Akademisyenlerin Kürt sorunu çıkışı

Baştan ve açıkça yazayım: Kürt siyasal hareketinin, AKP’nin saldırılarına cevap olarak geliştirdiği hendek/barikat mücadelesinin yanlış olduğunu ve hem Kürtlere hem de Türkiye halklarına zarar verdiğini düşünüyorum.

Bu mücadele, en azından yapılan açıklamalara göre, “barış süreci”ni sonlandırarak Kürtlere savaş açan Tayyip Erdoğan’a ve AKP iktidarına “demokratik özerklik”i ve “yerel öz yönetim”i halk direnişiyle kabul ettirme amacını taşıyor(du).

Ne var ki, dışarıdan izlenip anlaşılabildiği kadarıyla, Kürt siyasal hareketinin bunu başarması mümkün değil. Bugüne kadar yaklaşık 200 bin kişinin iç savaş yaşanan ilçelerden göç etmek zorunda bırakıldığı (“göçertildiği”) iddia ediliyor. Yine anlaşıldığı kadarıyla, Kürtlere yapılan, “evlerinizi terk etmeyin” ve “terk edilen evlere gidip yerleşin” çağrıları yeterince etkili olamıyor. Diğer taraftan, Kürt illerindeki iç savaş koşulları, AKP’nin Türkiye genelindeki faşizan baskısının güç kazanmasına yol açıyor. “Ölümler durdurulsun” demek bile “terör destekçiliği”yle bir tutulabiliyor.

Daha da kötüsü, iç savaş koşulları, Kürtler ile Türkler arasındaki düşmanlıkların derinleşmesine yol açıyor. Halklar arasındaki düşmanlıkların egemen sınıflardan ve emperyalistlerden başka hiç kimseye hizmet edemeyeceği açık...

İşte bu koşullar altında, bu satırların yazıldığı an itibarıyla Türkiyeli 1127 akademisyen ve araştırmacının, yurt dışından 373 ismin imzaladığı, “Bu suça ortak olmayacağız!” başlıklı bir metin kamuoyuna açıklandı.

Yandaş medyanın ilk tepkileri, beklenebileceği üzere, “vatan hainliği” suçlamasını içeriyordu.

Metinde “saldırıları durdurma” çağrısının sadece devlete yapılması ve PKK hakkında hiçbir olumsuz şeyin söylenmemesi, sosyal medyada tartışılan konular arasında yer aldı.

İçinden geçtiğimiz dönemde böylesi bir çıkışın yapılması gerçekten cesaret istiyordu!

Önümüzdeki günlerde, imzacıların bir bölümü (ya haklı olarak ya da uğrayacakları baskılar sonrasında insani bir duygu olan korkuları nedeniyle); “ben böyle bir metne imza atmamıştım” diyebilir.

Ama bence, saldırıları durdurma çağrısının AKP’ye yapılması doğru.

Çünkü Kürt siyasal hareketinin stratejik hesapları (ve yanlışları) neler olursa olsun, bu iç savaşı başlatan da, ondan sonuna kadar çıkar sağlamaya çalışan da, AKP iktidarı.

IŞİD’in yaptığı iddia edilen, ama ilgili örgütün (başka her tür eylemini sahiplenmesine rağmen) sahiplenmediği ve gerçek sorumlularının açığa çıkarılması için çaba harcanmayan Suruç Katliamı ve Ankara Katliamı yaşanmasaydı, bu noktaya gelinebilir miydi?

AKP iktidarı, tanklarla, helikopterlerle, günler değil haftalar süren sokağa çıkma yasaklarıyla saldırıya geçmeseydi, bu noktaya gelinebilir miydi? Filistin’deki, Suriye’deki yıkım görüntülerinin benzerlerinin yaşanmasının asıl sorumlusu kim?

Bugünkü iç savaş, her şeyden önce, Kürt siyasal hareketinin Tayyip Erdoğan’ı başkanlıktan etmesinin bir ürünü. 7 Haziran seçimlerinin sonuçları olmasaydı, iç savaş da olmazdı.

İç savaş, Kürt siyasal hareketinin, “Türkiyelileşme” stratejisini (en azından bugün için) bir yana bırakmasına yol açtı.

Ortadoğu’daki güç dengelerini de fazlasıyla gözeten Kürt siyasal hareketi açısından, “Türkiyelileşme”nin vazgeçilmez önem taşımadığı bir gerçek.

Peki ya bizim açımızdan?

Türkiye’deki Kürtlerle ortak bir kurtuluş mücadelesinde buluşmanın yolunu açamazsak, kendi kurtuluşumuzu, yani Kürt işçileri de dâhil olmak üzere Türkiye işçi sınıfının kurtuluşunu sağlayabilir miyiz?

Biraz daha açmak gerekirse: Güncel olarak AKP iktidarını, ama daha genel olarak sermaye egemenliğini hedef alan ve geniş kesimleri ortaklaştırabilecek olan bir mücadele programı etrafında, gerçekten katılımcı ve gerçekten şeffaf bir birliktelik kurmamız gerekmiyor mu?

Bir başka deyişle, Kürtlerde “Türkiyelileşme” özlemini yaratmaya çalışma görevi asıl olarak bize düşmüyor mu?