Mülkiye öğrencilerinden akademisyenlerin ihracına karşı ferman

Mülkiye öğrencilerinden akademisyenlerin ihracına karşı ferman

Mülkiye öğrencileri, akademisyenlerin ihracına karşı bir 'ferman' yayınladılar.

Siyasal Bilgiler Fakültesi - Mülkiye Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğrencileri akademisyenlerin ihracına karşı hazırladıkları fermanı yayınladılar.

İşte Mülkiye öğrencilerinin "157 yıldır memleketin her karış toprağına kök salmış Mekteb-i Mülkiye’nin/ şanlı tüllabının bir parçası olan Züppeyun tüllabı ezeli düşman ebedi dost olduğunu; paylaştığın umutla gel de anlat bize" diyerek sonlandırdıkları 'ferman':

"Biz ki 1859’da, memleketin üzerine bir şems misali doğan Mekteb-i Mülkiye-i Fünun-u Şahane’nin Mümtaz Tüllabıyız. Biz ki memleketin en zor koşullarında dahi sorumluluktan kaçmamış; Mülkiye’nin onuruyla, duruşuyla, hocasıyla, öğrencisiyle, tüm hukuksuzluklara inat, güçlü durmayı başardığı bir neslin evladı olarak, bugüne kadar gerek içeriden gerekse dışarıdan çürütülmeye çalışılmış, koltuk sevdası uğruna bazı sorumlulukların altına girmeyen-giremeyen yöneticilerin bulunduğu bu mektepte, hocalarımızı bizden koparmaya çalışanlara, çölde seraptan bir kuyuya hapsolarak gerçekleri görmeyenlere-göremeyenlere bir çift kelam etmeye geldik. Biz kelamı her daim vicdanlı ve dürüst olmayı ilke edinerek bizleri yetiştirmiş; tüllabın göz bebeği hocalarımızdan öğrendik.

Onlar ki; mektebin koridorlarında attıkları adımlarıyla her zaman var olacak ve yol gösterecek; akademinin en eşsiz ezgileridir.

Onlar ki; ‘’öğrencilere vakit ayırmayın, öğrencilerden kalan vakti kendinize ayırın’’ şiarıyla hareket ederek gönüllerde taht kurmuş; mektebin mihenk taşı hocalarıdır.

Şimdi sevgili hocalarımıza seslenirken onların bize öğrettiklerini, bizde bıraktıkları izleri, onlarla yaşadığımız anları sizlerle paylaşacağız.

EMEKLİ HOCALARIMIZ

Başta öyle hocalarımız var ki dilsiz ormanda çığlık çığlığa kök salmış çınarlar gibidir. Teslimiyetle ve mütevazı bir uysallıkla eğilerek önlerinde o köklere hapsolduk. Onlar zifiri karanlıkta yolumuzu aydınlatanların, yani hocalarımızın hocalarıdır.

Bilsay Kuruç

Metin Kazancı

Gülay Toksöz

Cevat Geray

Korkut Boratav

Ömür Sezgin

Ruşen Keleş

Sina Akşin

Biliniz ki; sizi bize bağlayan bir sözleşme değil Mülkiyelilik ruhudur.

Alev Özkazanç

Günler geçer ve “kötü aptallar” kendilerinden küstahça eminken bizler hatırlarız: Hiçbir şey doğru değil.

Günler geçer ve egemen, şiddet dışındaki her yolu çözümsüzlük olarak sunarken bizler yine hatırlarız: Her şey mümkün.

Günler geçer ve biz ne zaman şen bir kahkaha, sakin bir ses, “Bana her konuda danışabilirsiniz.” diyen birini duysak; alev gibi saçlar, gözlüğünü düzelten narin bir işaret parmağı ve insanlık için tedirgin olan bir yüz ve bir çift göz görsek… Birbirimize soracağız:

Döndü mü?

Burada mı?

Uzaktan bi’ görsek olmaz mı?

Bizi hatırlamasa da olur.

O gitti ve sonra herkes ona benzedi; yahşi yerden yaman vurdun, ellerin KIRILMASIN kadın.

Aykut Çoban

Evren, yalnızlıktan da küçükmüş, düşlermiş asıl sonsuz olan. Sen yeşil dünyanla bezediğin dersliklerde insanı merkezden çıkarmaya uğraşırken; zihinlerimizde sonsuzluğa ulaştın. Doğayı yalnızca kurtarılması gereken ağaçlardan ibaret varsaymayıp, onu yaşamla bir bütün haline getirdin. Biz yaşamın ve doğanın kendinde değerini senin anlattıklarında bulduk ve biz yine gözlerindeki ışıltıda kendi değerimizi bulduk. Marx ne diyordu hocam?

“insan ve doğa arasında metabolik bir ilişki vardır.” Tıpkı insan-doğa ilişkisinde olduğu gibi seninle bizim aramızda da metabolik bir ilişki vardır. Ve asla bu ilişkinin yarılmasına izin vermeyeceğiz.

Zeliha Etöz

Sonumuzu anlatan satırları dolana dolana ararken; korkunun telaşa ayak uydurduğu vakit dört yol ağzında bulduk kendimizi. Toplumu mor çiçeklerle, devleti siyasal antropolojik bakış açısıyla anlatırken; Ankara’nın ayazına barikat kurduğunda; sevgide işlevselliğin olmadığını öğrendik. Sen bizi gündüz sevişmelerine, sevilmelerine yüreklendirdin.

Fakat onlar madalya misali taşıdıkları hatalarıyla toplumu, bizi, sevgiyi ve seni vurabileceklerini sandılar. Tükenmeksizin; ayrılmaz ögelerin olduğumuz cümleyi eksik bırakmaya çabaladılar ve sen tamamlanmayan bu cümlenin yüklemi olarak geri döneceksin.

Murat Sevinç

Tahta sıralarla örülü yaşanmışlıkların tam ortasındayken ilk karşılaşmanın SEVİNÇ’iyle başladık Mülkiye’ye. Gözlerimiz ilk derste yaşattığın şaşkınlıkla açıldı. Mektebin ruhunu anlattıklarınla hissettik. Daha söze başlamadan sözü dinlemenin değerli kılındığını; düşüncelerimizin merak edildiğini; entelektüel birikimin sadece kitaplarla var olmadığını senden öğrendik. Sen ki; dersini anlatırken alınan hocalarının kürsü ahlakıyla pişen; bu ahlakı her daim bizlere aktarmaya çalışan Anayasa Kürsüsünün vazgeçilmezisin. En sert şekilde düşüncelerini savunurken dahi kürsünden miras kalan eleştiri üslubundan taviz vermedin. Sen ki;  sırt çantasıyla çıkılan odadan İstanbul’a gidip her seferinde yine Cebeci Çukuru’na dönüleceğini gösterdin. Onur ve haysiyet KHK ile ihraç edilemez. Sen “Biz irili ufaklı mütevazı odalarımızdan başımız dik ayrılıyoruz, bu da onlara dert olsun!” derken biz de diyoruz ki;

“Sevincimiz geri dönecek, bu da onlara dert olsun.”

Bülent Duru

Hiçbir söz, bir gülümsemenin yerini tutamaz. Öyle anlar gelir ki; anlatmaya çalıştığımız şeyler dökülemez dudaklarımızdan, takılır kalır, tökezler ve anlamsızlaşır. Akademide de böyle anlar vardır elbet ve de bu anların bir beden halini aldığı kişiler. Ve sen onların en başında-sana her şeyi öğreten hocanın yanında; öğrenciliğinle hocalığını buluşturduğun anda yer aldın. Bunu gören bizler burada olmanın kıymetinin farkına vardık. Naiflik Mülkiye koridorlarına senin adımlarınla geldi. O koridorlarda seninle konuşuyor olmak, “Duru” olmak, özünde olmak, yerel olmak demektir. Ve bilinsin ki bizler mektepte her zaman duru olmayı savunacağız.

Ahmet Murat Aytaç

Daha ilkbaharda buluşacakken; seni aldılar bizden. Son söyleşinin başlığı ne kadar da yerindeydi hâlbuki ; “hakikatin kendinden menkul bir enerjisi yoktur, hakikati savunmak gerekir.” Seni sorduğumuzda aldığımız cevaplar ne kadar da doğrular bu sözü. Kime sorsak hakkın ve hakikatin arkasında ne kadar sağlam durduğunu anlatır bize. İnsan hakları için verdiğin mücadele hala aklımızda. Yaptıklarının sadece bununla sınırlı olmadığını biliyoruz. Ki sen “kaç kişi size Rönesans dönemi düşünürlerinin etkilendikleri Endülüs emevi alimlerin eserlerini anlatabilir, kaç kişi bunu yaparken o alimlerin eserlerini Arapça asıllarından okumuş olabilir?” sorularının tek yanıtısın. Yanıtsız kalmayacağımızı ve bir gün geri döneceğini biliyoruz.

Pınar Ecevitoğlu

İçimizden şu zalim şüpheyi kaldır, ya sen gel ya da bizi oraya aldır. Biliyoruz ne sen bizden ayrılabilirsin ne de biz senden. Biliyoruz ya her daim tüllabın arkasında duracaksın. Burada senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası, eril iktidar yığınlarına karşı hürlüğün şarkısına katılırkenki halin İskendireyeli Hypatia’da bile yok. Aklıma KHK’lar geliyor/ kara mermerli mektepte/ akşamüstleri. Asıl bilgi yoksulluğu ondan sonra başlıyor. Bütün üniversitelerde/ mektep hariç değil.

Şimdi belki de kızacaksın bizlere birkaç şiiri değiştirdik diye. Ama yine de nezaketinden ve hoşgöründen taviz vermeyeceğini biliyoruz/ tıpkı geri döneceğini bildiğimiz gibi. Keşke yalnız gülüşün için sevseydik seni.

Faruk Alpkaya

Senin dağarcığında “çekinmek” fiili ile hiç karşılaşmadık. Şimdi kelimeler düğüm düğüm boğazımızda, senin kadar gösteremiyoruz söyleme cesaretini. Seni anlatanların “gerektiğinde tüm akademiyi karşısına alacak kadar cesur” sözü artık daha da anlam kazanmakta ama aynı zamanda eksik kalmakta. Biz biliyoruz ki “cesaret hayatı hiçe sayar, vicdanı değil.” Ve bize öğrettiğin gibi ahlakı ve vicdanı yok ettiğimiz zaman özgürlükleri, demokrasiyi, bilimi yok ederiz, basını yok ederiz. Sana sözümüzdür ki “her zaman ve her yerde öğrettiğin değerleri savunmaya devam edeceğiz.”

Gerçeklik, evreni öğrenerek sorgulanmaya başlandı akıllarımızda. Zamanla insanların değişebileceğini başparmakla kabullendik. Baharda uçuşan polenlere sevindiğinde Mülkiyelilik ruhundaki sadeliği de senden öğrendik. Yine senden öğrendiğimiz gibi; fikirlerimizi, doğru bildiklerimizi, sonucu ne olursa olsun hoyratça söylemekten vazgeçmeyeceğiz.

Zafer Yılmaz

Bazen düzgün açılmış bir sigara paketinde filizlenir her şey. Umudu, özgürlüğü, barışı filizlendirmek tamamen ellerimizdeyken; açamayız bir sigara paketini nedendir bilemeyiz. Ardından düşüncelere eşlik eden bir suskunluk kaplar ve yanlış bir şey söylememek için tutarız kendimizi tıpkı senden öğrendiğimiz gibi. Spinoza’dan aktarırsın bizlere insanların en az söz geçirebildikleri şey, kendi dilleridir. Bu yüzden sessizliğe bürünürsün elbet, karşındaki hakaret etse dahi. Oysa sessizliğin yetersiz kaldığı durumlar da vardır ve haykırmak gerekir bazen yoksullukta, savaşta, belirsizlikte olduğu gibi. Tam da bunların karşısında barışa yer vermek gerekir. Spinoza’dan aktardığın gibi “barış savaşın olmaması demek değildir. O; bir erdem, bir ruh hali, iyilikseverlik, güven ve asalettir.” Öğretme azmini kaybetmeden kimi zaman derste, kimi zaman mektebin bir köşesinde, ahlakı, etiği, erdemi; antik yunandan modern dünyaya düşünmeyi öğrendik senden. Arkadaşlığı, dostluğu ve hocalığı tek bedende bizlerle buluşturdun. Her ne kadar deliliğin tarihinde “zafer ne tanrıya ne de şeytana aittir. Zafer deliliğindir” dense de biz diyoruz ki zafer ne ODTÜ’yeo ne de Berlin’e aittir. Zafer Mülkiye’nindir. Geri dönecektir.

Ve son söz henüz hocalığı tam olarak tadamamış hocalarımıza;

Aysun Gezen

Cavidan Soykan

Dinçer Demirkent

Hande Dönmez

Kamuran Akın

Nisan Kuyucu

Güçlü köklerden yeni filizlenmeye başlamış, geleneği devralacakken önlerine ket vurulmuş sizler, geri gelecek ve çınarı yaşatmaya devam edeceksiniz.

Büyük insanlığın toprağında gölge yok

Sokağında fener

Penceresinde cam

Ama umudu var insanlığın

Umutsuz yaşanmıyor.

157 yıldır memleketin her karış toprağına kök salmış Mekteb-i Mülkiye’nin/ şanlı tüllabının bir parçası olan Züppeyun tüllabı ezeli düşman ebedi dost olduğunu; paylaştığın umutla gel de anlat bize."

DAHA FAZLA