Zafer Köse yazdı: Şiir karşılaması

Zafer Köse yazdı: Şiir karşılaması

Doğanın sesi. Nihat Behram’dan kuşların, ormanların, derelerin seslerini okurken, insanların da seslerini duyuyoruz. Daha kolay, daha güzel yaşamak isteyen insanların sesini. Hayat mücadelesi içindeki güzellikleri. Birbirinin payına göz dikerek değil, bölüşerek yaşamanın güzelliğini. Dayanışmayı, içtenliği, çocukluğu. İlle de sevdayı. Sincaplarla yoldaş oluyoruz Behram okurken, dallarla kardeş.

Doğanın bazı halleri ne güzel. Yağmuru, güneşi, güneşin batışı. Ama ille de güneşin doğuşu.

Ozanın yürüyüşü ne güzel. İnsanın, doğanın, hayatın içinde yürümesi. Gerçekliğe doğru yürürken sözünü söylemesi.

Nihat Behram yürüyor. Çiçeklerle, derelerle, bulutlarla birlikte söz söylüyor. Coşkun nehirlerle, dağlarla, halklarla. Yolu bazen barikatlara düşüyor, hapislere, sürgünlere. Meydanlarda, dergilerde, yüreklerde elli yıldır adımlıyor hayatı.

Bu yolun ileri aşamasında “Şiirözü”ne ulaşıyor. Delikanlı gülüşlere, bin yaşın bilgeliğine, dost kucaklaşmalarına. Ve bir çocuk saflığına…

Toprağına tutunmayanın yaşamadığı bilinciyle, doğayı adımlıyor. Çocukluğun merakıyla, gençliğin umuduyla, direnişin kararlılığıyla. Çiçeklerin taşta bile can bulduğunu görüyor, yeter ki kökü olsun.

Neye baksa onun şarkısını içinde duyuyor. Doğayı dinliyor. Baktığı her şeyin şarkısını… Hele baharı. O sonsuz, o ölümsüz umut zamanını dinliyor.

Gözlerini gerçeklere kapamıyor elbette. Hayali bir dünyada yürümüyor. Görüyor. Serilip giden bahçeleri çitlerle bölmüş insanlar. Parsel parsel sahiplenmişler doğayı. ‘Yalan’ın iktidarını kurmuşlar. Çocuklar büyüdükçe kendine zararlı görüşleri benimser olmuş. Bezirganlar şiddeti yol eylemiş. Hayatı bölüşmek isteyenlerin çiçekleri, sevdaları, düşünceleri ezilmiş.

Korkaklığın, cahilliğin, çıkarcılığın üst üste yığıldığını görüyor. Moloz tepeler gibi yükselen yozluklarla karşılaştıkça görmezlikten gelmiyor. Ama haksızlıkların ve çirkinliklerin farkında olduğu için, tam da bu nedenle, güzellikleri de görüyor. Molozların üzerinde açan çiçeğin direncini öyle tanıyor Nihat Behram. Kuş seslerini, her sabah yeniden başlayan günü, patlayan tomurcukları, her bahar canlanan umudu öyle biliyor.

Elli yıldır, böyle dolaşarak derliyor sözlerini. Doğduğundan beri, yetmiş yıldır, var olduğundan beri, bin yıldır böyle dolaşıyor. Gördüklerini, duyduklarını aktarmak, anladıklarını, dokunduklarını dizelere dökmek için yazıyor.

Biz de okudukça Behram’ın anlattıklarını yaşıyoruz. Yaşadıklarımızı okuyoruz. Kuşlar için, kelebekler için, kirpiler, sincaplar için o bahçe sınırlarının geçerli olmadığını kavrıyoruz. Dünyayı parselleyen insanlara karşı, sınırları yıkıp geçen insanlara katılıyoruz.

Her sabah doğan günü seviyoruz. Tan yerinden yükselen kızıllığı, kuşların cıvıltısını. Tekrar tekrar gelen baharı. Her yıl yeninden canlanan umudu.

Gerçekte karşılığı olmayan nesnelere yönelik bir sevgi değil bu. İçimizi rahatlatmak için kendimize umut uydurmuyoruz. Biliyoruz, kuşlar o sesleri biz huzur bulalım diye çıkarmıyorlar. Karınlarını doyurmak için uğraşıyorlar. Nesillerini devam ettirmek için, yuvalarını kurmak için cıvıldaşıyorlar. Ötüşerek bazen de birbirlerine tehlikeleri haber veriyorlar. Asıl sevdiğimiz, onların bu hayat mücadelesi. Behram’ın sözü o sese katılıyor.

Dünyanın en güzel sesi bu. Hayat mücadelesinin sesi. Doğanın sesi. Nihat Behram’dan kuşların, ormanların, derelerin seslerini okurken, insanların da seslerini duyuyoruz. Daha kolay, daha güzel yaşamak isteyen insanların sesini. Hayat mücadelesi içindeki güzellikleri. Birbirinin payına göz dikerek değil, bölüşerek yaşamanın güzelliğini. Dayanışmayı, içtenliği, çocukluğu. İlle de sevdayı. Sincaplarla yoldaş oluyoruz, Behram okurken, dallarla kardeş.

Hele bir de resimler var ki kitapta, nasıl renkler! Bayram Gümüş’ün resimleri. Ağaçlar, sular, tepeler. Renkler, renkler… Bayram Gümüş, altmış birinci sayfaya çayırda yatan bir adam koymuş. Diğer sayfalarda yılanlar, eşekler, kuşlar.  Uçuyor adam. Hem yatıyor, kardeşler arasında, hem uçuyor, kollarını açmış.

Bayram Gümüş’ün resimleri, Behram’ın sözlerine kitabın ilk bölümünde eşlik ediyor. Yeşilli, mavili, kırmızılı. Aslında şiirin özü bu bölümde yaratılıyor. Belki de sanat kısmı burada. İkinci bölümde şiirin kendisi var. Dizeler. Coşkun, duru, derin sular, dizeler, ince nakışlar, kendi hızıyla ve salınarak ilerleyen sözler, dizler, güzel düşüncelere eşlik eden duygular, kesilmeyen bir ritim, dizeler. İlk bölümdeki sanatın özüne bir de zanaat ekleniyor burada. Ustalık. Ve üçüncü bölüm: “Bilgi Notlu Görseller”. Bu bölümde verilen bilgileri başka yerde de bulabiliriz. Fakat hiçbir yerde bu anlama gelmez. Bir araya gelip şiirin özünü oluşturan o kuzular, arılar, o kartallar, nergisler hakkında bilgiler veriliyor. Hayatın bilgileri.

Ama kitap çok çabuk bitiyor. Neyse ki, “Şiirözü”nün tadı yarım kalmıyor. İkinci cildi de elimizin altında. Yeni doğan kuzusuyla, dünya halklarının “Ho Amca”sıyla, maral ve yavrusuyla; “Maviyengeç Ağıdı”. Hüzünlü bir cilt bu, çok acıklı, ama ne güzel. Sonra üçüncü cilt: “Gözyaşının Çağrısı”. O da yayımlandı. Ve neyse ki, kalan yedi cildin de eli kulağında. Yayıma hazırlanıyor. Ne güzel, ne güzel. Sağ ol Nihat Behram…

Bahar Karşılaması (Şiirözü 1); Nihat Behram, Resimler: Bayram Gümüş, Everest Yayınları, Ekim 2016, 125 sayfa

Maviyengeç Ağıdı (Şiirözü 2); Nihat Behram, Resimler: Bayram Gümüş, Everest Yayınları, Ekim 2016, 130 sayfa

Gözyaşının Çağrısı (Şiirözü 3); Nihat Behram, Resimler: Bayram Gümüş, Everest  Yayınları, Ekim 2016, 130 sayfa

DAHA FAZLA