Yoz kentlinin romanı

Yoz kentlinin romanı

"Bi 'zaten'de neler gizlidir bilir misiniz? Bütün sorulmamış hesaplar. Ses çıkarılmamış hatalar. Hoş görülmüş, görmezden gelinmiş, katlanılmış her türlü yanlış. Sonradan ortaya çıkan mahsurlar... Kapı aralığında komşu teyzelerden öğrenilen ve kişiyi kıskançlığa boğan bi dedikodu. Zaten demek, doldum ben demek. Zaten demek, geçen gün yediğin haltı daha unutmadım demek. Zaten demek, alakasız mevzuları bi araya getirip başından aşağı şimdi boşaltıyorum demek. Görülecek hesabımız var, hiçbirini unutmadım, bana yutturamazsın... Sen zaten...”

Başar Başarır, bir öykü yazarı. Sibop’tan önce Sait Faik Hikaye Armağanı ve Yunus Nadi Ödülü’ne layık görülmüş. Sibop ise ilk romanı. Romanda epey çeşitlenmiş olan bir içerik kısmı bulunuyor. Başarır’ın, romanı bölümler halinde kaleme aldığını görüyoruz. Birbirinden bağımsız değil tabi ki bu bölümler. Öyküye biçim olarak sırt çevirmediğini söylemek yerinde olacaktır bu sebeple.

Orhan, romanda hayatın içinde kendini kaybetmiş ve kaybolmuşluğa alışmış bir karakter. Hayattan beklediği her şeye veda etmek zorunda bırakılmış. Karakterin yaşadıklarına şaşırmıyoruz; aksine bir hayli tanıdık geliyor. Tüm yenilgileri kabullenmiş ve yaşamına böyle devam etmiş. Anlaşılabilir ancak asla kabul edilemez bir siniklik ondaki. Salt eğlenme amacı gütmüyor kendisiyle dalga geçerken. Her şeyin farkında olmasına rağmen davranmıyor. Kitabın adına tam da bu noktada odaklanmak gerekiyor sanırım. Kendi hayatıyla ilgili birçok şey gelişip değişirken o, sadece izliyor. Böyle olunca aynı hava kaçıran bir sibobu andırıyor Orhan. Üstelik farkındadır yapamadıklarının, erişemediklerinin, değiştiremediklerinin.

Orhan’ın hikâyesi, Orhan ile başlamıyor aslında, Aslı giriyor hayatına. Bu buluşmayla başlıyoruz biz Orhan’ı tanımaya. Kendini “acemi kolpacı” olarak tanımlayan Orhan, bir tutunamayan olarak sonunda ismini “sibop”a çıkarıyor. Kendini o kadar iyi tanıyor ve belki de sadece en çok buna güveniyor ki iç sesi hiçbir şekilde onu yalnız bırakmıyor. Hatta en büyük destekçisi kendisi bile diyebiliriz. İç sesinden kurtulamayan Orhan, annesinden de kurtulamıyor. “Orhann.” diye başlar annesi hep. Orhan annesine de argoları birer birer sıralar. Herkese karşı aynı Orhan’dır çünkü o.

“Orhanlar sıçsın ağzıma, yıkanmadım anne, ne var, kıyamet mi kopacak? El alem soyunuza, sülalenize lanet mi okuyacak? Öbür tarafta seni benimle mi yargılayacaklar? Nasıl bir çocuk yetiştirdin ki sen? Bu mu bütün yaygaranın sebebi? Bi dur yahu!”

İşin garibi Orhan’ın annesi ölmüştür. Ölmüş olmasına rağmen onunla konuşur Orhan. Zamanında ona söyleyemediklerini şimdi söylemektedir.

“Orhannn! Yine yüzünü yıkamadan sokağa çıktın Orhann! Annemin sesi. Rahmetli hâlâ işbaşında. Vazgeçmez. Ölse de vazgeçmez. Ki öldü. Uzun süredir de ölü. Benim bildiğim ölüler genelde sessiz olur, babam gibi mesela, ama demek bazıları mütemediyen konuşuyo böyle, insanın kulağına yerleşiyor.”

Yazar yukarıda verdiğim pasajlardan da anlaşılacağı üzere romanını çoğu bölümde konuşma üslubu çevresinde şekillendirmiş. Önce bunun bir tercih olup olamayacağını düşündürüyor okuyucuya ancak bu üslup birçok yerde kendini gösterince bunun yazarın tercihi olduğu görülüyor. Örneğin; “istemiyordum” yerine “istemiyodum” şeklinde kaydedilmiş sözcükler. Sözcükler demişken Orhan’ın sözcüklere ve telaffuzlarına fazlaca takıldığına değinmemiz gerekiyor. Yıllarca  “Sözcük anlamı” olarak bellediğimiz tamlamanın aslında ne kadar titizlikle kurulması gerektiğini kavratıyor bize. “Zaten” kelimesi üzerine epeyce düşünen Orhan şunları söylüyor:

"Bi 'zaten'de neler gizlidir bilir misiniz? Bütün sorulmamış hesaplar. Ses çıkarılmamış hatalar. Hoş görülmüş, görmezden gelinmiş, katlanılmış her türlü yanlış. Sonradan ortaya çıkan mahsurlar... Kapı aralığında komşu teyzelerden öğrenilen ve kişiyi kıskançlığa boğan bi dedikodu. Zaten demek, doldum ben demek. Zaten demek, geçen gün yediğin haltı daha unutmadım demek. Zaten demek, alakasız mevzuları bi araya getirip başından aşağı şimdi boşaltıyorum demek. Görülecek hesabımız var, hiçbirini unutmadım, bana yutturamazsın... Sen zaten...”

Argo sözcükler ve kalıplar da Orhan’ın bir parçası. Konuşma üslubunun kullanılması ve argolar daha çok buna dikkat çekmek için sanki. Yani ne yaptığımızı, nasıl konuştuğumuzu bilelim diye çünkü Orhan içimizden biri. “Feys” ve “oflayn” sözcüklerini gördüğünüzde ise aklınıza gelen ilk şeyin “teknoloji” olması gerekir. Nitekim, teknolojinin anlamlandıramadığımız yanlarını Başarır okuyucuya üslubuyla aktarmaya çalışmış. Aslı ile “feyste” tanışıp Aslı’nın ona “gülücük yapması” örneği teknolojinin yarattığı bilinmezliği ve samimiyetsizliği açık etmekte çünkü.

Avukat Orhan, Cihangir’de yaşamakla birlikte bizden birini canlandırırken bir adalet çerçevesi dahilinde hak ve hukuk yergilerinde bulunuyor çoğu zaman. Bunu yine “absürd” sayılabilecek üslubuyla gerçekleştiriyor. Bu üslup Başarır’ın gördüğünü söylemesine engel değil elbette.  Bunun yanı sıra İstanbul’un kocaman bir konut çöplüğü haline gelmesine de söyleyecekleri var Orhan’ın. Orhan’ın hep söyleyecekleri var ya da olsun istedikleri fakat olmamasına-olamamasına alışmış Orhan. Alışılmışlığa alışmak belki de bir hayatı kemiren en önemli etkenlerden biri ve belki de bu yanımızla biz de benziyoruz Orhan’a.


KÜNYE: Sibop, Başar Başarır, Can Yayınları, 2017, 328 sayfa.

DAHA FAZLA