Vitrin: Yeni çıkanlar

Vitrin: Yeni çıkanlar

İleri Kitap Vitrin’inde bu hafta edebiyat ağırlıklı bir seçkiyle karşınızdayız. Bilim-Kurgu takipçileri için İthaki Yayınları etiketiyle yayımlanan Tanrı Olmak Zor İş yine iddialı bir kitap. Steinbeck severler için Sel Yayıncılık etiketiyle yayımlanan Sardalye Sokağı da raflardaki yerini aldı. Pir Sultan’ın hayatını yeniden okumak isteyenler de Bir Kızılbaş Ozanı Pir Sultan Abdal isimli kitabı yakın takibe alabilirler. Keyifli okumalar dileriz…

TANRI OLMAK ZOR İŞ - ARKADİ&BORİS STRUGATSKİ

Arkadi ve Boris Strugatski, entelektüel açıdan kışkırtıcı, inanılmaz eğlenceli, cesur ve eleştirel kitaplarıyla “Sovyetler döneminin en büyük bilimkurgu yazarları” sıfatını hak eden yegâne ikili. Tanrı Olmak Zor İş ise insanlığın karanlık geçmişinin kalbine yapılmış en cesur yolculuklardan biri.

İnsanlık, Dünya’nın tıpatıp aynısı olan, üzerindeki insanların karanlık çağdan öteye gidemediği bir gezegene gözlemciler göndermiştir. Bu gezegenin gidişatına müdahale etmelerine hiçbir şekilde izin verilmeyen bu gözlemcilerin asıl amacı insanlığın karanlık çağını her ayrıntısıyla kayıt altına almaktır.

Büyük bir değişimin kıyısında olan Arkanar Krallığı’nda halk baskı altında yaşamakta, yenilikler beşiğinde boğulmakta, okuma yazma bilenler linç edilmektedir. Bu gezegene gönderilmiş gözlemcilerden biri olan Anton da Don Rumata ismiyle bir asilzade hayatı yaşarken, bir yandan da dönemin aydınlarını kurtarmaya çalışır. (Tanıtım Bülteninden)

Künye: Tanrı Olmak Zor İş, Boris Strugatski, Arkadi Strugatski, Çev. Hazal Yalın, İthaki Yayınları, 2017

 

BİR DÜŞÜŞÜN GÜNCESİ - MİCHEL LAUB

Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü’nün finalistleri arasında yer alan Bir Düşüşün Güncesi, kendimiz ve birbirimiz hakkında anlatmayı seçtiğimiz hikâyeler üzerine güçlü ve dokunaklı bir roman. 
Günlük biçiminde kaleme alınan romanın isimsiz anlatıcısı, küçüklüğünde yaşadığı kilit bir olaya (Yahudi öğrenciler olarak Katolik sınıf arkadaşlarına yaptıkları talihsiz bir şakaya) neredeyse takıntılı bir şekilde sürekli geri dönerek, bu olayı ailesinin tarihçesiyle ve yaşanmış büyük bir tarihi acıyla ilişkilendiriyor ve bunu yaparken de nesiller arası travmanın nasıl bir şey olduğunu bize ustaca sezdiriyor.
Porto Alegre’nin lüks bir semtindeki Yahudi okulunda, okulun yegâne Katolik öğrencisi, kendisi için korkunç bir yaralanmaya sebep olacak bir eşek şakasına maruz kalır. İşte ona o şakayı yapmış Yahudi sınıf arkadaşlarından biri olan anlatıcı, yıllar sonra geçmişindeki hatalar üzerine düşünürken bu olayı tekrar tekrar yaşar. Anlatı ilerledikçe çok yönlü bir metafora dönüşen bu talihsiz kaza, artık 40’lı yaşlarında olan o Yahudi öğrencinin, Alzheimer’a yakalanan babası ve Auschwitz dehşetini yaşamış dedesinin kendi travmalarıyla savaşma yöntemleri üzerine giriştiği hesaplaşmaya çok katmanlı bir fon oluşturur.
Yaşadıklarımız aynı olsa bile kendimize bambaşka hikâyeler anlatmamız mümkün müdür? Nesilden nesile aktarılan travmaların döngüsünden nasıl çıkılabilir ya da çıkılabilir mi? Granta’nın Brezilya’nın En İyi Genç Yazarları arasında gösterdiği Laub romanın ana izleğini oluşturan üç unsuru –düşüşü, Auschwitz’i ve Alzheimer’ı– ustalıkla harmanlayarak kimlik, hafıza ve affetmek üzerine önemli sorular soruyor. (Tanıtım Bülteninden)

Künye: Bir Düşüşün Güncesi, Michel Laub, Çev. Canberk Koçak, Kafka Yayınevi, 2017

 

TATAVLA'DAN KURTULUŞ'A - HÜSEYİN IRMAK

İstanbul'un kadim semtlerinden Kurtuluş'un tarihi ta Kanuni Sultan Süleyman günlerine, 16. yüzyıla kadar uzanır. Tarihçiler, Osmanlı döneminde Rumca "Tatavla" adıyla anılan, nüfusunun çoğunluğu Rum olan semtte, hareketli bir sosyal ve kültürel yaşam olduğunu anlatır. Kiliseleri, okulları, spor kulüpleri, panayır yerleri ve eğlenceleri ile Tatavla, payitaht İstanbul'un en renkli köşelerinden biridir.

Daha önce “Yaşadığım Kurtuluş” adıyla yayımlanan kitabın bu yeni baskısı, birtakım eklerle geliştirildi ve Tatavla’nın geçmişini ve bugününü daha iyi anlatan etraflı bir anlatı haline geldi. Kurtuluş’a, "Kurtuluş'un Tatavla olduğu zamanlara yetişememiş" ancak ondan kalan "son kırıntıları yaşayabilmiş" bir kalemin, çocukluk günlerini anımsarken, semtin 1970'li yıllardaki resmini çizdiği, orada yaşanan değişimden, gidenlerin ve gelenlerin hayatından kesitler sunduğu bir "tanıklık" bu. Hüseyin Irmak, kişisel tarihini yazarken, Tatavla’dan Kurtuluş’a ile bir yandan da semtinin ve İstanbul'un asırlık macerasının izlerini sürüyor ve hemşerilerinin hayat hikâyeleriyle anlatısını zenginleştiriyor.

İstanbul’un bugün halen geçmişten gelen ruhunu belli ölçüde koruyan, sürekli değişse de kozmopolit doğasına sahip çıkan bu önemli semtinin tarihini, sakinlerinin yaşantısını, çok sayıda fotoğraf eşliğinde aktaran Tatavla’dan Kurtuluş’a, kent yaşamının devamlılığı açısından elzem olan bilgileri yazılı hale getiren önemli bir çalışma. (Tanıtım Bülteninden)

Künye: Tatavla'dan Kurtuluş'a, Hüseyin Irmak, Aras Yayıncılık, 2017

 

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİ - GRİGORY PETROV

Halkın hafızası hâlâ bir muammadır: Yüz yıl önce bütün Rusya’da yankılanan, ülkenin dört bir yanından hayran kalabalıkları kendine toplayan, ateşli gazete tartışmalarına yol açan Grigory Petrov isminin yüz yıl sonra artık sadece uzman tarihçilerin bildiği bir isim olacağı kimin aklına gelirdi...
Grigory Petrov bir rahip olarak ünlendi. Parlak vaazları ve konuşmaları bütün Petersburg’da konuşuluyordu. Hatiplik yeteneği edebi yetenekle kaynaşmıştı. Filozof Rozanov şunları söyler onun için: “Kitap piyasasına hâkim olanın Tolstoy ve Maksim Gorki değil, rahip Petrov olduğu rahatça söylenebilir; Petersburg’da en sevilen, sıradan halk tarafından da sevilen bir vaiz o...”
Petrov 1920 yılının sonunda Kırım’dan göç etti. Öldükten sonra bile ismini yaşatacak olan kitabını 1923 yılında yazdı. Kitap en az yazarınınki kadar şaşırtıcı olan maceralı bir hayat sürdü. Beyaz Zambaklar Ülkesi, Finlandiya’dır. Ama Petrov’un çok iyi bildiği ve uzun süre yaşadığı Finlandiya değil, ideal bir devlet, “vaat edilmiş ülke,” ne olursa olsun gidilmesi gereken mükemmel bir ütopyadır. Çünkü Finlandiya, Petrov’a göre, yoksulluktan ve olanaksızlıktan çıkmış, ekonomi, politika ve kültür alanlarında ideal bir toplumu yurttaşları, “hayat mimarları,” yorulmak bilmeden çalışan insanlar sayesinde inşa etmiştir.
Bu çarpıcı roman “hayatın yenilenmesi” için bir rehber niteliğindedir... (Tanıtım Bülteninden)

Künye: Beyaz Zambaklar Ülkesi, Grigory Petrov, Çev. Sabri Gürses, Ayrıntı Yayınları, 2017

 

SARDALYE SOKAĞI - JOHN STEİNBECK

Konserveciliğin zirveye ulaştığı 1930’lar Amerikası’nda fabrika işçilerinin yanı sıra sanatçılar, bilim insanları, fahişeler ve serserilerin bir arada yaşadığı bir dünyadır Sardalye Sokağı. Memleketi California’daki bu küçük sokağın tüm renkliliğini, canlılığını, yaşanılan çelişkileri ve kavgaları okurla buluşturan John Steinbeck, gerçek hayattan esinlenerek unutulmaz karakterler yaratır.

Renkli tiplemelerin ve olayların süslediği hikâyede, çalışmayı, düzenli bir hayat sürmeyi, sıradanlaşmayı inatla reddeden Mack’in başını çektiği aylak takımı sistemin dışında yaşamanın, sömürü çarklarına başkaldırmanın, dayanışmanın, ihtiyaç duyulan kadarıyla yetinmenin ete kemiğe bürünmüş halidir. Her insan gibi hata yapan, kimi zaman coşan, kimi zaman hayata küsen, planlarını her zaman istediği gibi hayata geçiremeyen tüm tanıdık karakterlerin sıradan yaşamlarından sarsıcı kesitlerle gerçek dünyayı usta yazar Steinbeck’in gözlerinden görmek isteyenler için... (Tanıtım Bülteninden)

Künye: Sardalye Sokağı, John Steinbeck, Çev. Püren Özgören, Sel Yayıncılık, 2017

 

BİR KIZILBAŞ OZANI PİR SULTAN ABDAL - MEHMET ÖZGÜR ASLAN 

Pir Sultan, deyişlerinde halkın özlemlerini ve dertlerini dile getirmiştir. Pir Sultan bir başkaldırı ozanıdır. Pir Sultan bir sevgi insanıdır. Yöneticilerin halka uyguladığı zulüm ve adaletsizlikler onun şiirinin temel konusudur. Pir Sultan halkın bağrından çıkmış bir ozandır. Pir Sultan, içinde yaşadığı siyasal ve ekonomik sisteme karşı

çıkmış, yeni bir dünya hayali kurmuştur. Adaletsiz düzenin devamını sağlayanlara, Hızır Paşalara, kadılara, müftülere ve hatta padişaha da çok açık bir şekilde karşı gelmiştir.

Pir Sultan mazlum halkın yüreğine ilim, itikat ve sonunda asılmış olsa da yolundan dönmeyen bir önder olarak kazınmıştır. Pir Sultan Abdal geleneğinde Pir Sultan Abdallar, halkın türlü türlü ozanları onun kimliğine, kişiliğine bürünür. Pir Sultan Abdal adında erirler. Halk şiirinin yaratılma, üretilme serüveni böyle gelişir.  Adı sanı bilinmedik nice halk ozanı yaşadığı çevrenin, ortamın, hatta tarihin özelliklerini de katar ve halk şiirinin kaynağı çağlayarak durmadan çoğalır. Halk şiirinin üretilme, çoğalma yöntemi gösterir ki Pir Sultan gün be gün çoğalan bir gelenektir. (Tanıtım Bülteninden)

Künye: Bir Kızılbaş Ozanı  Pir Sultan Abdal, Mehmet Özgür Ersan, Siyah Beyaz Yayınevi, 2017

 

ÇÜRÜK ATLAR ÇÖPLÜĞÜ - IŞIL BAYRAKTAR

“Şimdi çürük atlar çöplüğünden sesleniyorum size.  Burası yol dışı, burası kaybedenlerin, ama aslında burası yoldan çekilebilenlerin yeri. Yanımdaki yaralı atlara bakıyorum. Hepsi benim gibi, mutlu. Tribünlere zaman zaman atılan o mektuplar var ya, işte onları hep ben yazıyorum. Çürük atlar çöplüğünde zaferini ilan eden bu yaralı at, at yarışını anlatıyor size. Çünkü şimdi sadece bir izleyici ve anlatıcıyım. Hep olmak istediğim gibi.”

Dünyaya gelişimizle taşınan yükler, yalnızlığı çoğul yalnızlıklara bölüştürerek kurulan yeni kimlikler, kendine ve iç hüzünlere dönülerek aşılan yollar, birbirini uzaktan izleyen için ve dışın kavgası... Yaşama katmanlar halinde bakan bir varlık bilmecesi “Çürük Atlar Çöplüğü”.

Işıl Bayraktar, sözcükleriyle doğduğumuz andan itibaren taşıdığımız ve içimize işleyen doğum ve ölüm izlerine ayna tutuyor. Huzursuzları, uykusuzları, hayata karışanları ve kıyısında duranları,  aynadaki görüntüleri, akıp giden zamana uyumu ve uyumsuzluğu ve yeryüzü bilmecesiyle kurulan ilişkileri anlatıyor.  Karşıya geçmeyi göze alan, delirmenin kıyısında gezinen, kendi kuyusuna göz atmaktan korkmayan karakterlerin hikayeleri, yazarın göz ağına takılıyor.

Yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide gidip gelme sancılarının öykü-metinlerinden oluşan Çürük Atlar Çöplüğü’nde, Işıl Bayraktar yaşamın içinden ve dışından oluşan iki düzlem arasında bir kanal açanların ve dünyaya bu kanaldan bakanların seslerini bir araya getiriyor. Verili renkler, biçimler ve akışlar sözcüklerinde bir isyan halini alıyor. Çürük Atlar Çöplüğü, dünyaya geldiğimiz andan itibaren taşıdığımız doğum lekesiyle bireyin yüzleşme çabasını ve çatışmalarını anlatırken zamana seslenen, zamanla birey-toplum arasındaki aynada görünen nefes alış-veriş biçimlerini dert edinen öykülerden oluşuyor.

Gürültülerle, kalabalıklarla, oyalanmalarla, avuntularla, sahteliklerle ve hoyratça aynılaştırarak geçen zamanın içinden incecik süzülen hikayeler okumak isteyenler için: Çürük Atlar Çöplüğü. (Tanıtım Bülteninden)

Künye: Çürük Atlar Çöplüğü, Işıl Bayraktar, Nota Bene Yayınları, 2017

DAHA FAZLA