1930’larda Almanya’da kimse kurulu düzenin devam etmesinden yana değildi. Büyük Savaş’tan beri bir türlü işler yoluna koyulamamıştı. Toplumun büyük kısmı kurulu düzen partilerinden ve onların çok konuşan ama boş konuşan vekillerinden nefret ediyordu. İki parti, kurulu düzene kafa tutuyordu: Birinin liderinin adı Thalmann’di. Komünist Parti’nin başındaydı. Diğeri Hitler’di. Nazilerin lideriydi. Kurulu düzeni ise Paul von Hindenburg temsil ediyordu. Büyük Savaş’ta adı duyuldu. Bir generaldi ve düzenin adamıydı.
1932 Alman Başkanlık seçimlerine her üçü de aday oldular. Kesin olan halkın kurulu düzene duyduğu tiksintiydi [1]. Bunu bilen Hindenburg “bana oy verin” demiyordu. Solculara “Thalmann’a verilen oy Hitler’e verilmiş sayılır.” ; sağcılara da “Hitler’e verilen oy Thalmann’a gider.”, dedi. Sonuçta 1932 başkanlık seçimlerini Hindenburg, parlamentoyu ise Hitler kazandı. 2 yıl görev yaptı, öldü. Yerine Hitler geçti.
SANDERS ve TRUMP ÖNDE
ABD’de başkanlık seçimi ön seçim sürecine girdi. Partililer, parti adayını seçiyorlar. Şu anki durumda, Demokrat Parti’den (DP) Bernie Sanders ve Cumhuriyetçi Parti’den (CP) Donald Trump birinciler. İdeolojik olarak ayrışsalar da bu iki adayın birçok ortak özellikleri var. Bunların başında, her ikisinin de kurulu düzene belli ölçülerde karşı olmaları geliyor.
TRUMP VAKASI
Trump, bir canavarı gün yüzüne çıkardı. Bu canavar, son derece ilkel: Küfürbaz [2], işkenceci [3], ırkçı [4] ve yobaz [5]. McCarthyism günlerinden bu yana anti-komünizm adı altında yetiştirilen bu canavar, yaratıcılarını bile hayrete düşürüyor. ABD’nin çağ dışı gerici partisi de olsa CP önde gelenleri bile yarattıkları canavardan korkuyorlar.
Trump bir yıkıcı. CP’nin ön plana çıkardığı Bush’lardan Jeb’i harcadı. Kendisini desteklemeyen CP yöneticilerinin kirli dolaplarını sergilemekten çekinmiyor. Açıkça, CP adayı seçilmezse başkanlığa yine de aday olacağını ve böylece CP’ye başkanlık seçimini kaybettireceğini, söylüyor.
Bir noktayı vurgulamak gerekiyor: Trump bir popülist. Oy tabanı bir avuç fanatikten ibaret değil, beyaz yoksullar da onu destekliyor. Popülizminin bir ayağı, seçim kampanyası için lobilerden veya sermayenin farklı kesimlerinden para almaması. Sermayeden para alan adayların kukla olduklarını söylüyor. Kanıt olarak da kendisi yaptiklarını gösteriyor. Kendisinin birçok başkan adayını maddi yönden desteklediğini ve sonucunda onları kendi kuklası haline getirdiğini söylüyor.
Trump, aynı zamanda ticarete belli sınırlama getirerek “Tanrı’nın gönderdiği en çok istihdam yaratan başkan olacağını” söyledi. Bu plana göre, Çin ve Meksika ile ticareti sınırlayacak ve ülke içi üretimi arttıracak ve buradan da istihdam olanakları doğacak.
SANDERS VAKASI
Sanders, dış ticaret konusunda Trump ile benzer düşünüyor. O da ticareti sınırlamak; böylece istihdamı arttırmak istiyor. Üstelik sağlık sektöründeki metalaşmanın düzeyini düşürmek istiyor. Bunun yanı sıra her konuşmasında ABD’deki gelir ve servet eşitsizliklerinden bahsetmesi ve büyük bankaları parçalayacağını söylemesi, onu, görece düzen dışı bir noktaya yerleştiriyor.
Ancak Sanders Trump kadar zengin değil. Seçim sürecinde milyonlarca doların çarçur edildiği bir ülkede Sanders da bu tufana kapılıyor ve o da burjuvalara kapılanıyor. Görece az bir meblağ olsa da, Sanders da burjuvazinin belli bir kesimi tarafından, özellikle teknoloji devleri tarafından destekleniyor.
Üstelik Sanders’ın gelir eşitsizliği vurgusu haricinde muhalif pek bir özelliği yok. Chavez’e diktatör demesi [6], Suriye’yi Suudi Arabistan ile beraber bombalamak istemesi ve oraya Müslüman asker sevk edilmesini savunması [7] , silah tekellerini koruması, Sanders muhalefetinin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Sanders’ın düzen karşıtlığı son derece sınırlı.
DÜZEN KENDİNİ SAVUNABİLİYOR MU?
Seçimlerde DP adaylığı için yarışan bir başka aday ise Hillary Clinton. Adeta kurulu düzenin vücut bulmuş hali. Sanders ile başa baş gidiyor ve tahminler onun kazanacağını yönde.
Demokrat Parti’de bir tür emniyet sübabı da bulunuyor. Bunlara “süper delegeler”, adı veriliyor. Halkın seçmediği, doğrudan merkezin atadığı delegeler. Şu an Sanders’i sadece 8 süper delege desteklerken, Clinton’u 415’i destekliyor. Parti adaylığını kazanmak için gereken delege sayısı 2382. Dolayısıyla, süper delegelerin halkın kararını değiştirme gücüne sahip olduğu söylenebilir. Sanders’ın da son derece zayıf bir muhalif olduğu düşünülürse, düzen, Demokrat Parti cephesinde rahat konumda.
Cumhuriyetçi Parti’de ise işler karışık. Düzenin adayı Jeb Bush, Donald Trump tarafından yerle bir edildi. Onun yerine CP elitleri Marco Rubio’yu ön plana çıkardılar. Rubio, ilk seçimde, Iowa’da tahmin edilenden daha yüksek bir oy oranına ulaştı ve bir anda düzenin umudu haline geldi. Ancak hemen ertesindeki tartışma programında bir başka CP aday adayı Chris Christie tarafından rezil edilince oyları tepe taklak aşağı indi. İşin ilginç yanı Christie de bu programdan kısa süre sonra seçimden çekildiğini açıkladı. Kalan adaylardan Ben Carson siyahi olduğu, Ted Cruz ise 3. Dünya Savaşı çıkarmak istediği için CP yöneticileri ikisine de uzak duruyor.
2016 ABD’Sİ 1930 ALMANYA’SINA MI BENZİYOR?
Amerikalı halk düzenden nefret ediyor. CP de DP de, Hindenburg’dan öğrenmişçesine, kendi seçmenlerine düzen adaylarının marifetlerini anlatmaya çalışmıyor. Düzen karşıtı adaylara verilecek oyun rakip partiyi güçlendireceğini söylüyorlar. Ne yazık ki tarihsel olarak ölümü gösterip sıtmaya razı etme durumu sol seçmenler arasında daha çok prim yapıyor. Sanders’ın CP adaylarının hiçbirini yenemeyeceği argümanı şu sıralar Clinton yanlılarının temel sloganı. Ürkek muhalif Sanders ise henüz buna ciddi bir yanıt bulabilmiş değil.
Sağda ise böyle olmuyor. Patavatsız aşırı sağ adaylar, bunlara pabuç bırakmıyor. Düzenin adaylarını eziyor ve siyaset yelpazesini en sağa çekiyorlar.
Bu noktada akla gelen ilk soru, Donald Trump bir Hitler mi, oluyor. Birçok sözünün faşizan ögeler barındırdığı doğru. Ancak Trump’ın henüz kendisine bağlı paramiliter bir gücü yok. Terör estirmiyor. Bu açıdan faşist nitelemesi için çok erken.
Bir başka konu ise Sanders’ın sosyalist olup olmadığı. Kendisini demokratik sosyalist olarak tanımlıyor; ancak bunu, ABD’de siyasetin aşırı sağda konumlanmasına yorabiliriz. Sanders’ın sosyalist bir talebi bulunmuyor. Daha da açık bir ifadeyle, ABD sınırları dışında, Sanders’ın mevcut olanla hiçbir sorunu gözükmüyor. Emperyalist politikaları devam ettireceğini açıkça ifade ediyor [8]. Politik kariyeri boyunca da ABD işgallerini genelde desteklemiş, zaman zaman sessiz kalmış ve ender olarak da karşı çıkmış bir siyasetçi. Sol adına tüm umutların Sanders’a bağlanması ise, ABD toplumunun umutsuzluğu hakkında ayrıca bir fikir veriyor. Umutsuz toplumlar umutsuz adaylar çıkarabiliyorlar.
NOTLAR
[1] Arendt, H. (1973). The origins of totalitarianism Meridian Books
[2] http://www.cnn.com/2015/12/21/politics/donald-trump-hillary-clinton-disgusting/
[3] http://www.cnn.com/2016/02/08/politics/donald-trump-ted-cruz-waterboarding/
[6] http://venezuelanalysis.com/news/11511
[7] http://www.washingtontimes.com/news/2015/dec/6/bernie-sanders-democratic-candidate-muslim-ground-/
[8] http://www.globalresearch.ca/does-bernie-sanders-imperialism-matter/5499541