günlerde daha iyi anlayacağız.

Kürt illerindeki kuşatma ve imha savaşları, Cizre’nin o bodrum katındaki “göstererek katliam” yalnızca Türk-Kürt iç savaşını körüklemek, bu yolla Erdoğan’a başkanlık yolunu açmak için yürütülmüyor.  Bu kuşatma ve imha harekatıyla,  AKP, aslında Suriye’deki savaşa katılmış oluyor.   

Emperyalistlerin, sermaye düzeninin, dinci bezirganlığın açmazlarıyla birlikte savaş tehlikesi de büyüyor.

Öte yandan, açmazlar, satranç tahtasındaki bir yenişmeme durumunun değil, sorun çözme kapasitesini yitirmiş, çökmekte olan bir sistemin çatırtılarını duyuruyor.

Çatırtı zamanına hazır olmak için olağanüstü bir özgüven, iddia ve coşkuyla çalışmamız gerekiyor.