Öncesinde uzun bir giriş yapıp, ardından bu konudaki tartışmaları toparlayıcı 10 madde saymaya çalışacağım bu hafta iş güvenliği uzmanlarına dair. Çokça tartışmalı, çokça yazmalıyız ki, pek çok sektörde çalışan binlerce iş güvenliği uzmanının sorunlarını ve karşı karşıya kaldıkları ceza davalarını anlayabilelim, gerçek sorumluların peşine düşebilelim ve bu arkadaşlarımızın konumunu net bir şekilde belirleyelim.
Çokça tartışılır, şirkete ceza kesildi, şirket tazminat ödedi, sorumlular gözaltına alındı, şu sorumlu ama şunun cezası ertelendi vs. vs.
Bir "kaza" gerçekleştiğinde, üç farklı koldan hukuk sistemi işler. Bunlardan ilki, işin idari hukuk boyutudur. Şirkete para cezası, işyerinin kapatılması, işin durdurulması, kısacası işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına aykırılıktan dolayı İş Müfettişleri'nin tespitleri uyarınca yaptırımlar, işin yalnızca bir boyutudur.
İşin bir diğer boyutu, geçen hafta tartıştığımız "tazminat" meselesidir. Tazminat hukuku, ceza hukukundan apayrı bir alandır. SGK tazminat öder, şirkete, şirketin sorumlularına tazminat davası açılabilir, SGK rücu davası açar bir başka ifadeyle işçiye ödediklerini şirketten geri alır vs. vs.
Ama iş cinayetlerinin hemen ardından, kamuoyunun beklentisi bunlar değil, sorumluların CEZAlandırılmasıdır! İşte burada da Ceza hukuku işin içine girmektedir. Bu olaylar hukuk sistemimizde "taksir" ve "bilinçli taksir" kapsamında değerlendirilir. İkisi arasındaki fark ise şöyledir, diyelim ki, bir kazı işi yapıyorsunuz gerekli hiç bir önlemi almadınız, halbuki bilim ve tekniğin gereklerini yerine getirmeniz gerekirken getirmediniz, bu durumda "bilinçli taksir"den söz edilebilir. Ama diyelim, önlemleri aldınız veya aldığınızı sanıyorsunuz, eksik aldınız bu durum genellikle "taksir" olarak nitelendirilir.
Kusurun parçalanması...
Üst düzey şirket yetkilileri ve yöneticileriyle suç arasında ilişki kurmak, sorumluluğun dağıldığı ve operasyonel kararların alt düzey yetkililerce alındığı bir şirket hiyerarşisi içinde güç olabilir. Çoğu zaman, karar alma mekanizmalarını incelemek, üst düzey yöneticiler hakkında deliller toplamak gibi çabalar içine girmek polis ve savcılar açısından zaman harcayıcı ve yıldırıcı bir iş olacaktır. Saha mühendisini, iş güvenliği uzmanını veya en fazla proje müdürünü suçlayıvermek çoğu zaman en kolayıdır ve tercih edilenidir. Gerçek suçluların bulunması ve cezalandırılması çabası uzun hukuksal mücadeleler, zaman ve para alacağı için de çoğu durumda, işçi yakınları, sendikalar veya işçilerin kendileri dahi geçen hafta ayrıntılarına girdiğimiz, tazminat noktasına yoğunlaşır. Tazminatlar için mücadele, işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesinde belki de işin en kolay kısmıdır, zira ne bireylerin, ne şirketlerin ne de kurumların hesap vermesi istenmemekte, varolan durum sorgulanmamakta, kimse suçlanmamaktadır.
Bir "kaza" incelenirken, cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca, olayla uygun ilişki taşıyan kişi veya kişiler sorgulanır, olayla ilgili bağları incelenir. Örneğin kazı sırasında önlemi almayan saha mühendisi, onu uygun bir şekilde yönlendirmeyen şantiye şefi, yerinde denetim yapmayan iş güvenliği uzmanı vs. vs. saptanır, yasa, tüzük ve yönetmeliklere uyup uymadıklarına bakılır ve asli veya tali kusurlu diye kusur dağıtılır. Bu örnek olayda hiç kimse şu soruları sormamaktadır:
Kazının neden bu kadar kısa zamanda bitirilmesi gerekir? Kazı için tüm önlemler alınırsa gerçekleşecek gecikmeden sorumlu tutulacak mühendisin başına neler gelir? Kazı için önlemlerin alınması için gerekli parayı kim cebinden çıkarıp verecektir? Neden çok daha güvenli kazı teknikleri varken, bu teknik tercih edilmiştir (ucuz olduğu için mi?) Parasını kendi patronundan alan iş güvenliği uzmanının, kendi patronunu şikayet etmesi düşünülebilir mi, işten atılmayacağının garantisi var mıdır? İşin planlaması yapılırken, işçi sağlığı ve iş güvenliği ayrı bir maliyet kalemi olarak hesaplamalara dahil edilmiş ve bütçe ayrılmış mıdır? vs. vs.
Sorular her olay için artırılabilir ve tüm bu sorular bizi parayı takip etmeye, paranın kaynağını takip etmeye zorlamaktadır. İşin özü sermaye, kendi yatırımına kendi karar verir, ne kadar uğraşırsanız uğraşın işyerlerindeki ölüm ve yaralanmalarda tepe noktalara ulaşmak zordur, hukuk sistemi çoğu durumda elinizi kolunuzu bağlamaktadır... Kusurlu önlem almayan mühendis ve dikkatsiz işçiye yıkılmaktadır, kısacası sermaye yerine emek kusuru üstlenmekte ve cezalandırılmaktadır...
Kurbanlık koyunlar hazır: İş Güvenliği Uzmanları
Şu soruyla başlayalım, parasını kendi patronundan alan ve onu denetlemekle yükümlü olan bir meslek dalı olabilir mi? Parasını aldığı herhangi bir şirketi bir iş güvenliği uzmanı objektif bir şekilde denetleyebilir mi veya üzerinde herhangi bir baskı hissetmez mi? Bu soruların yanıtlarını biliyorsunuz zaten ve işin en can alıcı noktası da buradan başlıyor. Bağımsız ve kamusal bir denetimden söz edemiyoruz.
Devam edelim, kimler iş güvenliği uzmanı olabilir? Yanıtı pek çoğunuz biliyorsunuzdur, mühendisler, mimarlar ve teknik elemanlar. Teknik elemanlar deyince bir duralım, fizikçi, kimyager, biyolog ve teknik öğretmenler ile, meslek yüksek okullarının iş sağlığı ve güvenliği bölümlerini bitirenler de iş güvenliği uzmanı olabiliyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yetkilendirilen bir eğitim kurumuna (bildiğiniz dershane aslında) kayıt yaptırıyorsunuz, 180 saat eğitim alıyor ve 40 saat de uygulama (staj) sonrasında Bakanlık'ın açtığı sınava girmeye hak kazanıyorsunuz. Peki bu 180 saat nasıl? Bunun yarısı, 90 saati, bizzat yüz yüze verilmek zorunda. Geri kalan ise internet üzerinden verilebiliyor, ama bunun yüzde onu eş zamanlı olmak zorunda, bir başka ifadeyle 9 saat internetten canlı olarak eğitime bağlanıyorsunuz. Sonrasında ise gerçekten de ezber yeteneğinizi ölçeceğiniz bir sınava giriyorsunuz ve girdiğiniz sınavda her yıl en az 5-6 soru o veya bu nedenle iptal ediliyor. Bilmeyenler sanırım yavaştan ısınmaya başlamıştır konuya, ortada ciddi bir pasta var, burada eğitim kurumları büyük ölçüde bu pastadan pay alıyor, öte yandan sınav ücretiydi vs. derken her teknik eleman zorunlu olarak bu çarkın içine giriyor.
Peki 220 saat yeterli mi? Örneğin bu 220 saat içinde inşaatla ilgili göreceğiniz eğitim 6 saat. İnşaatı ilgilendiren diğer başlıkları da ekleyelim, en fazla 12 saat, hadi 20 saat olsun. Bu tabloda bir biyolog, 20 saatlik bir eğitimle, bir şantiyede iş güvenliği uzmanı yapabilir hale geliyor! (Tabii ki uygulamada böyle bir şey mümkün değil, ama teorik olarak mümkün!).
İş güvenliği uzmanlarının yükümlülükleri
İşin hukuki boyutuna girmeyeceğim ama şunu söylemeden edemeyeceğim. İş Güvenliği Uzmanlarının Görev, Yetki, Sorumluluk Ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik madde 11' e rica ediyorum bir bakın:
"MADDE 11 – (1) İş güvenliği uzmanları, bu Yönetmelikte belirtilen görevlerini yaparken, işin normal akışını mümkün olduğu kadar aksatmamak ve verimli bir çalışma ortamının sağlanmasına katkıda bulunmak, işverenin ve işyerinin meslek sırları, ekonomik ve ticari durumları ile ilgili bilgileri gizli tutmakla yükümlüdürler.
Daha uzmanların yükümlülüklerine girmeden, "yasa koyucu" zat-ı muhteremler sermayeyi hemen düşünmüşler. Aman ha ticari sırlar açığa çıkmasın, aman ha iş aksamasın, aman ha keyfimiz kaçmasın! Bizzat işverenden ücret alan ve onu denetlemekle yükümlü kılınan iş güvenliği uzmanlarına hemen uyarı yapılmış oluyor. Diğer başlıkları haftaya diyorum ve şunları soruyorum
-Eğer tehlikeli durum söz konusuysa iş güvenliği uzmanının işi durdurabilmesi ne derece gerçekçidir?
-Bir projenin nasıl bu kadar ucuza ihale edilebildiği bir ticari sır mıdır, iş güvenliği ücretlerinden kesinti yapıldığını gösteren bir iş güvenliği uzmanı "ticari sırları" açığa mı çıkarmış olur?
-Herhangi bir olumsuz durum gördüğünde işvereni (veya vekilini) uyaran iş güvenliği uzmanı, önlem alınması için gerekli parayı cebinden mi verecektir, yoksa sorumlu "paranın musluğunu" tutan mıdır?
-Bu kadar kısa sürede alınan eğitim her türden işyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimini denetlemek için yeterli midir?
Sorular çoğaltılabilir ve bu soruların yanıtı aslında hepimizin malumudur...
İş güvenliği teknik bir başlık mı?
Evet, işçi sağlığı ve iş güvenliği teknik de bir başlık. Ama teknik noktaya gelene kadar o kadar çok şey var ki, zaten bu köşede haftalardır yazıyoruz. Üretim süreçlerinin planlanması, seçilen üretim yöntemleri, malzeme ve ekipmana karar verilmesi, iş programının (işin hızının) planlanması ve benzeri başlıklar sizin işyerinizdeki çalışma koşullarını bizzat etkileyecektir. Düzenli bir üretim yerine, onlarca taşeronun kaos içinde gerçekleştirdiği, 3 yıl yerine 2 yılda yetiştirilmeye çalışılan, ucuz malzeme ve ekipman kullanılan bir ortamda iş güvenliği uzmanı ne yapabilir ki!
Öte yandan işyerlerinde gerçekleşen "kaza"ların büyük bir kısmı, önlem almanın ötesinde bizzat üretimin yapısıyla ilgili. Burada şu soru da sorulmalı, bir mimar, mühendis eğitimi boyunca iş güvenliğini üretimin esas bir öğesi olarak görüyor mu? Kuşkusuz hayır, mühendislik ve mimarlık fakültelerinde iş güvenliği dersi ya seçmelidir ya da son zamanlarda yeni yeni zorunlu ders haline gelmiştir. Ama altını çiziyorum topu topu tek bir derstir ve bu haliyle tüm başlıkların yanısıra "ek bir başlık" gibi sunulmaktadır. Halbuki üretimin ve tasarımın her evresinde işçi sağlığı ve iş güvenliği göz önünde bulundurulmalıdır. Kurşunsuz PVC kapı-pencere sistemleri üretirken de bu düşünülmelidir, asbestsiz yalıtım sistemleri düşünülürken de. Titreşim ve gürültüyü en aza indirecek malzeme ve ekipman tercih ederken de, insan yerine daha fazla otomasyon tercihini yaparken de. Tüm bunlarda esas belirleyici olanlar karar verici noktada yer alanlar bizzat sermayedarların kendisidir. En tehlikeli malzemeler ve yöntemler tercih edilir ama bizden onları tehlikesiz hale getirmemiz istenir! Teknik elemanlara, mühendis ve mimarlara dönük müfredatta kesinlikle ders konularının içine işçi sağlığı ve iş güvenliği serpiştirilmez, içkin hale getirilmez olay yalnızca "önleme" noktasına getirilir. Önleyecek kişi olarak da "iş güvenliği uzmanı"mız seçilir!
10 Maddede İş Güvenliği Uzmanının Yeri
Uzun uzun yazdık, ama artık toparlayalım, tekrar da olsa madde madde yazalım ve iş güvenliği uzmanlarına ilişkin soru işaretlerini ortadan kaldırmaya çalışalım:
1. Yukarıda belirtmiştik, bir “iş kazası” olduğunda, üç farklı süreç işler. Bunlardan ilki işin cezai boyutu (ceza hukuku, TCK); hukuk boyutu (tazminat davaları) ve idari hukuk (6331 sayılı kanun ve ilgili yönetmelikler). Çoğu zaman tartışmalarda bu üç alan birbirine karıştırılmaktadır. İlki sorumlu kişilerin cezalandırılmasını, ikincisi mağdurların tazminat haklarını, üçüncüsü ise devlet tarafından yapılması gereken kamusal denetim mekanizmasını konu alır.
2. Her durumda işveren “gerekli olan her şeyin yapılması” hususunda sorumludur.
3. Gerekli önlemlerin belirlenmesi amacıyla nasıl yapılacağı belirsiz, her derde deva görülen “risk değerlendirmesi” kavramı yasanın ruhuna işlemiştir.
4. Risk değerlendirmesini de ancak işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda uzman biri yapar, bu da iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimidir.
5. İşverenin iş sağlığı ve güvenliği yükümlülüğü, iş güvenliği uzmanına geçmez. İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
6. Burası çok önemli benim de (hukukçu olmasam da) katıldığım ve sevgili arkadaşım değerli hukukçu Mahmut Kabakçı’nın altını çizdiği husus:
İş güvenliği uzmanının sorumluluğu, “...iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin yürütülmesindeki ihmallerinden dolayı, hizmet sundukları işverene karşı...” sınırlıdır
7. Burası da yine çok ama çok önemli
7.1. İş güvenliği uzmanı, işyeri organizasyonunda yukarıdan aşağı hiyerarşik yapının dışındadır.
7.2. İş sağlığı ve güvenliğinin kamusal boyutu, iş güvenliği uzmanının işverenin otoritesine girmesine engel oluşturur.
7.3. Bu nedenledir ki iş güvenliği uzmanı, “...bildirilen hususlardan hayati tehlike arz edenlerin işveren tarafından yerine getirilmemesi hâlinde, bu hususu Bakanlığın yetkili birimine bildirir” (m.8/2). Yine, 7.4. “Çalışanın ölümü veya maluliyetiyle sonuçlanacak şekilde vücut bütünlüğünün bozulmasına neden olan iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde ihmali tespit edilen işyeri hekimi veya iş güvenliği uzmanının yetki belgesi askıya alınır” (m.8/4).
7.4. İş güvenliği uzmanı, işyerinde adeta dışarıdan bir kamu görevlisi gibi hareket eder.
8. İş Güvenliği uzmanı işveren vekili değildir! İşveren vekili, herhangi bir organizasyonda işvereni temsil yetkisine sahiptir ve onun sorumluluklarını taşır. Ancak iş güvenliği uzmanları işveren vekili değildir, o şekilde görülemez. Organizasyonun bir parçası olarak da görülemez, eğer o şekilde görülürse bağımsız denetim zaten gerçekleştiremez. İş güvenliği uzmanı, işveren vekili olmadığından, çalışanların iş güvenliği önlemlerine uyup uymadığını denetlemekle değil, çalışma ortamının gözetim ve denetimi ile yükümlüdür.
9. İş Güvenliği uzmanı, uzman olduğu diploma aldığı alan dışında her yeri denetleyebilir. Ancak bundan dolayı sorumlu tutulması kabul edilemez. Sözgelimi bir gıda mühendisi pekala bir inşaat şantiyesini denetleyebilir, yasal olarak bunda bir engel yoktur. Ancak bir inşaat şantiyesinde teknik olarak alınması gereken önlemlere dair 220 saatlik eğitimin (bu eğitimin nasıl olduğu zaten ayrı bir tartışma konusudur) yeterli olduğu düşünülemez.
10. İş Güvenliği uzmanının esas işleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından yapılması gereken hususlara dair, bilgi ve belge sistemini kurmak, ilgili kişi veya kişilere gerekli belgeleri doldurtmak, imzalatmak, bilgi ve belge akışını kurmak, işlemesinde yardımcı olmak vb. işlerdir. Bizzat önlem almak kesinlikle değil!
--------
NOT: Yazıda hukuki değerlendirmeler yapıldığından dolayı sermaye sahibi, sermayedar, patron ifadeleri yerine bazı yerlerde işveren tabiri kullanılmıştır.