Popüler müziğin sesi: İtaat mi, isyan mı?

Popüler müziğin sesi: İtaat mi, isyan mı?

Türkiye’de müzik sosyolojisi çalışmaları son dönemde popüler kültür tartışmalarıyla iç içe geçmiştir. Öznur Yılmaz’ın aynı zamanda yüksek lisans tezi olan “Türkiye’de Popüler Müzik Tartışmaları” isimli çalışması, geçmişten günümüze ülkemizdeki müzik tartışmalarını ana başlıklar altında bir araya getirerek, bir nevi müziğin Türkiye tarihindeki konumunu ele almıştır.

İnsanlık, kendi hikayesini var ederken fonda hep bir müzik eşlik etmiştir ona. Başlangıçta yalnızca seslerin birleşmesiyle meydana gelen müzik, zaman içerisinde sözlerle birleşmiş, “duygulara tercüman” olup, anlatılamayanı anlatır hale gelmiştir hatta. Müzik üzerine sosyolojik olarak düşünmek ise “ne gerek vardı?” sesleri arasından yükselip, bir sanat dalı olarak müziğin “kutsallığını” bozarak; onu din, siyaset, cinsiyet, ekonomi vb. toplumsal dinamiklerle karşılıklı ilişkisi bağlamında ele almayı amaçlamaktadır.

Türkiye’de müzik sosyolojisi çalışmaları son dönemde popüler kültür tartışmalarıyla iç içe geçmiştir. Öznur Yılmaz’ın aynı zamanda yüksek lisans tezi olan “Türkiye’de Popüler Müzik Tartışmaları” isimli çalışması, geçmişten günümüze ülkemizdeki müzik tartışmalarını ana başlıklar altında bir araya getirerek, bir nevi müziğin Türkiye tarihindeki konumunu ele almıştır.

“Batı’daki tartışmaların Türkiye’nin özgün koşullarında nasıl yeniden üretildiği” sorusunu çalışmanın temel sorunu olarak belirten Yılmaz, Türkiye’de popüler müziğin Batı’dakinden farklı koşullarda ortaya çıkıp, dönüştüğünü vurgulamaktadır.

Kitabın ilk bölümünde Batı’daki farklı yaklaşımlar incelenirken, popüler kültür kavramının popüler müzik tartışmalarına yön verdiği belirtilmektedir. Popüler kültürü egemen sınıfın kültür ve değerlerini topluma dayattığı bir form, diğer bir deyişle kültür endüstrisinin ürettiği bir meta olarak gören Adorno gibi aydınların yer aldığı Frankfurt Okulu ile popüler kültürün “yüksek kültür”e dair değerleri aşağıya çektiği iddiasını taşıyan muhafazakâr elitistlerin olumsuz yaklaşımlarının yanı sıra; onu, egemen kültüre karşı bir mücadele alanı olarak tanımlayan yaklaşımlar da söz konusudur. Olumlu yaklaşıma örnek olarak gösterebileceğimiz İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu geleneğinin ileri gelenlerinden Stuart Hall, kültürel ürünlerin yerinin kesin sınırlarla belirlenemeyeceğini, kültürün kazandığı anlamın toplum tarafından oluşturulduğunu söyler. Dolayısıyla egemen kültürün kendini yeniden üretmesinin de ona karşı mücadele alanı oluşturulmasının da mümkün olduğunu belirtir. Bu bakımdan popüler kültür “hegemonya savaşları” için bir mücadele alanı olarak ele alınabilir.

Kitabın diğer bölümlerinde yazar, Türkiye’deki çalışmaların Batı’daki kavramsal dil çerçevesinde yapılmasının gerekçesinin popüler kültür ve popüler müzik kavramlarının modern Batı’da ortaya çıkması olduğunun altını çizer. Bununla beraber söz konusu tartışmaların doğrudan Türkiye’ye aktarıldığını söylemek ise yanlış olacaktır. Bunun en önemli nedeni ise Türkiye’deki sınıfsal yapının Batı’dakinden farklı temellere sahip oluşudur. Bu duruma bağlı olarak farklı müzik türleri, Batı’daki gibi farklı sınıfları temsil eder şekilde görülmemiştir. Erken Cumhuriyet döneminde Batılılaşma politikalarının bir ayağı olarak, müzik alanında yapılan hamleler müzikte de ileri-geri ikiliğini yaratmış, buna paralel olarak alaturka- alafranga müzik tartışmaları hız kazanmıştır. Yeni kurulan ulus devletin milli müziğinin nasıl olacağı sorununa dair izlenen yol (“geri” olarak görülen ve Arap-Mısır ezgileriyle bezeli Osmanlı müziğinin radyolarda yasaklanması, Tekkelerin kapatılmasıyla, söz konusu icracıların halk arasında yayılması vb.) popüler müziğin eksenini belirlemiştir. 1950’lerde başlayan göç dalgasıyla kentte yeni bir kültürün yayılması, “gecekondu müziği, dolmuş müziği” olarak görülen arabeskin popüler müzik haline gelişi Yılmaz’ın Türkiye’deki tartışmalara dair önemle üzerinde durduğu bir başka konudur. 1970’lere kadar bir mücadele alanı, başkaldırı müziği olarak görülen arabesk müzik, 1970’lerle birlikte kültür endüstrisinin bir ürünü haline gelmiştir. Bu noktada Meral Özbek’in çalışmalarını referans noktası olarak veren yazar, popüler müziğe olumlu ve olumsuz yaklaşımlar çerçevesindeki Batı’daki tartışmaların, arabesk müzik özelinde Türkiye’deki popüler müzik tartışmalarında somutlandığını vurgular. Kitabın son bölümünde ise Birmingham Okulu, Bourdieu ve Becker’ın yaklaşımlarıyla müziğe tüketiciler üzerinden yapılan değerlendirmeler ele alınmıştır. Bu bölümün anahtar kavramları ise alt kültür ve scene olarak belirtilmiştir. Yazar bu yaklaşımların Türkiye’deki yansımalarını” müzik sosyolojisinin ideolojik yükünden kurtulma çabası” olarak nitelendirmiştir. Bu bölümde Becker’ın “sanat dünyaları” kavramı ile Bourdieu’nün “alan” kavramının birleşmesi olarak aktarabileceğimiz “scene” kavramı dikkat çekicidir. Kavram en genel haliyle “insanların ortak zevkleri ve yaşam tarzını paylaştıkları gruplar” olarak tanımlanabilir. Kavramı öne çıkaran ise yalnızca tüketicileri değil, üreticileri de incelediği sürece dahil etmesidir.

Öznur Yılmaz’ın ilk kitabı olarak Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıkan “Türkiye’de Popüler Müzik Tartışmaları”, popüler müziğe dair geniş bir literatürün tarandığı ve ana başlıklar altında bir araya getirildiği, bir bakıma müzik sosyolojisinin Türkiye serüvenini özetler nitelikte bir çalışmadır. Bu anlamda alana ilgi duyanlar için son derece açıklayıcı bir el kitabı olarak görülmektedir.


KÜNYE: Türkiye’de Popüler Müzik Tartışmaları, Öznur Yılmaz, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2017, 152 sayfa

DAHA FAZLA