Ahmet Ümit’in gecikmiş Elveda’sı-6: Roman kılığında bir itiraf tutanağı

İttihat ve Terakki fedaisi Şehsuvar Sami’nin bu uzun monoloğu, bitmez tükenmez itiraflarından oluşuyor. Roman kişisi yok, kurgu yok, elveda ve itiraf var. Demek ki 12 Eylül günlerindeyiz; itirafların çok satar roman yapıldığı, Elveda Proletarya’nın yeni sol teori satıldığı dönemdir.

Ahmet Ümit, romanın ufkunu bir itirafçının düzeyine indirmiştir; buradan başlıyor ve okuru da bu çizgiye indirmeye çalışıyor. Roman, kapana kısılmış korkusu içinde bir insanın, bu duruma gelmesine yol açan olaylardan duyduğu pişmanlık ve yaptıklarının itiraf edilmesiyle başlıyor. Şehsuvar Sami, “artık saklayacak sır kalmadı. Ne sır, ne cemiyet ne de korunması gereken dava arkadaşları…” (s.21) diyerek itiraflarına haklılık kazandırmaya çalışıyor. “Hayır, kendi kusurlarımın, kendi mesuliyetimin farkındayım. İstiyorsan o itirafı da yaparım: Evet, hatalı olan benim, ne olursa olsun, karşı koyabilirdim. Haklısın, bu sevdaya sahip çıkabilirdim.” (s.49) diye devam ediyor. Elveda, itirafla başlıyor ve Şehsuvar Sami’nin geçmişini reddeden tipik bir itirafçı olmasıyla yürüyor; sonunda anlıyoruz ki, sildiği kişiliğinin yerine yeni bir Şehsuvar Sami oluşturamayan itirafçı kurtuluşu ölümde buluyor.

50. sayfa “böylesi bir itiraf” sözcükleriyle başlıyor, “ama itiraf etmeliyim ki” diye sürüyor. İtiraflarına, Ester’i bırakıp İttihat ve Terakki fedaisi olduğundan duyduğu pişmanlıkla başlayan Şehsuvar Sami giderek, bir inkılâp pişmanı ve itirafçısı oluyor. Şunları yazıyor: “O zamanlar hiç de yanlış gelmiyordu bu metod bana. İhtilal namlunun ucundadır, kimden duydum bu cümleyi hatırlamıyorum ama aynen katılıyordum bu düşünceye. (…) Evet, yeri gelmişken itiraf etmeliyim, (…)” (s.122) Şimdi ise silahlı ya da silahsız, ihtilal’in yanlışlığını anlatmayı edebiyat biliyor. Şehsuvar Sami, itiraf’ı çok seviyor, her fırsatta bir yolunu buluyor ve itiraf ediyor. S.142’de de “İtiraf ediyorum sesim biraz kibirli çıkmıştı.” cümlesini okuyoruz.

İtirafçı geçmişini yıkmaya çalışan kişidir. “Biliyorum, geçmişi olmayan insanların, ne bugünleri ne de istikballeri olur ama bazen keşke böyle bir mazim olmasaydı diyorum. Keşke bütün bu acıları çekmemiş, keşke böylesi bir hayatı yaşamamış olsaydım.” (s.170) İtirafçı aynı zamanda bütün yaptıklarından pişmandır. Pişmanlığını kanıtlayabilmek için daha çok itiraf yazıyor. “Bunu itiraf etmekten korktuğumu zannetme.” (s.242) “Ulvi gayelerin peşinde koşarken hayatımdaki en önemli insanı umursamamıştım. Milletimin insanca yaşaması için çabalarken belki de kendi insanlığımı kaybetmiştim.” (s. 262) Yüce amaçların peşinde koşanlar insanlığını kaybetmezler, daha çok insanlaşırlar, insanlığı bulurlar ve insanlığın değeri olurlar. Bunu görmek için, tarihte yüce amaçlar peşinde mücadele eden insanları şöyle bir göz önüne getirmek yeter.

Elveda tam bir itirafnamedir; beş on sayfada bir Şehsuvar Sami, “itirafçılığını” hatırlatır: “Bir başka itirafta daha bulunmak zorundayım.” (s.286)

İstihbaratçının dolabından çıkan roman

Karşımızda roman kılığında bir itiraf tutanağı var; demek ki, İtirafçıların İtirafları’na eğilmek zorundayız. Yalçın Küçük itirafçılar üzerine tezlerine şöyle başlıyor: “İtirafçı, korku ile, kendini kusan adamdır.”[1] Ahmet Ümit’in Elveda’sında İttihat ve Terakki fedaisi Şehsuvar Sami, 1926 İzmir Suikastı Davası’nda idam edilenleri ve yakalanmamak için intihar edenleri görünce büyük bir korkuyla itiraflarını mektuplaştırmaya girişiyor. Bunların yazıldığı kişiye gönderilen mektuplar olmadığının Ahmet Ümit de farkında ve sık sık sözde Ester’e gönderilen bu mektupların ulaşıp ulaşmayacağının belirsiz olduğunu vurgulama gereği duyuyor. Çünkü itirafçının asıl muhatabı Ester değil, korkunun kaynağındaki iktidardır. Kitabın sonunda, mektupların bu muhataba ulaştığını anlıyoruz; itiraflar iktidarın ilgili kurumunca incelenmiş ve denetimden geçmiştir. Yazarına geri verilerek bir roman kisvesi altında topluma duyurulmasında yarar görülmüştür. Kitabın sonunda, devletin istihbarat örgütünün yetkilisi Fuad memuruna emreder: “Şimdi sen, Şehsuvar Bey’le müdüriyete git, benim dolabı aç. Orada sarı bir kutunun içinde mektuplar var. Kutuyu Şehsuvar Bey’e ver.” (s. 525) İtiraflar yeniden itirafçıya teslim edilir ve ilk olarak Fransa’da Gallimard yayınevince yayımlandıktan sonra Türkçeye çevrilerek roman diye piyasaya sürülür. Elveda Güzel Vatanım, işte bu “görülmüştür” damgasını yemiş itiraf mektuplarından ibarettir.

İtirafçıların İtirafları’nda, şu önemli saptamayı da okuyoruz: “İtirafçılık, Cumhuriyet Tarihi’nde, TKP Genel Sekreteri Vedat Nedim ile başlıyor.”[2] Cumhuriyet tarihinin ilk itirafçısını harekete geçiren korkunun kaynaklarını araştırınca Elveda ile ilginç bir paralellik buluyoruz. Yalçın Küçük, Vedat Nedim’i itirafları için harekete geçiren korkuyu İzmir Suikastı girişimi davası sonucu verilen idam cezalarına bağlıyor: “İdamlar, 13 Temmuz’u 14 Temmuz’a bağlayan gece 1926 yılında yapılıyor. O yaz İstanbul’da Arkos şirketinde çalışan TKP Genel Sekreteri Vedat Nedim’in çok korkmuş olduğunu düşünebiliyorum. Vedat Nedim’in korkusundan her türlü parti faaliyetine sırt çevirdiğini ve parti ile faaliyet sözcüklerini bile aklına getirmek istemediğini düşünebiliyorum.”[3] Ahmet Ümit’in roman kişisi de bu idamların korkusuyla evini bırakıp Pera Palas oteline yerleşiyor ve inandığı bütün değerleri inkâr eden uzun itiraflarına başlıyor. Buraya kadar Ahmet Ümit’in oldukça gerçekçi olduğunu söyleyebiliriz. Ama ortaya bir roman değil, itiraf metni çıkarıyor. 12 Eylül hapishanelerinde işkenceye direnemeyip itirafçı olanlar için “gerçekçi” deniyordu. Elveda’nın gerçekçiliği de bu türden bir gerçekçilik.

“Korkudan kurtulmanın bir yolu, korku kaynağı düşüncelerden kurtulmaktır; çıkarmak. Korkanlar, korku kaynağını hatırlatan nesne ve olaylara çok kızıyorlar.”[4] Elveda’da, 31 Mart gerici ayaklanmasını yapanlar için “asi” nitelemesi kullanan Şehsuvar Sami, gericileri bastırmak için savaşanları, Hareket Ordusu askerlerini ise “güruh” olarak görüyor. “İnsanoğlunun ne kadar vahşi, ne kadar acımasız, ne kadar öfke dolu bur mahluk olduğunu ilk kez o gün öğrendim. Hayır, olanların teferruatına girmeyeceğim. Hayır, saklayacak bir şeyim olduğu için değil, ki saklayacak çok şeyim var. Kendimi o günahkârlardan ayırmıyorum, ben de oradaydım. Sana yalan söylemeyeceğim, ben de intikam için tabancasına, süngüsüne, tüfeğine sarılan o aklını kaybetmiş güruhun içindeydim…” (s.192) Şehsuvar Sami bu cümleleri çok sayıda ölüm pahasına, İstanbul’u şeriatçı 31 Martçılardan geri alan Hareket Ordusu savaşçıları için yazıyor. Şeriat isteriz diyerek ayaklananlardan söz ederken ise “isyancı”, “asi” sözcüklerini seçmektedir. Özenle toplumsal karşılığı bulunan devrimci-karşıdevrimci, gerici-ilerici kavramlarını kullanmamaya, toplumsal saflaşmayı belirsizleştirmeye ve neredeyse her iki tarafı nitelik olarak birbirinden farksız güçler olarak göstermeye çalışmaktadır.

31 Mart’ta 12 Eylül’ün “kardeş kavgasını” görmek

Ahmet Ümit, 12 Eylül’ü yapanların çok sık yineledikleri “kardeş kavgası” yalanını bu tarihsel savaşımın açıklaması yapmaktadır: “Şehir ahalisi çoktan uyanmış, herkes yürekleri ağzında bu iç harbin, bu kardeş muharebesinin nasıl neticeleneceğini merak ediyordu.” (s.189) “Yerlerde parçalanmış asker cesetleri, kardeşlerinin kurşunlarıyla can vermiş gencecik ölüler.” (s.192) Ahmet Ümit, “Şeriat hükümleri olduğu gibi uygulanacak”[5] talebiyle ayaklanan ve önüne çıkan ilerici subayları ve mebusları linç eden karşıdevrimcileri “kardeş” olarak yazmaktadır. Bunu önlemek isteyen devrimciler ise “güruhtur”, “eli kanlı katildir.”

Pişman itirafçı şunları da not ediyor: “sadece vatanı kurtarmakla kalmayacak bütün dünyayı değiştirecektim, üstelik seninle beraber… Oysa şimdi paramparça oluyordu inandığım ne varsa.” (s.303) 1926 İzmir Suikastı Davası’nın verdiği idamların korkusu her şeyi silmektedir.

Şimdi, 12 Eylül’ün en ünlü ve tipik itirafçısından, MLSPB’nin önemli eylemcilerinden Şemsi Özkan’ın 1981 yılındaki itiraflarından uzun bir aktarmaya gerek var; dava dosyalarında yer alıyor. Elveda’nın Şehsuvar Sami’sinin itiraflarıyla karşılaştırma açısından yararlı olacağını düşünüyorum:

“Sonuç olarak örgüte nasıl girdiğimi, hangi eylemlere katıldığımı, örgütteki durumumu, örgütün neler yaptığını samimiyetle ve açıklıkla anlattım. Vardığım son kanaat ve netice şudur ki başlangıçta coşkuyla ve genel bir eylem kararlılığıyla katıldığımız örgütün stratejisi doğrultusundaki eylemlerin acıdan başka halkımıza bir şey getirmediğini, zaten var olan acılara daha da acılar kattığını, menfi anlamda toplumda çelişkiyi kuvvetlendirdiğini esefle gördüm, sezdim, anladım. Bundan dolayı bu örgütün bu işi yürütemeyeceğini ve genel olarak da Parti-Cephe’nin ve silahla halka sadece acı verdiğini ve bir sonuç vermediğini anlamış bulunuyorum. Bu kanaat samimidir. Bundan sonra gelecek nesillere bu kanaatin aktarılmasını ve bundan ders alınmasını arz etmekteyim. Samimiyetle ifade edebilirim ki pişmanım ve bu pişmanlık bir yılgınlık ve göreceğim cezanın eseri değildir. Samimi olarak vardığım netice şudur ki tek tek silahlı eylemler toplum yararına değil, zararınadır. Toplumdaki var olan adaletsizlikle mücadele etmenin başka yolları vardır. Bu yolların denenmesinde yarar vardır. Pişman olmamı söylemem bundandır.”[6] Denebilir ki, Şemsi Özkan, 35 yıl önceden Ahmet Ümit’in Elveda’sının bir özetini yazmıştır. Elveda, Özkan’ın “samimi kanaatlerini” gelecek kuşaklara anlatma görevini üstlenmiş gibidir. Üstelik devrimci mücadelenin zararlarını yakın dönem içinde değil, yüz yıllık ve belki de iki yüz yıllık bir dönem içinde gösterme misyonunu üstlenmiştir. Yüz yıl, iki yüz yıl için “elveda” ve “asla” demektedir.

Ahmet Ümit açısından ne acıdır ki, 12 Eylül itirafçısının yazdıklarında daha çok halk, toplum yararı-zararı tartışması vardır, Elveda’da ise bu tartışma Şehsuvar Sami’nin mutluluğu-mutsuzluğu muhasebesine indirgenmiştir. Şemsi Özkan bu itirafları 12 Eylül faşizminin işkenceleri altında yapmıştır; Elveda’nın yazarını buna zorlayan bir dış kuvvet görünmemektedir. Gönüllü elveda, gönüllü itiraf mı demeliyiz?

İttihat ve Terakki için Şehsuvar Sami’nin yazdıklarını okuyun ve Şemsi Özkan’ınkilerle karşılaştırın. “İtiraf ediyorum, bu biraz da senin sayende edindiğim bir anlayıştı. (…) Daha da önemlisi parçası olduğum bu cemiyet kirlenmiş, bir zamanlar tenkit ettiğim muktedirlere dönüşmüş gibiydi. (…) Bizleri birer zalime, acımasız birer darbeciye dönüştürme pahasına da olsa bu kararı almaktan ve ifa etmekten kaçınmayacaktık.” (s. 325)

Elveda’nın itirafçısı, 12 Eylül itirafçısını aşmıştır; o hiç olmazsa “gelecek nesillerden” söz edebiliyordu. “Evet, mazide bütün o kirli, kanlı, karanlık işleri yapmamı mazur gösterecek bir sebebim vardı. Artık yok. Ne bir ideal, ne bir hayal ne de bir vatan…” (s.526) Ahmet Ümit’in Elveda’sının ve Şehsuvar Sami’nin uzun itirafnamesinin son sözleri bunlardır. Bir de son cümlesi var, “Devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır.” Bu büyük vecizenin tartışmasına geleceğiz ama ondan önce Elveda’nın köhne dili üzerinde durmamız gerekiyor.

 

 

 

 

[1] Yalçın Küçük, İtirafçıların İtirafları TKP Pişmanları, Tekin Yayınevi, 1988, İstanbul, s.29.

[2]A.g.e., s.29.

[3]A.g.e., s.49.

[4]A.g.e., s.49.

[5]Ecvet Güresin, 31 Mart İsyanı, Cumhuriyet, 1998, İstanbul, s.49.

[6] Şemsi Özkan, aktaran Yalçın Küçük, a.g.e., s.113-114.