Öznur Özkaya yazdı: 25. Kare

Murat, Kerem ve Racniş adlı üç ayrı karakterin bütünleştirdiği, postmodern kaygıları olan “Oyun İçinde Oyun”; Bursa’da başlayıp Sicilya’ya uzanan ve 25. kare konusunu temel alan bir roman. Öyküsel anlamda sürrealist ama olabilirlik çerçevesi iyi çizilmiş bu romanda; teknolojinin geldiği nokta, sanal yaşamların gerçek hayatın önüne geçmesi ve insanın gerçeklikten uzaklaşması, hırs, para, tarikat, güce tapınma mizahi bir dille işleniyor.

Öznur Özkaya - İleri Kültür Sanat

Edebiyatta “suç ve suçluluk” kavramları pek çoğumuz için Raskonikov’la başlamıştır. Agatha’ya gönül vermiş olsam da polisiye bana yakın bir tür sayılmaz. Ancak bilirim insanın görünmeyen, gizil, bazen kendisinin bile tanımadığı yönünü anlatmak pek de kolay değil. Karşılaştığınızda ne yapacağınızı bildiğinizi düşünseniz bile o an geldiğinde yaşadıklarınız çok farklı olabiliyor. Suç karşısındaki tavrınızla kendinizi, hatta yaşamınızı yeniden tanımlıyorsunuz. İnsan gerçekten bir muamma ve edebiyat insanı anlatınca derinleşiyor.

Bugün yaşadığımız hayat, pek çoğumuz için doğduğumuz dünyadan çok farklı. Gece yarılarına kadar karanlık sokaklarda oynadığımızı, mahallenin delisinden başka kimseden kaçmadığımızı anlatıyoruz birbirimize masal niyetine. Şimdi ise yetişkin halimizle yürüyemediğimiz sokaklar, tanımadığımız mahalleler var. Yalana, dolana nasıl alıştıysak suça da alıştık. Televizyonda kadının dövülmediği, silahların çekilmediği, adaletin yerle yeksan edilmediği dizi neredeyse yok. Ekranda öpüşen çiftleri çocuklarının görmesinden rahatsız olan ebeveynler; kadının dövülüşünü, erkeklerin birbirlerine silah çekmelerini, kabadayılık hikâyelerini maaile ellerinde çay bardakları çekirdek çitleyerek izliyor.

Cenk Çalışır’ın “Oyun İçinde Oyun” romanı; Murat, Kerem ve Racniş adlı üç ayrı karakterin hikâyesidir. Karakterleri takip ederek yalnız onun hikâyesini okuyabileceğiniz gibi başlıklara takılmadan okuduğunuzda üç ayrı hikâye birleşip roman halini alıyor. Postmodern kaygıları olan bu roman mizahtan yararlanıyor. Okurken kahkaha atacağınız bu polisiye epinom tekniğiyle yazılmış, karakterler karakter olduklarının bilincindeler ve yazar karakterlerden biriyle hikâye içinde diyalog halinde. İlhami Algör'un postmodern edebiyat anlayışını ortaya koyan ‘Albayım Beni Nezahat İle Evlendir’ kitabını okuduğumdan beri bayılırım bu tarz hikâyelere. 

Bursa’da başlayıp Sicilya’ya uzanan hikâye 25. kare konusunu temel alıyor. Öyküsel anlamda sürrealist ama olabilirlik çerçevesi iyi çizilmiş romanda; teknolojinin geldiği nokta, sanal yaşamların gerçek hayatın önüne geçmesi ve insanın gerçeklikten uzaklaşması, hırs, para, tarikat, güce tapınma mizahi bir dille işlenmiş. Yazar farklı bir teknik denediğini söylese de finalin aynı sinemaskop hıza ve okurun hayal gücüne bırakılması benim hoşuma gitmedi. Keyifle en az bir yüz sayfa daha okumaya hazırken pat diye kesilen öykü bu romanın tek kusuru. 

Gördüğümüz bir anlık görüntü 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 küçücük kareden oluşur. Sinema şeridinde, saat, dakika, saniye olarak bir diziliş vardır. Her saniyeden sonra bir yabancı kare gelir ve bir saniye 24 karedir. Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327,5 satırda bir de “control-track” denilen aralık vardır. İşte bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak 25. kare oluşturulur ve bu son kare anlıktır. Görüntü saniyede 1/24 olacakken, bu 1/25'e çıkar. Kareler 25 olunca bir anda bir görüntü gelir ve anında kaybolur. 25. kare ilk olarak sinema salonlarında içecek satışlarını arttırmak amacıyla kullanılmıştır. Sinemada gözlerin seçmeyeceği bu malum kareye buz gibi kola iç yazısı veya resmi yerleştirilmiş, film arası verildiğinde kola satışları patlamıştır. 

Başlarda ticari amaçlar için kullanılması hedeflenmiş olsa da zamanla işler değişti. Ürün reklâmı yapmaktan çıkıp inanç propagandaları veya siyasi görüş baskısı yaratmak,  uluslar arası ilişkilere istenildiği gibi yön vermek, savaş tekniği olarak kullanmak sanat haline geldi. Romanda Kerem “İnsan şifreleri olan bir modeldir. Belli şifreler çoğunluğu kapsar. Biz kişiye özel olanları arıyoruz. Bir kelime her kulakta aynı duyulur ama her beyinde farklı bir anlam bulur. Biz takibe aldığımız adamın şifresini çözersek o kelimenin onun için ne ifade ettiğini buluruz. Hangi durumda ne düşüneceğini öngörebiliriz. Bilinçaltına yapacağımız bombardımanla hipnoz altına alıp, istediğimiz gibi düşünmesini sağlayabiliriz. Bizim istediğimiz kararları alan politikacılar, sanatçılar, gazeteci ya da sporcular. Bu insanlarla kitleleri istediğimiz yere taşıyabiliriz.” (s.306) diyor. Hitler’in mitinglerinde, ABD’nin Irak işgali sırasında bolca kullandığı bu tekniğe eminim biz de maruz kalıyoruz, yoksa niye sürdürsün bizim millet yaşadığı bu Stokholm sendromunu?

KÜNYE: Oyun İçinde Oyun, Cenk Çalışır, Esen Kitap, Mart 2015, 336 sayfa.

DAHA FAZLA