Zübeyde Duran yazdı: Savaş, yalnız onu çıkaranlar için tercihtir!

Zübeyde Duran yazdı: Savaş, yalnız onu çıkaranlar için tercihtir!

“1902 Doğumlular” kitabı tanıtımını yazarken en zorlandığım kitap diyebilirim. Nitekim ana teması barış olmakla beraber en az onun kadar önemli o kadar çok olgu ve olay barındırıyor ki… Kitabı ne kadar yazsanız da eksik kalıyor anlattıklarınız. Okur da bunu dikkate alarak okumalı kitabı diye baştan uyarımı yapmak istedim. Aşağıdaki yazıdan çok daha fazlası “1902 Doğumlular”.

Ah yaşadığımız zaman dilimi ne acılara batırıp çıkarıyor bizi! Neredeyse her başlayan güne bir insan yüreği ülkemizde ve dünyada yaşananları nasıl oluyor da kaldırıyor diye düşünerek uyanıyoruz. “Bu dönemde yaşamak bizim payımıza neden düştü sanki?” diye söylenirken buluyorum zaman zaman kendimi. Hemen arkasından, “Hangi dönemde yaşamalıydım peki?” diye düşünüyorum. İnsanlık tarihine bakınca, bir insan ömrüne yetecek kadar süreklilikte huzur hiç olmamış ki. Fakat insanlık her kötü dönemden sonra umudu yeşertmenin yolunu bulmuş işte. Tarih biraz da bu huzursuzlukların karşısında verilen mücadelelerle şekillenmiş. Zihnimde tüm bu düşüncelerle boğuşurken karşılaştım, Ernest Glaser’in “1902 Doğumlular” romanıyla.

                                                                                   ***

Evet Glaser 1902’de doğmuş, tarihin gördüğü en kanlı ve etkili iki dünya savaşının ikisini de yaşamış bir kuşağın üyesi…  Savaşa birincisinde çocuk olarak tanık olmuş, ikincisinde ise Hitler’in gazabından kendini koruyamamış. Yazdığı tüm kitaplar ya yasaklanmış ya da imha edilmiş.

Daha önce çeşitli yayınevlerince de basılan fakat son olarak ekim ayında Yordam Kitap’tan çıkan “1902 Doğumlular” ise SSCB, ABD, İngiltere, Fransa, Çin, İsveç, Norveç gibi ülkelerde, üniversite öğrencilerine inceleme konusu olarak verilmiş. Dönemin Almanyası’nda savaş psikolojisini, sınıfların yapısını, Musevilerin toplum içindeki yerini, Marksistlerin (o dönem sosyal demokrasi olarak adlandırıyorlar kendilerini) savaş karşısındaki ölümcül hatalarını, dönemin işçi sınıfı hareketini, eğitim sistemini, çocuk pedagojisini irdelemek açısından oldukça zengin veriler sunuyor. Her birinin üstünde durup düşünmenizi sağlıyor.

Glaser kitabında emperyalizmin savaşla kurduğu vazgeçilmez ilişkiyi anlatırken; her durum ve koşulda barış temasını işliyor. Yani aslında savaşı anlatan bir barış kitabı “1902 Doğumlular”. Kitap, cepheden hiçbir sahne anlatmadan sadece halkın yaşamındaki değişimleri betimlerken sizi çoktan barışsever yapıyor.  Bugün yaşadığımız dünyada savaş karşıtı olmak için “1902 Doğumlular”ı okumak gerekmiyor kuşkusuz fakat Lenin’in “Dönek Kautsky” kitabını daha iyi anlamak; Hitler Almanyası’nın nasıl başarıyla kurulduğunu, halkın buna nasıl ikna olmuş olabileceğine şaşırmamak için önemli bir kitap.

Şiddetli Yahudi düşmanlığı tarihsel olarak mevcut Almanya’da ve öyle yapısal, o kadar halkın içine işlemiş bir milliyetçilik -adlı adınca ırkçılık- öyle bir doğallıkla yaşanıyor ki tüyleriniz ürperiyor okurken. Bu milliyetçilik; savaşın başlamasını adeta kutsuyor, dünyayı kurtaracak olan üstün Almanları Tanrı göreve çağırıyor. Bu öyle güçlü bir duygu ki; günlerce her yerde halkın tüm kesimlerinin katıldığı şenlikler yapılıyor. Çok daha ilginç olanı ise burjuvazi de işçi sınıfı da savaş öncesi karşılıklı keskin ve güçlü bir sınıf mücadelesi içinde olmalarına rağmen başlayan savaşı coşkuyla karşılıyorlar. İşçi önderi Kremmelbein ile onu birkaç hafta önce hayatının en büyük düşmanını yakalamış edasıyla tutuklayan savcı kadeh tokuşturup birlikte marş söylüyorlar. İşçilerin en geniş olarak örgütlendikleri, II. Enternasyonal üyesi, Marksist Alman Sosyal Demokrat Partisi, “Bu savaş bizim savaşımız değil, dünyanın bütün işçileri emperyalist savaşa karşı birleşin!” demek yerine, “Her şey Almanya için!” diyor. Savaş günlerinde sınıf mücadelesi olmaz diye açık açık propagandalar yapıp, “şimdi aynı amaç için birlik olmalıyız” diye bildiriler dağıtıyorlar.  Ve kendi burjuvalarıyla girdikleri bu iş birliğiyle  –geçici olduğunu söyleseler de- hem Almanya hem de dünya açısından tarihin akışını değiştirecek kadar önemli, yanlış bir siyasetin altına imza atmış oluyorlar. Bana kalırsa kitaptaki en önemli vurgulardan biri, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin bu ölümcül hatasına yaptığı vurgu.

***

I. Dünya Savaşı arifesi Almanyası’nda başlayan kitap savaş yıllarıyla devam ediyor. Bu yıllar okuyucuya ergenliğinin başında bir çocuk anlatıcının ağzından ve onun tanık olduğu kadarıyla anlatılıyor. Savaşın yıkıcılığını onu çıkaran ve sürdüren yetişkinlerin gözünden aktarmaktansa; tarafsızlığı ya da masumiyeti bir çocuğun gözünden kurmanın avantajından yararlanmak istemiş olmalı Glaser. Yetişkinler derken çok genellemiş oluyoruz tabii, egemen sınıfın yetişkinleri demek daha yerinde olacak:

Biz savaşı büyük bir kardeşlik olarak bilmiştik. Şimdi birden bire kazanç aracı olduğunu bildiriyorlardı. Savaş demek Almanya zengin olmalı, şu kömür ocakları, şu ya da bu deniz yolları Almanya’nın olmalı demekti.” (sf. 202)

Başlangıçta Almanya’nın savaşa girmesi halka Tanrı’nın bir buyruğu olarak empoze edilirken sonuna gelindiğinde papazlar dahi vaaz veremeyecek duruma geliyor ve anlatıcı çocuk:

Briey’deki maden ocaklarıyla, Belçika’nın Almanya’ya katılmasıyla, Polonya’da egemenlik kurulmasıyla Tanrı’nın ne ilişkisi vardı? Okullarda bize savaşın amaçlarının bunlar olduğu öğretiliyordu.”  (sf. 203) diyerek durumu özetlemiş oluyor.

Her alınan yeri daha önce bir oyun gibi coşkuyla haritalarda işaretleyen küçük kahramanımız, ölü sayıları çığ gibi büyüdükçe, savaş uzadıkça açlık en gerçek sorun haline geldiğinde bize şunları söylüyor, “Ardı arkası kesilmeyen ölümü kanıksamıştık. Ölüm günlük konuşma konusuydu. Artık ele geçirdiğimiz bir domuz budu, bizi Bükreş’in alınmasından daha çok etkiliyordu. Bir ölçek patates, bize Mezopotamya’da bir İngiliz ordusunun tutsak edilmesinden daha önemli görünüyordu.” (sf. 239)

1902 Doğumlular alegorik özellikler de barındırıyor. Yetişkin karakterlerin neredeyse tamamı dönemin Almanyası’ndaki çeşitli sınıf ve kesimlerin birer temsilcisi. Kitabın ana karakterleri çocuklar demiştik. Dönemin siyasi ortamı, yetişkinlerin duruşu onların gözünden veriliyor. Bu çocukların her biri yukarıda sözünü ettiğim alegorik unsur olarak seçilmiş karakterlerin çocukları. Aristokrasinin temsilcisi Kızıl Binbaşı’nın oğlu Ferd v.k., Yahudi Silberstein’ın oğlu Leo, işçi önderi Kremmelbein’in oğlu August…

Kitabın arka planında ise ergenlik çağına henüz girmiş bir çocuğun doğal olarak en çok merak ettiği şeylerden biri olan cinselliği onun deyimiyle “sır”rı keşfetme çabası işleniyor. “Kadın ve erkek yetişkinler, yatak odalarında çok gizli olarak ve bir çocuğun görmesinin, öğrenmesinin yasak olduğu ne yapıyor olabilirler ki?”. Kendi cinselliğini anlama serüvenine giren küçük kahramanımızın  “sır”rı öğrenmenin de “sır”rın kendisinin de büyük bir suç olduğunu zannettiği bölümde; yanlış pedagojik yaklaşımın büyüyünce bile etkisini sürdüreceği muhtemel birçok cinsel soruna yol açabileceğini çarpıcı bir şekilde betimliyor Glaser.  

                                                                             ***

“1902 Doğumlular” başta da belirttiğim gibi yukarıdaki tanıtım yazısından çok daha fazlasını içeren, dünyayı yaşanılası bir yer yapma mücadelesi veren herkesin okumasını salık vereceğim, üstelik edebi açıdan bakıldığında; diyalogların başarılılığı, kurgunun sağlamlığı, dilin kullanılışı açısından da oldukça başarılı bir kitap.  

DAHA FAZLA