'Yeni tip bir faşizm kurumsallaşıyor, direniş hattı kurulmalı'
TKP Genel Başkanı Erkan Baş ile Türkiye'nin politik durumu, solun görevleri ve TKP'nin gündemi üzerine konuştuk.
Özge İnce
Türkiye'nin içinden geçtiği politik sürece ve sosyalist hareketin görevlerine değinen TKP Genel Başkanı Erkan Baş, Saray Rejimi'nin Türkiye'ye özgü nitelikler taşıyan bir faşist idari anlayışı kurumsallaştırmak için gaza bastığını ifade ediyor. Bu süreçte Türkiye solunda iki eğilimin belirdiğini belirten Baş, 'Biz ikincisini tercih edeceğiz' diyor. Türkiye soluna hakim olan ataleti ve statükoyu kırmak için devrimci bir sınıf partisinin önemine de vurgu yapan Erkan Baş'la; Türkiye'nin durumu, solun görevleri, TKP konferansı sonrası partinin gündemi ve yenilenen parti programı hakkında yaptığımız röportajı okurlarımıza sunuyoruz.
Öncelikle teşekkürler, gündeme dair bir soruyla başlamak istiyorum. Geçtiğimiz hafta TTB'nin, Afrin Operasyonu'na karşı açıklaması nedeniyle yöneticilerinin gözaltına alındığına şahit olduk. Bunun dışında, yine son dönemde partinizin üyelerinin de aralarında bulunduğu, sosyal medya paylaşımı gerekçe gösterilerek yapılan gözaltılar, tutuklamalar var. Buradan başlayalım, bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belki çok klasik olacak ama önce oradan başlayalım, başka türlü yönetemediklerinin, yönetemeyeceklerinin bir göstergesi olarak değerlendiriyoruz.
Vurgulanması gereken bir diğer nokta, operasyonların son derece planlı olduğudur. Kuşkusuz toplumsal muhalefetin her kolu, her dinamiği çok değerlidir ancak TTB’ye dönük saldırının (sosyal medya kullanıcılarının hedeflenmesine benzer olarak) özel bir anlamı olduğunu söyleyebiliriz. TTB'nin en doğal, en insani, belki sadece meslek etiği ekseninde bir karşı söz söylemesi bile hedef alınması için yetti. Bu kuşkusuz toplumun tümüne verilen bir mesajdı, “bu kadarına bile izin vermeyeceğiz” demek istediler. Kendi adımıza ise şunu söyleyebiliriz, bu süreçte gözaltına alınan yoldaşlarımızın hepsinin çalıştıkları veya yaşadıkları alanlarda toplumsal muhalefete önderlik etme özellikleri gelişkin arkadaşlarımız arasından seçildiğini görüyoruz.
Özetle, partimiz Saray Rejimi eliyle giderek “faşizm” olarak tanımlanabilecek bir yönetim biçiminin kurumsallaştırılmaya çalıştığını saptamaktadır.
OHAL’in kendisi, her geçen gün artan baskılar, esas amacı içerideki muhalefeti susturmak olan bir savaş, devlet gücünün yanı sıra mobilize olmuş bir gerici-faşist kitle gücü, dinciliğin yanında milliyetçiliğin giderek ağırlık kazanması ve örneğin kişi kültü oluşturulması gibi kimi özel noktaları hep birlikte düşündüğümüzde, yaşadığımız süreci çok açık olarak tanımlayabiliyoruz, bu süreç yeni tip faşizmin kurumsallaşması anlamı taşıyor.
”Yeni tip faşizm” kavramını kullandınız, bu daha önce kullanmadığınız bir kavram, biraz açabilir misiniz?
Yeni tip faşizmin kurumsallaşması dedim.
“Faşizm” terimini özellikle kullanmak gerekiyor, çünkü başkaları da yaşadıklarımızı faşizmden farklı göstermek için diğer kavramları bilinçli olarak kullanıyorlar, oysa pek çok açıdan klasik faşizmin özelliklerini içeren bir süreci yaşıyoruz. Yeni tip vurgusu ise yaşadıklarımızın 30’lara ait faşizm çözümleme ve tanımlamalarından farklı yanlarını vurgulamak için yapılması gerektiğini düşündüğümüz bir ektir. Ve “kurumsallaşma” derken de henüz tamamlanmış, son haline gelmiş bir sistem olmadığına işaret etmek istiyoruz. Bu farkı ifade edecek, yani Türkiye'de oturtulmaya çalışılan bu faşizm biçimini, farklarıyla benzerlikleriyle daha açık şekilde tanımlamak, adlandırmak da ihtiyaç elbette.
Üzerine çokça düşünmek, tartışmak, derinleşmek gerekiyor ama geldiğimiz aşamada neyle karşı karşıya olduğumuzu bile açıkça ortaya koymadan sonuç alıcı bir mücadelenin örgütlenmesi mümkün değil. İçinden geçtiğimiz sürecin ciddiyetini kavramak ve buna uygun bir mücadele hattı geliştirmek zorundayız.
'TÜRKİYE'DEKİ SİYASAL YELPAZE YENİDEN ŞEKİLLENİYOR'
Buradan devam edelim, kurumsallaşma tamamlanabilecek mi? Veya sizce bu dönemden nasıl çıkılabilir?
Geçtiğimiz hafta sonu tamamladığımız TKP Konferansı’nda bir yoldaşımızın ağzından çıkan ve çok hoşuma giden basit bir cümleyle başlayayım. “Bitmeyen faşizm yok”.
Dolayısıyla yaşadığımız bu karanlık günler de mutlaka sona erecek, bu kesin. Bize düşen bu süreyi mümkün olduğunca kısaltmak ve emekçi halklarımızın mümkün olduğunca az zararla bu evreyi atlatmasını sağlamak.
Özellikle vurgulanması gereken bir nokta, yaşadığımız sürecin Türkiye’deki siyasal yelpazenin yeniden şekillenmesine de vesile olduğudur. Örneğin Saray Rejimi’nin savaşla birlikte ideolojik, politik ve zora dayalı basıncı sonucu geniş bir gövdeye sahip “cumhuriyetçi” kesimlerin içerisindeki ayrışma ve karşıtlık giderek belirginleşiyor. İktidar “yalnızlaşmak” şöyle dursun, yayılma ve yeni ittifaklar oluşturma yolunda önemli denemeler yapıyor. Mesele sadece MHP’nin yedeklenmesinden ibaret değil. Düne kadar kendini “ulusalcı”, “Kemalist” olarak tanımlayan, “AKP muhalifi”ymiş gibi görünen kesimlerle iktidar arasındaki ilişkilenmeden söz ediyorum. İktidarı boyunca uzun bir süre tarikatlarla liberalleri birleştirerek yol alan AKP, şimdi artık çeşitli başka tarikatlarla ulusalcıları birleştiren formüller üzerinde çalışıyor. Etkisiz olduğunu da söyleyemeyiz.
Öte yandan, AKP’nin uzunca bir süredir hedef tahtasına yerleştirdiği Kürt siyasi hareketi ve onun etkisi altındaki örgütlenmeler açısından da Türkiye’yi merkeze alan bir politik mücadeleye ilişkin belirsizlikler artıyor. Bölgesel gelişme ve mevzilerin mutlaklaştırılmasından, Türkiye’deki mücadeleyi sadece özgürlükler alanına daraltacak bir liberal eksene savrulmaya kadar uzanacak bir hat Türkiye devriminin ilerlemesi için yeterli ve gerekli dinamiği harekete geçiremez.
Sonuç olarak şöyle toparlayalım, savaşın, OHAL’in, dinci-faşizan Saray Rejimi’nin emekçiler üzerindeki yıkımını yaşıyoruz ve bunun daha güçlü bir sesle haykırılması gerekiyorken bu alanda ciddi bir sıkışma gözlemliyoruz. İşçilerin, emekçilerin taleplerinin Devrimci bir Cumhuriyet ekseninde tüm diğer ilerici kesimlerle buluşması, ortak bir program etrafında sürdürülecek birleşik bir mücadele Saray Rejimi’ni yıkmak için zorunluluktur.
'SOLDA BİR KESİM KAFA GÖSTERMEDEN SÜRECİ ATLATMAK İSTİYOR'
Peki Türkiye solunu bu noktada nerede görüyorsunuz? Daha doğrusu bu söylediğiniz gerçekten yapılabilir mi?
Yapılmak zorunda, bu birincisi.
İkincisi, bunu yapmayan ve yapamayanların bir süre sonra iyice etkisizleşeceğini, yok olma noktasına geleceklerini de söylemek lazım. Türkiye solunun bir kısmının maalesef içinden geçtiğimiz sürecin omuzlarımıza yüklediği sorumlulukları en hafif deyimle söylersek, idrak edemediğini ifade etmek gerekiyor.
Görebildiğimiz kadarıyla, en geniş anlamıyla Türkiye solunda, kabaca iki eğilim belirginlik kazanmış durumda. Bunlardan bir tanesi bu dönemi “riskli alanlara” girmeden, amiyane tabirle “kafa göstermeden” geçirmeye çalışıyor. Bu yaklaşımın güncel bir anlamı olmadığı zaten açık, tarihsel açıdan da yanlış olacağını vurgulamak gerekir.
Bize göre yapılması gereken tam tersidir. Böylesi dönemlerde tarih devrimcileri göreve çağırır ve yapılması gereken ilk iş, bir kaç adım öne çıkmaktır. Dikkat edilirse görülecektir, iktidar aslında adım adım acı eşiğimizi yükselterek ilerliyor, dün olmaz/yapamaz dediğimiz ne kadar alçaklık varsa kısa bir süre sonra hayata geçiyor ve hep daha derine doğru devam ediyor. Öyleyse bir kere barikatı mümkün olduğunca önde kurmak zorundayız. Olabildiğince, yapabildiğimiz kadar ileride bir direniş hattı inşa etmemiz gerekiyor.
Üç; bu “en ileri direniş mevzisi” mümkün olduğunca, dağılmış-atomize olmuş toplumsal muhalefet güçlerini, devrimci-direnişçi kuvvetleri bir araya getirmelidir. Geride kalan dönem hiç kimsenin bunu kendi başına yapamayacağını son derece acı biçimde deneyimlediğimiz bir dönem oldu. Basit anlamıyla bir yan yana gelişten veya her derde deva “birlik”ten söz etmiyorum. Saray Rejimi ile karşı karşıya gelmekten, bedel ödemekten çekinmeyenlerin bu mücadeleyi birleşik bir zeminde yürütmesi durumunda, bu iktidar karşısında yıllardır bitmek bilmeyen bir direniş sergileyen milyonların yeniden ayağa kalkabileceğini düşünüyoruz. Epey uzun diyebileceğimiz bir zamandır ve kesintisiz olarak süren baskı ve şiddet politikalarına rağmen, bu iktidara teslim olmayan milyonlara karşı bir sorumluluğumuz var.
'SİYASAL, TOPLUMSAL DİRENİŞ HATTI KURULMALI'
Yapılması gereken, mevcut örgütlü güçlerin ve bireylerin Saray Rejimi'ne karşı siyasal- toplumsal direniş hattı oluşturmaya çalışmasıdır. Bu hattın mücadelesi içinde, ülkemiz sosyalist solunun da yeniden yapılanması perspektifini de gözeterek hareket edebilmemize olanak sağlayacak sahici mücadele zeminleri oluşacağına inanıyorum.
Bu iktidarı alaşağı etmekten bir milim gerisine tamah etmeyecek, gücünü esas olarak emeğinden, alınterinden ve haklılığından alan milyonların yeniden “siyaset sahnesi”ne çıkmasını sağlayacak adımlar atmak için geç bile kaldık. Bu söylediğimiz “tren kaçtı” diye değil de yarına bırakılamayacak kadar aciliyet kazandı olarak okunsun isteriz.
Örneğin, sık sık 2019 lafları ediliyor, 2019’un sonucunun 2019 gelmeden ortaya çıkacağı hepimiz açısından açıktır diye düşünüyorum. 2019’a giderken hem sandıkta hem sokakta gerçek alternatiflerin ortaya çıkmadığı bir tabloda sandıktan sürpriz çıkmasını beklemenin hiçbir anlamı yok. 2019 olarak kodlanan süreç tabi ki bizim için de çok ama çok önemli, tam olarak bu nedenle hemen bugünden başlamamız gerektiğini söylüyoruz.
DEVRİMCİ BİR SINIF PARTİSİ
Daha özel olarak TKP ne yapacak? Sözlerinizin arasında Parti Konferansı’ndan da söz ettiniz, biraz açabilir misiniz?
Elbette bu soruya verilecek yanıt, Türkiye’nin ya da biraz evvel kabaca özetlemeye çalıştığımız Türkiye solunun önündeki görevlerden ve sorumluluklardan bağımsız değil. TKP, bize göre burada ek bir sorumlulukla karşı karşıya ve konferansımız esas olarak farklı açılardan buna yoğunlaştı. Öncelikle güncel mücadele programlarının ve hattının sağlıklı bir zeminde yükselmesini sağlayacak, fakat bunun da ötesinde bir ufku temsil etme iddiasının somutlanacağı, “Türkiye Devriminin Programı” üzerine bir tartışma yürüttük. Uzunca bir süredir Türkiyeli devrimcilerin, komünistlerin temel ihtiyacı olarak saptadığımız program sorunu ile ilgili önemli bir yol kat ettiğimizi söyleyebilirim.
İkinci başlığımız böylesi bir programı taşıyabilecek güce, birikime sahip devrimci bir işçi sınıfı partisinin yaratılması sorunuydu. Türkiye’de bu iddiayı bir biçimde dile getiren mevcut yapıların hiçbirinin bu iddianın hakkını veremediği ortada. Öte yandan, Türkiye topraklarının böylesi bir birikime sahip olduğu da ortada…
Türkiye’de sosyalist siyaset bu atalete, bu sıkışmaya ve bunu kendisine yaşam alanı haline getiren statükoya mahkum değil. Var olan birikimi en ileri düzeyde canlandırıp harekete geçirecek ve en az bunun kadar önemlisi mevcut durum nedeniyle örgütlü devrimci faaliyetin dışında kalan işçileri, gençleri, kadınları mücadelenin öznesi kılmak üzere devrimci bir sınıf partisi çatısı altında buluşturacak bir ileri atılımın örgütlenebileceğini düşünüyoruz.
Benzer bakışa sahip, benzer iddiaları taşıyan arayışlar olduğunu biliyoruz. Milyonlarca işçi adına siyasal alanda söz söyleyecek bir devrimci sınıf partisinin örgütlenmesi somut bir görev olarak önümüzde duruyor.
Bu yakıcı ihtiyacın karşılanması, işçi sınıfının partisinin etkin bir devrimci özne olarak tabloya dahil olması, solun Türkiye’nin kaderini belirleyecek kitlesel bir güce dönüşmesine de çok önemli bir katkı olacaktır. Tüm diğer görevlerimiz yanında, hiçbirini asla ötelemeden bugüne kadar taşıdığımız iddia ve değerlerin özel olarak bize yüklediğini gördüğümüz bu tarihsel sorumluluğun da gereğini yapacağız.