AKP/Saray rejimine katlanmanın maliyeti

ABD’nin askerî istihbarat örgütünün başkanlığını da yapmış olan Emekli Korgeneral Michael (“Mike”) Flynn, Trump’ın başkanlık kampanyasında önemli bir rol üstlenen, bir ara başkan yardımcılığı konusunda ismi anılan, “radikal İslam” düşmanlığıyla tanınan, Trump gibi “İslamcı terör” kavramını kullanan ve bu konuda (Michael Ledeen’in desteğiyle) kitap yazmış biriydi. Temmuz 2016’da yayımlanan “Savaş Alanı” (The Field of Fight) adlı kitabın üst başlığı şöyleydi: “Radikal İslam’a ve Müttefiklerine Yönelik Küresel Savaşı Nasıl Kazanabiliriz” (St. Martin’sPress, New York).

Flynn, kitabında, Obama yönetimini, düşmanların doğru ve net bir şekilde tarif edilmesini yasaklamakla suçluyordu. Bunlar radikal İslamcılardı ve müttefikleri arasında Kuzey Kore, Rusya, Çin, Küba ve Venezuela da vardı. Tüm kültürleri eşit saymadığını açıkça belirten Flynn, Batı’nın ve özellikle de ABD’nin düşmanlarına göre çok daha uygar ve ahlaklı olduğunu savunuyor, İslam’ın bir “barış dini” olduğu iddiasına karşı çıkıyordu.

Aynı Flynn, 15 Temmuz darbe girişimi henüz sürerken yaptığı bir konuşmada, darbeci askerleri (ve onların dinleyiciler tarafından alkışlanmasını) desteklemişti.

Sonra, tam da ABD’deki başkanlık seçimlerinin yapıldığı 8 Kasım 2016’da, The Hill gazetesinde, ABD’nin Fethullah Gülen’e karşı Tayyip Erdoğan’ı desteklemesi gerektiği tezini savunduğu bir yazısı çıktı. Gülen’i Usame bin Ladin’e benzeten Flynn, Türkiye’nin de IŞİD karşısındaki en güçlü müttefik olduğunu söylüyordu.

Dünya basınının da gündemine giren bu tuhaflığın nedeni kısa bir süre sonra anlaşıldı: Flynn, AKP/Saray rejimi tarafından satın alınmıştı. Mecazi anlamda değil; 530 bin dolar ödenerek. Flynn’in şirketi Flynn Intel Group ile Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) Başkanı Kamil Ekim Alptekin’in sahibi olduğu Hollanda merkezli Inovo BV şirketi arasında bir lobicilik sözleşmesi imzalanmıştı. Dahası, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Erdoğan’ın damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak, 19 Eylül 2016’da New York’taki bir otelde Flynn’le bir araya gelmişti. Eski CIA Başkanı James Woolsey’in açıklamasına göre, bu görüşmede, Fethullah Gülen’in ABD’den (yasadışı yollarla) nasıl kaçırılabileceği konusunda görüş alışverişinde bulunulmuştu.

Mike Flynn, Temsilciler Meclisi üyelerinden birinin seçilmiş başkan yardımcısı Mike Pence’e yazdığı 18 Kasım tarihli bir mektupta Türkiye adına lobicilik faaliyetleri yürüttüğünün belirtilmiş olmasına karşın, 20 Ocak 2017’de Trump’ın ulusal güvenlik danışmanlığı görevine getirildi. Görünürde her şey AKP/Saray rejiminin istediği gibi gidiyordu. “Radikal İslam”la savaş yanlısı birinin satın alınması sayesinde, Trump yönetimi üzerinde büyük bir etki sahibi olunabilecekti…

Ama Flynn sadece AKP/Saray rejimi için çalışan biri değildi. Rusya’yla da yakın ilişkileri vardı. Ve ulusal güvenlik danışmanlığı görevine geldikten sadece 24 gün sonra, Rus yetkililerle ilişkileri hakkında yanıltıcı bilgiler verdiği için bu görevden istifa etmek zorunda bırakıldı. Türkiye bağlantıları hakkındaki bilgilerin çoğu da bundan sonra açığa çıktı. Böylece, Flynn’eödenen 530 bin doların boşa gitmesinin ötesinde, bu kirli ilişkiler Fethullah Gülen’in işine yaramış oldu.

Trump’ın ekibinde satın alınan başkaları da vardı. New York’un eski belediye başkanı ve Trump’ın “siber güvenlik” danışmanı Rudolph W. Giuliani ile George W. Bush döneminde adalet bakanlığı yapmış olan Michael B. Mukasey, 24 Şubat 2017’den sonraki bir tarihte Türkiye’ye gelerek, Recep Tayyip Erdoğan’la, Rıza Sarraf’ı kurtarmanın yolları üzerine görüşmüştü. Rıza Sarraf’ında para ödediği bu kişiler, Sarraf’ın kurtarılması için (savcılarla değil) Trump yönetimiyle bir anlaşma yolu bulmaya çalışıyordu.

17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ün kazandırdığı Rıza Sarraf’ın tutuklanmasını sağlayan savcı Preet Bharara, 11 Mart 2017’de Trump yönetimi tarafından görevden alındı. Yerine geçebileceği söylenen isimlerden biri de, Erdoğan’la görüşen Michael Mukasey’in oğlu Marc L. Mukasey’di!

AKP/Saray rejimi yine “doğru” kişilere yatırım yapmış görünüyordu.

Ama tam da işler yoluna girmiş gibi görünürken, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, Rıza Sarraf dosyasıyla bağlantılı olarak, 28 Mart 2016 tarihinde New York’ta gözaltına alınarak tutuklandı. Ardından, Giuliani ve Mukasey’inSarraf’la ve Erdoğan’la ilişkileri daha fazla tartışılmaya başladı. Böylece, bu kişilere ne kadar para ödenmiş olursa olsun, dosyaların Türkiye’de olduğu gibi kapatılması zorlaştı. Ayrıca, AKP/Saray rejiminin ABD’deki politikacıları satın almak için milyonlarca dolar harcayabildiği daha fazla gündeme girmiş oldu.

AKP/Saray rejimi açısından bakıldığında, tüm bunlar, sadece, ayakta kalmak için katlanılması gereken maliyetin artması anlamına geliyor. Yeter ki, içeride olduğu gibi dışarıda da yolsuzluk dosyaları kapatılsın, savaş suçları (örneğin MİT tırları) gündeme getirilmesin…

Trump yönetimi açısından bakıldığında ise, Türkiye’den istenenleri yaptırmanın maliyeti düşmüş oluyor.

16 Nisan referandumunda şunu da oylayacağız: Kişisel çıkarları korumak için,savunur göründüğü değerler bir yana ülke çıkarlarını feda etmekten kaçınmayan AKP/Saray rejimine katlanmaya değer mi? Ya da, ülkenin geleceği, kişisel çıkarlarından başka bir şeyi gözetmeyen birine teslim edilebilir mi?