Ya direnenlerin zırhı?

Ya direnenlerin zırhı?

Son iki yılda zırhlı araç nedeniyle yaşanan ölümlerle ilgili birçok dava düştü, birçok zanlı tahliye edildi, yakınlarını kaybeden insanlar mağdur edildi, mahkeme kapılarından elleri boş döndü. İnsan canının sudan ucuz, hak arama mücadelesinin lükse dönüştüğü bugünleri aman ha unutmayalım. Bugün hem vicdani, hem siyasi yükümlülüğümüz hesap sormaktır. Ve bizim bildiğimiz her yolun sonu Saray’a çıkar.

Bir Haziran günü yürüyorsunuz Diyarbakır’ın Lice ilçesinde. Sokak sakin, hava sıcak, güneş tepenizde. Belki bakkala ekmek almaya çıktınız, belki komşudan dönüyorsunuz keyifle, isminiz Pakize Hazar.

Mardin’desiniz diyelim güzelim Dargeçit’te, tarihlerden 9’u Şubat’ın. Okuldan dönüyorsunuz ya da mahallede yakar top oynamışsınız arkadaşlarınızla. 7 yaşındasınız çünkü oyun oynamanın baharı, isminiz Berfin Dilek.

Diyarbakır-Bingöl arasında karayolunda gidiyorsunuz. Şoförlük çok zor, bilmeyen bilmez. Minibüsünüzde az çok yolcu var. Akşam yemekte zerfet yapmış eşiniz, siz çok seviyorsunuz diye. Haziran sıcağına aldırış etmeden camı açıp, teybe bir Hozan Beşir kaseti koymuşsunuz. Beşir’in içli sesi yayılıyor  "Gelmiş bahar, geçmiş yazlar neyleyim.." Minibüste 10 yaşlarında bir çocuk var, müziği duyunca belli belirsiz gülümsüyor size, dikiz aynasında buluşuyor bakışlarınız. İçiniz sıcacık oluyor, kendi çocuklarınızı hayal ediyorsunuz belki. İsminiz Remzi Menteşe.

Sonra bir gün Van’dasınız. Sıcacık, güzel bir Temmuz günü. Hatta takvim 24 Temmuz’u gösteriyor. Derdiniz tasanız sokaktaki oyuna yetişmek. 4 yaşındasınız ya, ne derdiniz olacak şekerden, oyundan başka? İsminiz Taha Kılıç.

Sonra bir Nisan gecesi kardeşinizle koyun koyuna uyuyorsunuz. Fakirsiniz ya, ranzalı çocuk odası takımınız da yok. Olsun. Yerde yün döşek, uzun güzel kokulu yastıklar ve rengarenk battaniyeler… Siz en çok kırmızı olan battaniyeyi çekiştiriyorsunuz uyurken, en çok onu seviyorsunuz çünkü. Evinizdesiniz, güvendesiniz yanınızda belki kuş gibi göğsü kalkıp inen 6 yaşında kardeşiniz uyuyor, uyuyorsunuz... İsminiz Muhammed. Bir gürültü kopuyor. Ne olduğunu bile anlamıyorsunuz. Fakirsiniz ya, kerpiç evleriniz, zayıf duvarlarınız var. Bir zırhlı araç giriyor evinize duvarları aşarak. O anda duvarın altında kalıyor, ölüyorsunuz. Yanınızda uyuyan kardeşiniz de ölüyor… Böyle ölmek olur mu?

***

Pakize’nin, Berfin’in, şoför Remzi’nin, 10 yaşındaki minibüs yolcusu çocuğun, Muhammed’in, Furkan’ın  ve adlarını alt alta yazılınca belki sayfalar tutacak bu masum insanların ortak özelliği ne peki? Hepsi son iki yılda bir zırhlı aracın altında kalarak hayatını kaybetti. Daha doğrusu katledildi.

Bu olayların hiçbiri basit trafik kazası değildi. Bu yazı da vicdanı yükümlülüklerimizi hatırlatmak için yazılmadı. Vicdan: Kişiyi kendi davranışlarıyla ilgili bir yargıda bulunmaya yönelten, kişinin kendi ahlaki insani değerleri çerçevesinde bir sonuca ulaşması ve kişiye doğruyu iyiyi yapma sorumluluğu da yükleyen içsel güç olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda şöyle diyebiliriz: Mücadele edenlerin salt vicdani değil aynı zamanda siyasi yükümlülükleri de var. İrili ufaklı, öteki haberlerin arasında kaynayıp giden bu zırhlı araç ölümleri kamuoyunda özellikle ana akım medyada hak ettiği yeri buldu mu peki? Hayır.

Bugün AKP/Saray Rejimi'nin kuvveti ve baskıyı Saray’da toplama, merkezileştirme çalışmalarının güvencesi olarak tırmandırılan polis şiddeti doruk noktalara ulaşmış durumdadır. İşkence haberlerinin, kötü muamelenin, polis saldırılarının ayyuka çıkması ise bunu doğrulayan birkaç başlıktan biri. Toplumsal dinci-gerici dönüşüm için, baskılanan sınıf hareketi için, patronların mutluluğu için ya da doğrudan saldırı altına alınan kadın mücadelesi için temel müdahale araçları şiddet. Yaratılmak istenen korku toplumu sadece dönüşümü derinleştirmek için değil muhalefet olanaklarını da hızlıca yok etmek için. Çünkü korkan kolay biat eder.

Özellikle Kürt illerinde olağanüstü yetkilerle donatılan silahlı güçlerin kendilerinde her şeyi yapma gücünü bulması ise bu noktada şaşırtıcı değil. Bir insana devletin zırhlı aracıyla çarpıp, ölümüne sebep olduğu halde bir sorumlunun neden ceza almadığını ve suçlu bulunmadığını anlayabilenler varmış. Ama biz bunu ne anlayacak, ne affedecek değiliz. Bugün birçok memurun kendilerini toplumun üstünde görmeleri, hatta halk düşmanı tavır ve tutumlar içerisinde bulunmaları basit insani reflekslerle de açıklanamaz üstelik. Geçtiğimiz haftalarda Ankara Konur Sokak’ta Veli Saçılık ve yerde oturan iki eylemciye gülümseyerek yakın mesafeden biber gazı sıkanlar, hangi ‘yasal’ görev tanımıyla açıklanabilir yoksa?

Bu yazı yazılırken haberlere göz atmak için verdiğim molada şöyle bir haber düştü önüme:

‘’Siirt’te devriye gezen zırhlı bir polis aracının çarptığı 7 yaşındaki Felek Batu, yaşamını yitirdi.’’

Kaza, katliam, işkence… Her ne olursa olsun, olayın sorumlular bulunsa dahi bir şekilde gözetiliyor. Mağdurlar değil, ‘’devletin bekası için’’ zalimler korunuyor. Zaten kör sağır topal olan adalet, söz konusu Saray muhafızları olunca beyin ölümü gerçekleşmiş hasta gibi yatağında kıpırdamadan yatıyor.

Ama yılmayacağız. Son iki yılda zırhlı araç kazaları ve yaşanan ölümlerle ilgili birçok dava düştü, birçok zanlı tahliye edildi, yakınlarını kaybeden insanlar mağdur edildi, mahkeme kapılarından elleri boş döndü.

İnsan canının sudan ucuz, hak arama mücadelesinin lükse dönüştüğü bugünleri aman ha unutmayalım. Bugün hem vicdani, hem siyasi yükümlülüğümüz hesap sormaktır.

Ve bizim bildiğimiz her yolun sonu Saray’a çıkar.


*Yukarıda ismi geçen kişi, yer ve tarihler gerçektir. Ancak kişilerin ele alınış biçimi ve hissettikleri kısmı yazan tarafından hikayeleştirilmiştir. 

DAHA FAZLA