Türkiye'nin büyüyen sorunu: İşsizlik

Türkiye'nin büyüyen sorunu: İşsizlik

Her yıl işgücüne katılan üniversiteli sayısı binlerle artıyor. Emekli olan üniversiteli sayısı ise çok az ki çoğu emekliliğe hak kazandıktan sonra da çalışmaya devam ediyor. Bu açıdan bakılınca, emekçiler için, işsizliğin önümüzdeki dönemde Türkiye’nin temel sorunlarından biri olacağına şüphe yok. Kapitalist bir ekonominin bunu çözebilme yetisinin ise olmadığını gözlemleyebiliyoruz. Referandumdan çıkacak bir "Hayır"ın bu sorunun üzerine "Evet"ten çok daha fazla eğileceğini söyleyebiliriz.

Sanki hiç bahsetmezsek ortadan kalkarmış gibi, Türkiye’de işsizlik sorunundan pek bahsedilmiyor. Başka konulardan bahsediliyor. Tayyip Erdoğan, yanlış bilgiye dayansa da denetleyenin olmamasına güvenerek GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) başarılarından söz ediyor. İhracat artmış; köprüler, yollar yapılmış. Baştan belirtelim, verdiği artış oranlarının çoğu ne gerçeği ne de reel olanı yansıtıyor. Ama öyle olsaydı bile, işsizliği nereye koyacağız? Bundan neden hiç bahsedilmiyor? İnsanların iş aramalarına rağmen bulamamaları bir sorun değil mi? İşsiz için GSYH’nin ne önemi var?

AKP Hükümetlerine bir konuda güvenebiliriz: Yolunda gitmeyen hiçbir şeyin sorumluluğunu almıyorlar. Adeta şımarık bir çocuk gibi, düşük not aldıkları konularda suçu başkalarına atıyorlar. Oysa işsizlik, vatandaşın iş bulamaması doğrudan doğruya onların sorumluluğunda olan bir konu.

TANIMLAR ve SORUNLAR

Ampirik analize geçmeden, kavramları tanımlamak gerekiyor. İstatistik kurumlarının gözünde, işi olmamak işsiz olmaya yetmiyor. İş aramak gerekiyor. En azından 4 hafta öncesine kadar aktif bir biçimde iş aramak işsiz olmanın şartı. Neden 4 hafta, sorusunun bir cevabı bulunmuyor. 2 ay da 3 ay da olabilirdi. Ya aktif bir biçimde iş aramayan, ama iş bulsa çalışacak olanlar? Onlar işsiz kategorisine girmiyor. Halbuki Marksist literatürde bu insanları yedek işgücü ordusuna ekleyebiliriz. Sonuçta, sermaye birikiminin hızlandığı ve emeğe ihtiyaç duyduğu dönemlerde bu insanlar işçi sınıfı saflarına katılacaklardır. 

O halde, sadece işsizlik oranına bakarak havaya karışan, israf edilen toplam emek miktarını anlayamayız. Bu, burjuva iktisatçılarının bile fark ettikleri bir konu. Onlar, bu sorunun etrafından dolaşmak için istihdam oranına bakıyorlar. Sonuçta, kişinin o an istihdam edilip edilmediği çok daha doğrudan bir soru. Ancak burada da sıkıntılar var. Özellikle kendi isteği dışında yarı-zamanlı istihdam edilenler veya vasfının çok altında işleri yapanlar var. Dolayısıyla istihdam oranı da işsizlik de var olandan daha iyimser bir tablo çizmeye meyilli.

AMPİRİK ANALİZ

Yazının bu kısmı, doğrudan istihdam ve işsizlik tablosunun analizi olacak. Bu kısmın sayılarla ve oranlarla uğraşacağı aşikâr. Bu analizden çıkan sonuçlar bir sonraki kısımda tartışılacak ve bu sebeple okurların bu kısmı atlamaları, anlamda bir kopukluğa yol açmayacaktır.

Yukarıdaki tablonun kaynağı TUİK istatistikleri. Tabloda işgücü, işsiz ve istihdam kategorilerine uyan yurttaş sayısı ve oranı, 2015 ve 2016 yılları için veriliyor. İncelemeye en soldan, toplam işgücünden başlayabiliriz. Kişinin işgücünde olması için işsiz olması veya istihdam edilmesi gerekiyor. Bu sebeple, Türkiye’de çalışabilecek durumda olan 58 milyondan fazla insan olmasına rağmen, 2016 yılında, bunların yaklaşık yarısı işgücüne dahil olmuş. Bu noktada şaşırtıcı olan işgücüne dahil olan insan sayısının bir yıl içerisinde neredeyse 1 milyon artması. 2015 yılında 29,7 milyon kişi işgücündeyken 2016 yılında bu sayı 30,5 milyona yükselmiş. Daha detaylı analiz yaptığımızda, bu artışın önemli bir kısmının yüksekokul veya fakülte mezunlarının işgücüne katılımlarındaki artıştan kaynaklandığını görüyoruz. Sadece bir yıl içerisinde bu kategoriden 600 bin kişi işgücüne dahil olmuş. Ancak, işsiz kolonundan görüyoruz, bu artışın bir kısmı doğrudan işsizliğe gitmiş.  İşsiz üniversiteliler bir yılda 692 binden 828 bine sıçramış, ki bu sıçrayış toplam işsiz sayısındaki artışın yarısından fazlasına tekabül ediyor.

Lise mezunlarındaki işsizlik artışına baktığımızda sayının çok daha küçük olduğunu görüyoruz, ancak bu kategorideki işgücü artışı da düşük. Genel lise mezunlarının işgücüne katılımları 100 bin artmış; işsizlik 43 bin artmış. İş bulacağım, umuduyla iş arayan 100 yeni lise mezununun 43’ü, AKP Türkiye’sinde, işsizlikle tanışmıştır. Meslek lisesi mezunlarında da durum hiç iç açıcı değildir. İşgücüne katılan 3 meslek lisesi mezunundan 1’i işsiz olmuştur.

2016 yılında lise ve üniversite mezunları yığınlarla işsiz olmuşlar. İşgücünün eğitim düzeyi artmış, ancak işsizlik de artmıştır. Ne var ki, son kolona bakınca gördüğümüz, insanların işsiz kalsalar da işgücüne katılımlarının arttığı. Son bir yılda işgücüne katılma oranı %51,3’ten %52’ye artmış ve bu normal koşullarda olumlu bir durumdur. Bir toplum, emek gücünü mobilize edebildiği ölçüde güçlüdür ve bu anlamda Türkiye çok güçsüzdür.

İşgücüne katılma oranındaki artışa detaylı baktığımızda, herhangi bir eğitim seviyesi düzeyinde bir sıçrama göremiyoruz. Hiçbiri %0,7’lik artışa yetişemiyor ki bazıları düşüş gösteriyor. O halde artışın, temel olarak, emeğin eğitim düzeyi kompozisyonundaki değişimden kaynaklandığı sonucuna varıyoruz. Üniversiteliler işgücüne katılıyor, ancak ilköğretim mezunları pek katılmıyor. Üniversiteli sayısı arttıkça, toplam işgücüne katılım da artıyor. Bir diğer ifadeyle, üniversiteli işgücü artmıştır ve yeni üniversiteliler de kendilerinden öncekiler kadar iş aramışlardır.

İŞSİZLİK NEDEN ARTIYOR?

Kapitalist Türkiye emekçilere iş yaratamıyor. Toplumun eğitim seviyesi de işsizlik de artıyor. Toplumun her kesimi, başta üniversiteliler olmak üzere, işsizler ordusuna katılıyor. Kalifiye emekçilerin işsiz kalmaları ise ne Suriyelilerin ne de asgari ücretin suçu.

Peki, ne oldu da üniversiteli emekçi ve aynı zamanda işsiz sayısı bu kadar arttı? Bunun cevabı, kısmen, 2012 yılında AKP’nin imam hatipleri ön plana çıkarmak için zorunlu eğitimi 12 yıl yapması. İmam hatipleri aldılar, zorunlu eğitimi verdiler.İlkinin son derece olumsuz ve ikincisinin olumlu bir hamle olduğunu söyleyebiliriz. Önceden, ilköğretim bitince çocuklar evlere dönüyorlardı. Özellikle kızlar, hayatlarının sonuna kadar iş sahibi olmadan yaşıyorlardı. Ancak zorunlu eğitim 12 yıl olunca, liseyi bitirenler üniversiteye devam etmek istediler. Üniversiteyi bitirense iş sahibi olmak istedi. Başta kadınlar olmak üzere, iş aramayacağı tahmin edilenler, üniversite mezunu olup iş aramaya başladılar.

Cevabin kalan kısmı ise, eğitimi 12 yıl yapan hükümetin sonuçları düşünmemesi. Ona göre politikalar geliştirmedi. İmam hatip okuyan kız çocuğunun eve kapanacağını tahmin etti; ama öyle olmadı.

Özetle, eğitimin 12 yıl olması emeğin ortalama eğitim düzeyini arttırdı; ancak Türkiye kapitalizmi bu artışa yetişemedi. Hükümet, sorumluluk almaktansa sorumsuz davranmaya devam etti ve olmayan gündemlerle insanları abuk sabuk yerlere yönlendirdi. İnsanlar, yıllarca eğitim gördüler ve sonunda işsiz kaldılar.

NEREYE?

Doğal olarak, ne olacak bu emekçilerin hali, sorusu karşımıza dikiliyor. Her yıl işgücüne katılan üniversiteli sayısı binlerle artıyor. Emekli olan üniversiteli sayısı ise çok az ki çoğu emekliliğe hak kazandıktan sonra da çalışmaya devam ediyor. Bu açıdan bakılınca, emekçiler için, işsizliğin önümüzdeki dönemde Türkiye’nin temel sorunlarından biri olacağına şüphe yok. Kapitalist bir ekonominin bunu çözebilme yetisinin ise olmadığını gözlemleyebiliyoruz. Referandumdan çıkacak bir "Hayır"ın bu sorunun üzerine "Evet"ten çok daha fazla eğileceğini söyleyebiliriz.