Talana uğramamışçasına, İstanbul’un hayaleti

Talana uğramamışçasına, İstanbul’un hayaleti

Zorunlu koşturmacalarımız içerisinde duyup da önemseyemediğimiz yüzüyle tanışıyoruz İstanbul’un. Fahiş giriş ücretlerinden ötürü giremediğimiz Ayasofya’nın efsaneleriyle, Çemberlitaş’ın sırrıyla, eski bayram yerlerinin neşesiyle hemdem oluyoruz. Bundan hareketle “Efsaneler Kenti İstanbul”, bir turist kafilesinin rehberliğini üstlenmiş adeta.

Kitabı elimize aldığımız anda İstanbul’un sokaklarında yürümeye başlıyoruz. Aheste aheste… Soluklanarak ve bilmemenin vermiş olduğu merakla gözlerimizi ayırmıyoruz mahallelerden, caddelerden. Efsaneler Kenti İstanbul, bir turist kafilesinin rehberliğini üstlenmiş. Nerede hangi çeşmeler, hangi bostanlar var, hangi bayram yerlerinde şenlikler yapılmış; tek tek öğreniyoruz. Refik Durbaş, yormadan fakat ayrıntılarıyla anlatıyor İstanbul’u okuyucusuna.

Bugünlerde okullar 6 Ekim’i (İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşu) kutlamaya hazırlanıyor. İstanbullu olmayanlarımız pek aşina değil bu kutlamalara haliyle. Nedense herkes için kendi memleketinin kurtuluş günü en kutlusu. Şiirler, türküler, şarkılar, fotoğraflar, resimler, romanlar… Öğrencilerden çeşitli dokümanlar isteniyor, törenlere hazırlanılıyor. “Canım İstanbul, ne güzel şehir, bir gelen bir daha gidemiyor, kültür hazinesi…” şeklinde bir dizi yakıştırmayla anılıyor şehir. Alkışlar, eski İstanbul güzellemeleri ve hâlâ öyle olduğu varsayılarak sarf edilen çokça sıfat… Tören bittikten, perde kapandıktan ve hazırlanan metin okunduktan sonra şehrin sokaklarına karıştığımızdaysa koca bir yalanı romantize etmiş olduğumuzu fark ediyoruz. “Koruyalım, yok olmasına izin vermeyelim.” demenin artık bir karşılığı olmadığını kentin göz bebeği meydanlarından biri olan Taksim’e çıktığımızda kavramamız gerekiyor. Betonlaşmaya ve ranta inat sadece Gezi Parkı’yla direniyor Taksim. Betonların ortasında aldığımız nefes, İstanbul için çektiğimiz iç aslında.

Evlerinden edilen yüzlerce insan var İstanbul’da. Mahallelerinden koparılıp İstanbul’un ücra bir bölgesinde sözde “ev”lendiriliyor bu insanlar. Lütufmuş gibi bu insanların evsiz kalmayacaklarını vaat ediyorlar. Diktikleri rezidanslarla dolaylı olarak mahalleleri ve mahalleliyi temizleyenler, en temel hak olan barınma hakkına dahi göz koyuyor. İnsana vermediği değeri tarihten de esirgiyor “üst akıl”. Narmanlı Han’ın başına gelenleri bilenleriniz olacaktır. Ne yeşili ne mor çiçekleri ne de bahçesinin kedileri var artık Han’ın. Restorasyonları böyleyken elbette yıkmaktan yana, yok etmekten yanalar aslında. Yıktıkları Emek Sineması’nı bir anda inşa ettikleri Grand Pera AVM’ye taşıdılar ancak Grand Pera’nın yalnızlığına engel olamadılar. Caddenin en kalabalık saatlerinde dahi Grand Pera’da in cin top oynuyordu, yakın zamanda şahit olduk. Kimliksizleştirilme politikalarından yakasını kurtaramayan İstanbul, Refik Durbaş’ın bu eserinde eski haliyle bir hayaleti andırıyor. Kuruluşundan bu yana sayısız defa işgale uğramış ve paylaşılamamış bu şehri okudukça hem şanslı hem çaresiz hissediyoruz.

Zorunlu koşturmacalarımız içerisinde duyup da önemseyemediğimiz yüzüyle tanışıyoruz İstanbul’un. Fahiş giriş ücretlerinden ötürü giremediğimiz Ayasofya’yı efsaneleriyle, Çemberlitaş’ın sırrıyla, eski bayram yerlerinin neşesiyle hemdem oluyoruz. Sahaflar Çarşısı’nın varlığı, Beyazıt’ı anlamlı kılıyor. Çarşı’da gerçekleşen yazar sohbetlerini düşlüyoruz. Ayrıca küçük bir not: Parayı çok verene değil de konunun ilgilisine satılırmış o dönemde bu sahaflardaki kitaplar.

Bir hafta sonu bu eseri elinize alıp İstanbul’u karış karış dolaşabilirsiniz. Hem var olan hem yok olan İstanbul’u karşılaştırmalı olarak keşfedebilirsiniz. Keşfinizin düş kırıklığı yaratmaması imkansız olsa da hâlâ “İstanbul” olarak kalabilen yerler için bile okumaya, keşfetmeye değer! 


KÜNYE: Efsaneler Kenti İstanbul, Refik Durbaş, İthaki Yayınları, 2017, 190 sayfa.

DAHA FAZLA