Yalçın Bürkev ODTÜ'yü anlattı: 'Yarım yüzyıl boyunca direnen başka bir kurum yok...'

Yalçın Bürkev ODTÜ'yü anlattı: 'Yarım yüzyıl boyunca direnen başka bir kurum yok...'

Yalçın Bürkev: "Bu kitap ODTÜ'nün bunca yıllık muhalifliğini ve solla ilişkisini irdeliyor. Sol anlatılmadan ODTÜ anlatılamaz, ODTÜ anlatılmadan da sol anlatılamaz."

Bugün 2 Aralık. Stadyumundaki DEVRİM yazısıyla iktidara direnişin sembollerinden olan ODTÜ'nün tarihi açısından kanlı, karanlık bir günün yıl dönümü.

2 Aralık 1977, ODTÜ'nün iktidar eliyle faşistleştirilmesi, becerilemiyorsa kapatılması girişimine karşı direnişin kanlı bir uğrağıydı. Faşist rektör Hasan Tan tarafından yerleştirilen işçi kılığındaki faşistlerin devrimci öğrencilere bomba ve kurşunlarla saldırmış, 52 öğrenci bu katliam girişimi sırasında yaralanmış, İbrahim Baloğlu ise tedaviye alındığı Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde 11 Aralık 1977 günü hayatını kaybetmişti.

ODTÜ'lüler bugün ve bu hafta sonu 2 Aralık faşist katliam girişimini bir kez daha anacak. Dokuz Direkli Anıt'ın önünde, faşizme ve gericiliğe karşı konuşmalar yapılacak. 

Evet, ODTÜ faşizme, gericiliğe, sermayeye direnişin önemli sembollerinden, kalelerinden biri olmaya devam ediyor. 

İki hafta önce ODTÜ'nün dünden bugüne direnişini konu alan bir kitap yayınlandı.

Amerikan projesi olarak kurulan ODTÜ nasıl bir dönüşüm yaşayarak, sonraki muhalif niteliğini kazandı? THKO neden ODTÜ'de doğdu? Neden ÖTK türü bir örgütlenme sadece ODTÜ'de var olabildi? 1980'lerdeki darbe dönemi nasıl aşıldı, ODTÜ kendisini nasıl yenileyebildi? Neoliberal atmosfer ODTÜ'de ne ölçüde tahribat yarattı? AKP döneminde muhaliflik nasıl sürdü?

Bu gibi sorulara da cevap arayan kitap, 1956'daki kuruluştan bugünlere kadar uzanan, olayların birinci derece aktörlerinden yaklaşık 100 ODTÜ'lü akademisyen, çalışan ve ağırlıkla öğrencilerin anı ve değerlendirmelerinin kurgulanmasıyla oluşan bir sözlü tarih çalışması.

Yalçın Bürkev'in hazırladığı "ODTÜ Tarih Direniyor" Notabene etiketiyle kitapçılardaki yerini aldı. Benim de küçük bir katkımın olduğu bu değerli çalışma hakkında Yalçın Bürkev'le kısa bir söyleşi yaptık.

SOL ANLATILMADAN ODTÜ, ODTÜ ANLATILMADAN SOL ANLATILAMAZ

Yalçın ağabey öncelikle eline sağlık. Hem ülke hem de akademi açısından oldukça karanlık bir dönemde yıllarca muhalefet tarafında durmuş bir üniversite olarak ODTÜ'nün tarihi özellikle önem kazanıyor. Bu kitap tam bu güncel için nereye oturuyor?

ODTÜ tarihine el attığımda düşünmeye başladım. Bu tarihi biraz hamasi bir kahramanlıklar menkıbesi olarak ele almak da mümkün olabilirdi. Ama içinde yaşanılan koşullar genel olarak başka bir şey vazediyordu: ODTÜ'nün bunca yıllık muhalifliği ve solla ilişkisinin irdelenmesi... Sol anlatılmadan ODTÜ anlatılamaz, ODTÜ anlatılmadan da sol anlatılamaz. Bu bir realite. Dolayısıyla böyle bir kitabı ele almanın birkaç ana nedeni var. 

Birincisi, ODTÜ'nün kendisini akademik zeminde nasıl var ettiği, nasıl dönüştürdüğü... Yani ODTÜ'nün akademik açıdan ne ifade ettiği gibi bir yön var, ele almamız gereken.

İkincisi, ODTÜ'nün sol tarihi açısından önemli yönleri var. Mesela niye THKO bir ODTÜ örgütü olarak doğdu? 1968 hareketi ODTÜ'de nasıl yaşandı? Bütün üniversitelerde yaşandı ama belli ki ODTÜ'de daha farklı, daha derin şekilde yaşanmışlığı var... Niye Devrimci Yol'un gelişim sürecinde ODTÜ oldukça kritik bir konumdaydı? 1980 sonrası öğrenci hareketleri açısından bakıldığında ilk hareketlenmelerin içerisinde yine ODTÜ'yü önlerde görüyoruz. Ve yine son dönemde, mesela AKP protestolarında, ODTÜ ön planda. 

Bütün bunları yan yana koyduğunuz zaman şunu görüyorsunuz: Orada bir muhalif damar sürekli ve sürekli var. Üstelik şu da bir gerçek ki, solun özellikle son 20-30 yıllık dönemde ve  özellikle de 90'dan sonra baskın bir hegemonik gücü olduğundan da bahsedilemez. Sol ve solcular elbette ki var ama öncesinde olduğu gibi hegemonik bir durum olduğunu söyleyemeyiz. 

Fakat buna rağmen bir muhalif durum söz konusu. O zaman bunun üzerine düşünmek gerekir. Hem sol, hem sistem içi muhalif zeminler açısından önemli mesajlar veren bir kurum konumunda ODTÜ. 

Türkiye'de 50-60 yıldır muhalif konumda olan ne bir tane parti var, ne bir kurum var, ne de başka bir şey... Fakat ODTÜ sürekli ve sürekli kendini yenileyerek, bir tür "zamanın ruhu" içerisinde kendini yenileyerek, bunu sürdürüyor.

Buradan ben böyle büyük, muazzam şeyler söylemek istemiyorum. Bu en nihayetinde bir üniversite. Kendi sınırları içerisinde kalıyor. O açıdan bakıldığında bir yönüyle çok abartmamak lazım ama bu küçük örnekten yola çıkarak bunun yaptığı birtakım çağrışımlar var:

BURJUVA MODERNİZMİYLE SOSYALİZM ARASINDAKİ GERİLİMLİ SENTEZ

Türkiye'de eğitimde batıcılık, eğitimde burjuva modernizmi, cumhuriyet sonrası, hatta cumhuriyet öncesi dönemden de başlayarak önemli bir damar olarak görünüyor. ODTÜ'nün burada bir istisnai durumu var. Amerikan eğitim sistemini, modelini almış ama bunu çok güzel Türkiyelileştirmiş ODTÜ... Bunu dönüşüme uğratmış. Bunun örnekleri kitapta fazlasıyla var. Bu dönüşümü yaptıktan sonra da özellikle 60'larla yükselen sol ile birlikte hegemonik bir zemin oluşmuş. Bu noktadan itibaren, burjuva modernizmiyle, en geniş anlamıyla solun sosyalistlerin gerilimli bir sentezinden bahsetmek lazım. Bu sentez içerisinde ilk olarak 60'larda ve 70'lerde sol, sosyalistler, devrimciler çok daha ön plandalar; öğrenci hareketine bağlı olarak. Sonraki dönemde ise, burjuva modernizminin kalıntıları -neoliberalizm tarafından tasfiyeye uğrayan bir akım bu aynı zamanda- bir şekilde ayak diriyorlar. ODTÜ, bütün o tarihi boyunca ve neoliberalizmin aşındırmalarına rağmen kamucu yönünü korumaya çalışan bir örnek. Kendisini o özelleştirme furyalarının içerisine çok fazla kaptırmamış... Tabii ki etkilenmiş, hatta zaman zaman ağır bastığı dönemler de var... Ama buna çok fazla ayak uydurmamış, hatta kimi yönleriyle direnç göstermiş bir örnek. 

Günümüz açısından bakıldığında bu çok daha fazla önem taşıyor çünkü neoliberalizm yeni bir evreye girdi. Bu yeni evrede -80'den 2008 krizi ve hemen sonrasına kadar- mali genişleme dönemi bitti, buna bağlı olarak demokrasi söylemleri sona erdi. Uzun bir mali daralmanın içine girdik. Belki yeni bir 30 yıl başladı. Bunun içerisinde de faşizan, baskıcı, otoriter eğilimler çok öne çıkmaya başladı. Böylesi bir dönemde solun kendini yenileyeceği ve burjuva unsurların, daha doğrusu bu orta sınıfların -bu da netameli bir terim ama insan kavram bulmakta zorlanabiliyor- aslında bir arayış içerisinde olduğu, bu gericiliğe boyun eğmek istemedikleri bir düzlem çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla ODTÜ aslında bunun ilk karşı çıkış sinyallerini veriyor. Bunu daha geniş bir siyasal program olarak düşünmek lazım. 

Kitapta tabii ki bu tartışmaları açık açık yapmadım ama böylesi bir tarih yorumlanacaksa eğer, esas olarak böyle bir yerden yorumlanması gerekir. Ben bugün bu tür yorumların ve böylesi bir tartışmanın önemli bir siyasal başlık oluşturabileceğini düşünüyorum. 

Bu bir vesile... Türkiye'de bu düzlemden tartışabileceğimiz, bu gerilimli sentezi kendi içerisinde oluşturabilmiş başka bir parti, kurum vb. de yok. Solun-sosyalistlerin kendi eksikliklerine ve bunları nasıl giderebileceklerine, nasıl bir programla hareket edebileceklerine dönük de bir boyut içeriyor. Tabii ki her şey değil ama kayda değer bir yön var. Aynı şekilde, tersten de geçmişte burjuvazinin içerisinde bir pozisyon tutmuş akımların tıkanıklıkları ve nasıl bir yerden bunun aşılabileceği konusunda bir zemin oluşturuyor. 

SOLUN ODTÜ'DEKİ EĞİTİME KATKISI İHMAL EDİLEMEZ

Pek sözü edilmeyen bir üçüncü nokta, sol hep bir siyasal boyutla ODTÜ açısından anılıyor ama nedense solun ODTÜ'deki eğitime dönük katkısı ve eleştirileri hiç göz önüne alınmaz. Oysa 1960'larda olsun ve özellikle de 70'lerde -sonrasında da kısmen oldu; bu neoliberalizm eleştirileri, bilginin metalaştırılması vb. açılardan- pozitif yönden örnekler var. İlk üniversite işgali içerisinde yapılan tartışmalar önemli yönler içeriyor, 70'lerde ÖTK deneyiminin kendisi ve aynı zamanda alternatif eğitim tartışmaları, kurumlaşmalar, deneysel birtakım eğitim sistemi önerileri, basınçları; sadece öğrenciler bakımından değil akademinin içinden de sol öneriler vb. hepsi bir bütün olarak bakıldığında, ODTÜ'deki eğitim düzeyinin ortaya çıkışında da solun hatırı sayılır bir etkisi var. Bu yönü de atlamamak gerekir. 

EMEKÇİ KARAKTER BUGÜN ODTÜ'NÜN BÜTÜN UNSURLARI AÇISINDAN GEÇERLİ

Bu burjuva modernizmiyle sosyalizm arasındaki gerilimli sentez konusunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Benim açımdan ODTÜ 90'ların sonu demek... Ben üniversiteye girmeden ve girdikten sonraki ortam bu gerilimli sentezin en sorunlu olduğu dönemdi belki de... Neoliberalizmin etkisini çok fazla gösterdiğini, burjuva modernizmiyle sosyalizm arasındaki ilişkinin kopma noktasına geldiğini, kendini yeniden üretmekte çok zorlandığını şimdiden baktığımda görebiliyorum. Buradan hareketle iki şey soracağım. Bir, içinden geçtiğimiz dönemde ODTÜ gericiliğe boyun eğmeme emareleri taşıyor ama üniversitenin tarihi boyunca taşıdığı halkçı, emekten yana, kamucu karakterinin bugün nasıl yeniden üretileceği, bunun emarelerinin olup olmadığını sormak istiyorum. Çünkü halk faktörü dinci-faşizan akımların çok fazla eline aldığı bir faktör haline geldi. İkinci olarak da, ODTÜ'ye dönük de bir dinamitleme olacaktır önümüzdeki dönemde. ODTÜ'nün bundan sonraki dönemde iktidarla kuracağı ilişkiyi nasıl görüyorsun?

Halkçı ve emekçi karakter açısından bakılırsa, aslında orta sınıfların proleterleştiği bir dönemden geçiyoruz. Eskiden bütün ODTÜ'lülerin nerede yöneticilik, nerede CEO'luk ya da gelir getirici pozisyon varsa orada olduğunu biliyoruz. Herkesin bir kariyer derdinde olduğu ve kariyer günlerinin düzenlendiği bir noktadan "acaba iş bulabilecek miyim" denen bir noktaya geldik. Bu bütün üniversiteliler için olduğu gibi ODTÜ'lüler için de geçerli... Artık emek unsuru gözardı edilerek gidilebilecek pek fazla bir yer yok. Aynı şey yalnız öğrenciler için değil akademisyenler için de geçerli. Metalaşma düzleminde çok fazla olanağın da olmadığı, bu bakımdan daralmış bir alana sıkıştıkları, fonlamaların artık eskisi kadar olamayacağı bir zaman dilimine girdik. Çalışanlar için bu zaten tartışılmaz. Taşeronlaştırma vb. ODTÜ'de tüm hızıyla sürüyor, üstelik bu YÖK ve devlet kanalıyla yapılıyor. Yani bu emekçi karakter, ODTÜ'nün tüm unsurları açısından belirgin. ODTÜ'nün halkçılaşma vurgusu ise, biraz bu konularda mayanın zaman içerisinde nasıl tutabileceğiyle de alakalı. Kimilerinin "okul çok içine kapalı, aslında dışa açılmalı" gibi eleştirileri var. Ben bu yaklaşımları bu dönem için fazla iyimser buluyorum. Bu dönemde kendini korumanın, kendini var edebilmek, üretebilmek açısından önemli bir misyon olduğunu düşünüyorum. Bu dönemde bir çıkış kanalı oluşup genel olarak toplumda bir yankı bulduğu ölçüde açılma söz konusu olur. Bu dönemde kendini korumak bile büyük bir şey. Bu tartışmaları daha uzun vadeli olarak düşünmek gerek. Abartılı beklenti ve yaklaşımların da gerekli olduğunu düşünmüyorum.

GELENEĞİ OLAN KURUMLAR BASKI DÖNEMLERİNİ ATLATIRLAR

İkince soruya gelirsek... İktidar bütün Türkiye'de olduğu gibi, buna benzer kurumlarda da büyük bir tasfiyeye girişiyor. Yok etme noktasına kadar niyetler taşıdığı, bunun adımlarını attığı ortada. Bugüne kadar birçok baskıcı dönem yaşandı, hatta okulu kapatmaya dönük müdahaleler de oldu. Ama ODTÜ bütün bu badireleri atlattı. Bugün belki şu ana kadar yaşananların tümünden bile daha katmerli bir baskı döneminin içerisindeyiz. Fakat kitapta Tosun Terzioğlu'nun bir sözü var, bence oldukça kritik: "Büyük üniversiteler, büyük kurumlar bu tür baskı dönemlerini bir şekilde atlatıyorlar". Bir şekilde bir yol yöntem buluyorlar ve bunu atlatmayı beceriyorlar. Kendi geleneği olan kurumlar bunu başarıyor. Ben o açıdan bu konuda inançlıyım. Sadece 40-50 yıllık ODTÜ tarihi açısından değil, geriye dönüp yüz yıllara bakıldığında ve sadece ODTÜ eksenli de değil daha geniş eksenli ele alındığında Tosun Hoca'nın bu değerlendirmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan, "şu yapılabilir, bu yapılabilir" gibi şeyleri bizim zaten söylememiz anlamsız ama bu konuda yaratıcı bir direnç ortaya çıkacak; çeşitli denemeler yanılmalar, başarılar başarısızlıklarla, su yolunu bulacaktır. Bu yüzden umutsuz olmanın gereği yok. Gelenekler önemli ve üniversiteler gelenekleriyle var olan kurumlar. ODTÜ'de böyle bir maya var. Bu maya kolay kolay çalınamaz. Bunlar istedikleri kadar baskı uygulasınlar. Gelenekleri olan kurumlar bir şekilde buna direnecek yol ve yöntemleri bulur.

DAHA FAZLA