Mini-imparatorluklar dönemi: ABD vekaleti ve bölgesel rekabetler

Mini-imparatorluklar dönemi: ABD vekaleti ve bölgesel rekabetler

ABD’nin imparatorluğu için Suriye’de bir kukla rejim arayışı yenilgiye uğramıştır. Elde edilen, Türkiye’nin islamcılara karşı mücadele adına Suriye topraklarını işgal etmesi, Kürtlerin ise kendi kaderini tayin için orta vadede Türkiye ile karşı karşıya gelmesidir. Bu acımasız bölgesel savaş, ABD İmparatorluğunun Ortadoğu üzerindeki hegemonyasının ne oranda küçüldüğünü gösterecektir.

ABD’nin imparatorluk inşası, özellikle Orta Doğu, Asya ve Latin Amerika'daki bölgesel rejimlerin desteğine bağlıdır. Bu vekil rejimlerin askeri gücü, komşu bölgelerde ABD’nin nüfus ve toprak üzerindeki kontrolünün güvencesidir.

Son zamanlarda, aynı vekil rejimlerin kendi ‘mini-imparatorluk’larının peşinde olduklarını gösteren yayılmacı politikalarının gelişmekte olduğuna da tanık oluyoruz.

Bu yandaş rejimler, yerel ya da bölgesel amaçları çerçevesinde Washington ile yeni çatışma noktaları oluşturmaktadır. Bu yeni çatışma noktaları, ABD İmparatorluğunun uzun süreli kayıplar karşısında geri çekilmek zorunda kaldığı bir dönemde gerçekleşiyor. Emperyalist savaş sonrası dönemde, yeni odaklar bu bölgelerde yükseliyor. Birçok örnekte, vekil rejimler kendi hasımları ile karşı karşıya gelirken insiyatif kullanırlar. Başka örneklerde ise, rekabet halindeki vekil rejimler ABD'li 'akıl hocalarını' bir kenara itip kendi bölgesel amaçlarının peşinden gitmektedir.

Aniden Ankara’nın Suriye’deki Türkmenler için endişelenmeye başlaması gibi, bu çatışma alanları ‘kendi kaderini tayin’, ‘meşru müdafa’ yada ‘soydaşlarına sahip çıkma’ bahaneleriyle pek çok yerel savaşa yol açma potansiyeli taşıyor.

Bu durumun en belirgin örneklerinden birkaçını inceleyelim.

ORTA DOĞU: TÜRK-KÜRT-SURİYE ÇATIŞMASI

Son yıllarda, Türk rejimi için temel parametre, Beşar Esad’ın seküler ve milliyetçi Suriye hükümetini devirmek için savaşın ön planda olmasıdır. Washington'un emperyalist emelleri adına hareket eden yabancı İslamcı terörist-paralı askerler için üsler, sarf malzemeleri, eğitim ve koruma yanı sıra, giriş noktası sağlayan Türkiye, bu savaşta ABD’nin vekil gücü olarak görev aldı.

'Bağımsız' İslamcı tehdit (ISIS) toprak kazandıkça, Washington müttefik arayışında yüzünü büyük oranda laik olan Kürt güçlerine dönmeye başladı. Böylece, Washington’un Kürt vekil güçleri kendi uzun vadeli etno-milliyetçi gündemlerine de uygun olarak, ‘ABD karşıtı’ İslamcılardan ve Suriye ulusal hükümetinden toprak aldılar.

Türkiye, Kuzey Suriye’de Kürt güçlerinin kazandığı zaferleri, Türkiye’deki Kürt Siyasal Hareketi için bir kazanım olarak gördü. Suriye içine askeri tank ve onlarca savaş uçağı sevki ile başlayan Başkan Erdoğan’ın askeri müdahalesi, Suriye Kürtleri’ne karşı bir imha savaşıdır! IŞİD ile mücadele bahanesiyle başlayan Türkiye’nin işgalinin amacı Suriye Kürtlerini kontrol etmek için güvenli bölge yaratılmasından başka bir şey değildir.

Obama Rejimi bu durumdan şikayetçi olsa da, Türkiye’nin Kürtleri büyük bir etnik temizlik seferi altında Kuzey Suriye’den sürmesine ses çıkarmadı. Böylece, ABD kontrolü dışında bir Türk-Kürt-Suriye Savaşı’da başlamış oldu. ABD’nin imparatorluğu için Suriye’de bir kukla rejim arayışı yenilgiye uğramıştır. Elde edilen, Türkiye’nin islamcılara karşı mücadele adına Suriye topraklarını işgal etmesi, Kürtlerin ise kendi kaderini tayin için orta vadede Türkiye ile karşı karşıya gelmesidir.

Bu acımasız bölgesel savaş, ABD İmparatorluğunun Ortadoğu üzerindeki hegemonyasının ne oranda küçüldüğünü gösterecektir.

ASYA'DA ÇATIŞMA: JAPONYA, VİETNAM, FİLİPİNLER VE ÇİN

ABD İmparatorluğunun Asya’daki tarihi, vekil rejimlerin kurulup bozulması tarihidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD, Çin ve Kuzey Kore’yi boğmak, Vietnam’ı ise fethetmek için çaba içindeyken vekil devletler olarak, Japonya, Güney Kore, Filipinler, Avusturalya ve Yeni Zelanda’yı belirlemişti.

Daha yakın zamanlarda Hindistan, Vietnam ve Myanmar Çin'i kuşatmak için ABD’in bölgedeki yeni militarist düzenine katıldı. Obama-Clinton ikilisi, Asya’da Çin’in rolünün azaltılması, izole edilmesi amacıyla ve ABD’in kontrolü altında Asya uluslarını birleştirmek için Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) aracılığıyla bir çabanın içine girdiler.

İkinci Dünya Savaşı öncesi vekil devletlerin (Güney Kore, Filipinler, Japonya) özgün yanı, ABD’ye askeri üs, asker, malzeme ve lojistik desteği dolaysız olarak sağlamalarıydı. Bugün ise Vietnam ABD ile savaşta kaybettiği milyonlarca ölüye rağmen, Çin karşıtı blok uğruna Pentagon’a askeri üs desteği sunuyor.

Asyalı vekil devletler, Washginton ile aynı gündemi paylaşmalarına rağmen bu gündemin gereği olan hizmeti kendi şartlarına göre yapıyorlar: Washington’un politikaları doğrultusunda doğrudan çatışma ile Çin’in ekonomik gazabını kışkırtmakta oldukça isteksizler. Laos’daki son ASEAN (2016) Konferansı sırasında, ABD’in baskılarına ve ‘uluslararası yargı’nın Çin karşıtı kararlarına rağmen üye ülkeler Güney Çin Denizi üzerindeki iddiaları nedeniyle Çin’i açıkça kınamaktan çekindi. Bu durum, ABD’in Avrupa merkezli kurumlarla olayları etkileme yeteneğindeki azalmaya işaret ediyor. Diğer yandan, ABD’in TPP merkezli ekonomik ‘abluka’ stratejine karşı gelişen hem iç hem de dış direnç TPP’in uygulanması konusunda temel problem olarak duruyor. Diğer yandan, bu durum yeni vekil ilişkilerinin de ortaya çıkmasına neden oluyor.

Tokyolu vekil yardakçılar, ülkede yükselen halk muhalefetine de göz önüne alarak, dikkatli bir biçimde Çinhindi, Filipinler ve Myanmar gibi yeni veya minör vekil devletlerle derin ekonomik bağları geliştirerek kendi özerk anti-Çin stratejisini izliyor. Japonya aslında bu süreçle ABD’den bağımsız, özerk ekonomik ve askeri politikalar için zemin hazırlıyor.

Yeni cumhurbaşkanı Duerte’nin yönetimi altındaki Filipinler, Washington ile neo-kolonyal askeri ilişkileri yerinde kalsa bile Çin ile ilişkilerini geliştirmek istiyor. Batı medyasının, Duerte’nin ‘renkli’ dilini, insan hakları politikalarını eleştiri malzemesi yapması, onun dış politikadaki bağımsız tavrının Washington tarafından onaylanmamasının maskelenmesi işlevini görüyor.

Hindistan, ABD ile daha yakın ilişkiler geliştirirken diğer yandan da Çin ile daha fazla yatırım ve ticaret anlaşmaları imzalıyor. Pentagon’a askeri işbirliği sunarken, diğer yandan muazzam Çin pazarına girmenin hesaplarını yapıyor.

Başka bir deyişle, Washington’un Asyalı vekilleri, (1) kendi erişim alanlarını genişletmiş, (2) özerk eylem alanları belirlemiş ve (3) ticari anlaşmalar üzerindeki ABD etkilerini azaltmıştırlar.

ABD’in ‘vekil güç’ çürümesinin semptomu, Pekin’e karşı açık düşmanlığın ifade edilmesindeki isteksizlik olduğunu söylebiliriz. Bu durumun, New York Times, Washington Post, Wall Street Journal gibi Washington-New York finans sermayesinin sözcülerinde yarattığı hayal kırıklığı, Hong Konglu politikacılar, bir ayağı çukurda sürgün Tibetli sürgün ‘kutsal adam’, kaz sürüsü Uygurlu teröristler gibi en karanlık, en marjinal karakterler için zemin sunuyor!

LATİN AMERİKA'DA WASGINGTON'UN GEÇİCİ VEKALETİ

ABD imparatorluğunun kuruluşunun en çarpıcı yönlerinden birisi, Latin Amerika’da çok kolaylıkla vekil ülkeler yaratmış olmasıdır… ama bunların altı aynı zamanda ne kadar da kolay oyulmuştur!

Son otuz yılda askeri rejimlerle yönetilen ABD vekilleri, son on yıllık süre zarfında bağımsız hükümetlerle devrildi. Bu bağımsız hükümetler şu anda neo-liberal vekiller -sürdürülebilir bir imparatorluk merkezi kurmaya hevesli yozlaşmış haydutlar ve elit palyaçolar koleksiyonu - ile yer değiştiriyor.

Bu vekalet temelli imparatorluk açısından bir çelişkidir. Çünkü bu neo-liberal vekiller, kitle desteğinden yoksun, dış desteğe oldukça bağımlıdırlar. Onların neo-liberal ekonomik ve sosyal politikaları sanayi gelişimini teşvik etmesi mümkün değildir. Bugünkü Latin Amerikalı vekiller, Japon ve Türk muadillerinin sahip olduğu tarihsel milliyetçi ideoloji ile girişimcilik becerilerinin harmanlanmasından yoksundurlar, onlar sadece birer yırtıcıdır! Bu anlamda, Latin Amerika vekilleri, daha çok Filipin oligarşisine benzer: Onlar, boyun eğmeyi vaaz ederler, yıkımı teşvik ederler.

SONUÇ

İmparatorluk savaşları devam ediyor… Ama bu durum daha çok istikrarsızlık, emperyal politikalara karşı yükselen tepkiler, bölgesel savaşlar ve ulusal çatışmaları üretiyor. İç vekalet savaşları yoluyla ABD imparatorluğunun gerileme tehditiyle karşılaştığı bir dönemde bu çatışmaların imparatorluk için fayda mı yoksa zarar mı getireceğini bilmiyoruz. Azınlığın çoğunluğa karşı savaşı, bir çoğunluğun bir başka çoğunluğa karşı savaşına dönüşmektedir.

Ama böylesi tarihsel kırılma karşısında seçenekler nelerdir?

Sadece gerçekten sınıf bilinçli örgütlü kitle hareketlerinin ortaya çıkması önümüzdeki tufana olumlu bir yanıt sunabilir.

 


*James Petras - ABD'li Marksist akademisyen ve yazar. 

Petras'ın makalesi 10 Eylül 2016 tarihinde http://petras.lahaine.org adresinde bulunan, James Petraas'ın kişisel blogunda yayınlanmıştır.

Çeviri: Çağdaş Oklap

DAHA FAZLA