Pek müstehzi ve çok müstesna bir ‘kabuk’

Pek müstehzi ve çok müstesna bir ‘kabuk’

Kadın olma hali, kadın kimliği, kamusal ve özel alanda kadın olarak yaşama deneyimi, kadınların diğer kadınlarla kurdukları ilişki, kadınların etraflarındaki diğer tüm kadınlar üzerinden kendi kadınlık kimliklerini –özellikle de ailedeki kadınlar– yeniden ve yeniden, daima inşa etme vaziyeti kitapta çok ustaca sunulmuş.

“Kabuk”un yazarı Zeynep Kaçar’ın ismini ilk defa duymuyorum kuşkusuz ancak adı pek bir çağrışım yapmıyor bende ilk anda. Adını “google’lat”ınca karşıma Çılgın Bediş’in Ayşegül’ü çıkıyor. Tam bir Bediş hayranıydım o dönem çocuk olan tüm yaşıtlarım gibi. Hatta okuldaki kız grubumuzda herkes bir karakteri sahiplenir onu performe ederdi. Dizinin en silik, pasif ve içine kapanık karakteri olduğu için kimse Ayşegül olmak istemezdi. Yıllar içinde Kaçar’ı kimi dizilerde gördüğümü anımsıyorum. Kabuk sayesinde onunla yeniden tanıştım. Bu kez karşımda tam da olmak istediğim, özdeşleşebileceğim güçlü bir kadın yazar, feminist çizgideki kalemiyle yazar olarak Zeynep Kaçar vardı.

“Kabuk”, kalabalık bir sülalenin farklı jenerasyonlardan tüm kadınlarının delilikte kesişen ortak bir hikâyesini anlatıyor. Biri, bedeni ve dış güzelliğine takıntılı, diğeri intihar eğilimli, öteki fazla kilolarına -küçük memesine, büyük götüne- takıntılı üç kadın; kocası çekip gitmiş –anane– Sabiha, pasif ve silik bir kocası olan –anne– Sezin ve hayatında hiçbir erkekle ilişki yaşamamış –torun– Füsun. Muhsin, Mürsel, Meriç ya da Haluk ise etkisizler.

Bir sarmal gibi iç içe geçen kadınların hayatlarındaki marazlar, geçmişlerindeki travmalar, evlilikler, ayrılıklar, aşklar, kıskançlıklar, aldatılmalar tüm olağanlığıyla onların da hikâyesinin başat kırılımları. Sabiha, Sezin, Füsun, Semiş, Saliha, Nihal, Nevra, Füsun, Sezin, Efsun… Onlar hem anneler, hem teyzeler, hem çocuklar, hem de kardeşler. Hem çok kalabalık hem çok yalnızlar. Hem iç içe hem dış dışa hepsinin kadınlık hikâyesi. Adeta bir matruşka, hem iç içe hem ayrıksı, hem büsbütün hem yapayalnız. Her kabuk bir katman, hem birleştiğinde tek vücut, hem ayrıldığında çok beden. Hem birlikken çok korunaklı, hem yalnızken savunmasız. Yalnızca Kabuk’taki kadınlar için değil tüm kadın mücadelesi için matruşka tek başına çok güçlü bir metafor. (Kitap kapağının hikâyeyi bu denli desteklediği ve güçlendirdiği nadir görülür. O nedenle bir parantez açıp kapak tasarımcısını ayrıca kutlamak gerekir.)

Kimlik, beden ve cinsellik birbirlerinden asla ayrı düşünülemeyecek üç kavram. Toplumsal iktidar daima bu üçü üzerinden kendini var eder ve işler. Aile ise hepsinin birleştiği kilit noktadır. Özelden kamusala geçişin anahtarıdır. İki kişi arasındaki ilişkinin toplumsal normlara uygun şekilde evlilikle “taçlandırılması”nın tek nedeni elbette ki devletin kendini var edebilmesinin teminatı, iktidar mekanizmasının işleyebilmesinin mümkünatıdır. Tam da bu yüzden aile hem hapsoluşun hem direnişin mekânıdır. Kabukta tasvir edilen aile de kitaptaki kadın karakterler için hem marazlı bir hayat hem de kimi zaman delilik, kimi zaman ideale uymayan orantısız bir beden, kimi zaman intihar eğilimini; öte yandan da, umudu, dayanışmayı, birbirine tutunmayı, düştüğünde yeniden ayağa kalkmak için insanın bir sebebinin olmasını temsil ediyor. “Sonra bir gün şey oluyor, ölüyor. Şişmanken zayıflıyor, erkekken kadın oluyor. Kadınken ölüyor.” 

Aile hem yazılı bir kadere mahkûmiyeti, hem kendi kaderini yazma özgürlüğünü sembolize ediyor. Sabiha, Sezin ve Füsun toplumsal cinsiyet rollerine göre sosyalize olmuş kadınlar ama normların dışında çıkmayı, kabuklarını kendi savunma mekanizmalarıyla kırmayı bir şekilde başarıyorlar; ruhun, kalbin, aklın ve bedenin sınırlarına taşıyorlar.

 “…Tüm geçmişi silerek. Tüm bilgileri, aileyi, o güne kadar olduğun ve olma olasılığın olan ne varsa. Doğmak gibi. Belli bir yaşta yeniden dünyaya gelmek gibi. Ama gizlenerek, saklayarak, üstünü örterek önceki kabuğunun. Ölmek gibi. Olduğundan vazgeçmek, sana söylenenden, tarifi yapılan, öyle olman umulandan. Aklımın sınırlarını aşan bir doğma ve ölme ve doğma ve yeniden ölme biçimi.”

Kadın olma hali, kadın kimliği, kamusal ve özel alanda kadın olarak yaşama deneyimi, kadınların diğer kadınlarla kurdukları ilişki, kadınların etraflarındaki diğer tüm kadınlar üzerinden kendi kadınlık kimliklerini –özellikle de ailedeki kadınlar– yeniden ve yeniden, daima inşa etme vaziyeti kitapta çok ustaca sunulmuş. Bu noktada Zeynep Kaçar’ın yazar, yönetmen ve oyuncu olarak tiyatrocu kimliğinin metnin bütününe sirayet eden tutarlı anlatımın kaynağı olduğunu düşünüyorum. Kurgudaki ustalık, anlatının bütünündeki hâkimiyet ve tutarlılık, karakterlerin duygu ve düşünce dünyası ile diyalogların birbirini destekler niteliği Kaçar’ın metni bir dramaturg olarak da gözettiğini gösteriyor.

"Kabuk"ta işlenen zamanın lineer olmaktan ziyade döngüsel olduğu ve zihin akışı tekniğiyle yazıldığı söylenebilir. Kaçar, olayların geçtiği, başı sonu olan kısıtlı bir zaman diliminden ziyade romandaki kadın karakterlerin birbiriyle kesişen hayat kesitlerini ve kesişme noktalarını sunuyor okura. Dil ve üslup açısından ele alındığındaysa yazarın tamamen özgün bir kaleminin ve üslubunun olduğu söylenebilir. Bir yazarın farkını koyduğu noktaların içerikten ziyade dilde yarattığı yenilikler, üslup ve yazımda yarattığı özgünlükler ve dilin tüm imkânlarını ve sınırlarını zorlayarak yeni bir dil ortaya koyma çabası olduğu düşünülürse, Kaçar’ın Kabuk’ta dilin kabuğunu kırdığı iddia edilebilir.  Dinamik, ayrıksı, ele avuca sığmaz, özgün; başlı başına bir unsur olarak örülmüş devingen bir dil var "Kabuk"ta. Genelde feminist sanat yapıtlarında karşılaşılan, içerikteki devrimci yeniliklerin dilde/biçimdeki yeniliklere de yansıması, biçim ve içerikteki hâkim kalıpların bozguna uğratılmasının zaferi. Zira feminist bir saikle sanat icra eden sanatçıların yeni bir dil inşa etmeleri beklenir. Mevcut dil erkek egemendir; devrim ancak yeni bir dil ile gerçekleştirilebilir. Bu plastik sanatlarda da, sinemada da, tiyatroda da, edebiyatta da böyledir.

"Kabuk", Zeynep Kaçar’ın yayınlanmış ilk romanı. Son beş yılda edebiyat alanındaki hâkim eğilime baktığımızda çağdaş kadın yazarların sayısının hızla artmakta olduğu aşikâr. Bu, elbette çok ümit verici bir gelişme. Tam da bu noktada genç ve edebiyat alanına yeni adım atan kadın yazarlara verdikleri destekten ötürü yayın evlerini kutlamak gerekir. Yeni yazarları, yeni kalemleri keşfetmeyi sevenler için "Kabuk" oldukça tatmin edici bir metin olacak.


KÜNYE: Kabuk, Zeynep Kaçar, Sel Yayınları, Ocak 2017, 173 sayfa.

DAHA FAZLA